tag:blogger.com,1999:blog-25946087127126810952024-03-13T05:56:58.362-07:00Redd-i MirasUnknownnoreply@blogger.comBlogger20125tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-34435940468941705072012-10-10T14:09:00.005-07:002012-10-10T14:10:30.761-07:001 Mart 2003'ten beri değişen ne oldu? <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<h5 class="uiStreamMessage userContentWrapper" data-ft="{"type":1,"tn":"K"}">
<span style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-weight: normal;"><span class="messageBody" data-ft="{"type":3}"><span class="userContent"><br /> <br />
1 Mart 2003'ten beri değişen ne oldu? Sahi 2003'teki 1 Mart Tezkeresi
görüşmelerinin gizliliği 4-5 ay sonra kalkacak ve bildik medya
karartmalarına kurban gitmezse kim ne demiş göreceğiz. <br /> <br /> 1 Mart
Tezkeresi'nden önce İslâmcı, sol hatta milliyetçi kesimler güçlü bir
muhalefet gösterdi. İslâmcı-sol ortak eylem ittifaklarına girişildi;
Fatih postahanesinden kanlı gömlek gönderildi; AKP milletvekillerinin
vicdanlarına seslenildi ve Beyfendi'nin kesin emirlerine rağmen CHP'nin
de karşı oyları ve AKP'nin direnen bazı milletvekilleriyle tezkere
reddedildi. Türkiye de o direnen ve redçi milletvekilleri sayesinde
cumhuriyet tarihinde benzeri az görülmüş uluslararası bir saygınlığa
erişti. <br /> <br /> Peki 1 Mart'tan beri neler değişti? Beyfendi'nin
"İslamcılık yaptık da ne oldu?" diyerek kurduğu AKP, ideolojik olarak
kendini İslâmcı kesimin onyıllarca uğraşıp zor bela aştığı arkaik
sağ-muhafazakârlıkta konumlandırdığı için İslamcıların çoğu o yıllarda
-28 Şubat restorasyonuna karşı AKP’ye oy vermiş olsalar da- partiye
kuşkulu ve mesafeli davranıyorlardı. Ancak ilerleyen yıllarda İslâmcı
bağımsız muhalefetin bütün unsurları birer birer içerildi. Makam,
mansıp, cazip devlet pozisyonları ve devlet imkânlarının bu kadrolara
verilmesi iktidarı onların velinimeti; onları iktidara bağımlı yaptı.
Beyfendi'nin de planı zaten buydu. Hele askerî vesayet de onun cesur
çıkışları ve akıllı stratejileriyle alt edilince, sosyal adaleti hayata
geçirdiği düşünülen sağlık, eğitim ve konut projeleri gözalıcı sonuçlar
verdikçe, görkemli camiler, sonsuz kaynaklar sunulan dinî merkezler ve
dinî faaliyetlerle hamiyet-i diniye kabartıldıkça kabartılınca 2010'a
kadar birer birer içerilmeyen kesim nerdeyse kalmamış oldu. Üstelik
Beyfendi Kürt açılımı başlatıp Filistin konusunda da mücahidlik
yapmaktan da geri durmadığı için "İslamcılığa AKP'den artan ne kaldı"
gibi bir soru haklı gibi göründü. Alttan alta başarılan ‘Sessiz
Devrim’le 40 yılın İslâmcı birikimi artık devletleşmiş, AKP handiyse
Türkiye İslâmî hareketinin telos’u olmuştu. <br /> <br /> O arada aslında
Kemalist eski düzenden (ancien régime) daha ‘ileri demokrasi’
olunduğunun ispatı için yapılan açılımların ve reformların, yeni bir
statüko oluşturduğu anda, yani yeni bir AKP statükosu tahkim olunduğu
noktada durdurulduğu pek fark edilmedi. Hatta 1 Mart'ta tezkereye hayır
deme cesareti gösterebilmiş AKP'lilerin 2007’de tasfiye edilmiş olması,
Beyfendi'nin giderek biat kültünü ve tek adamlığını pekiştirmesi,
rant-yolsuzluk şebekelerinin artık önceki merhaleleri aşıp mafyalaşma
evresine geçmesi bile öteki başarılarla kamaşmış gözlere pek batmadı.
Stadyumlara insanlar doldurularak Führer alıştırmaları yapılması, 45
sayfalık metinlerle becerilememiş olsa da Nutuk denemelerine girişilmesi
ve Reis diye ortalıkta dolaşan milyonlar nihayetinde iktidar coşkusunu
ve güç tutkusunu, büyük bir kesimin libido dominandi’sini yeterince
besliyordu.<br /> <br /> 2012'ye gelindiğinde en son Anadolu Ajansı
operasyonlarıyla en radikal kesimler AKP'nin hegemonik koalisyonuna
kadrolar ve gündem yapma imkânları karşılığında içerilince artık
Beyfendi'ye herhangi bir konuda hayır diyebilecek pek bir sivil güç
kalmadı. Bazı muhalif isimlerin Has Parti’ye yapmaya çalıştığı sosyal
adaletçi aşı da Milli Görüşçüler üstünde tutmayınca son içerilme
operasyonuyla AKP’ye kalkan son Milli Görüş trenine öncekileri kaçırmış
olanlar binip gittiler. Velhasıl biatsız hemen hemen hiçbir İslâmcı veya
dinî görüşlü kalmadı. Geriye ancak Beyfendi'nin 10 yılda ince ince
işleyerek yükselttiği "din-medya-bürokrasi-sanayi kompleksi"
(religious-media-bureaucracy-industrial complex) tarafından hakları
gaspedilen mağdur ve mazlumlar, biatı reddeden ve bombalanan Kürtler,
dürüstlükleri ve onurlarından dolayı içerilmeye karşı duranlar,
Roboski’ye, İNŞ'ye, tecavüz ve katil zanlılarının bürokrasi terfilerine,
sağ-faşist derin devlet tahkimine, NATO-Katar-Suud ittifakına girmeye
hayır diyenler, anti-kapitalistler, kâr-zarar cetvellerine hayatları
feda edilen işçilerin ölümleriyle dertlenen, yolsuzluklara ve
ahlâksızlıklara tavır alabilen bir avuç insan; kısaca din adına olsa
bile ‘iktidar ve güç’ değil; ‘ahlâk ve adalet’ diyenler kaldı. <br /> <br />
Selam olsun o biatsizlere, icazetsizlere, vesayetsizlere. Selam
içerilmeye karşı duranlara, sonuna kadar barış ve adalet emeli
taşıyanlara ve Türk Emperyalizmi’ne hayır diyenlere.</span></span></span></span></h5>
<h5 class="uiStreamMessage userContentWrapper" data-ft="{"type":1,"tn":"K"}">
<span style="font-family: "Trebuchet MS",sans-serif;"><span style="font-weight: normal;"><span class="messageBody" data-ft="{"type":3}"><span class="userContent"> Halil İbrahim Yenigün-10 Ekim 2012 </span></span></span></span></h5>
</div>
hanzalanhttp://www.blogger.com/profile/11612588285127887657noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-2681582277578589972012-08-29T20:07:00.001-07:002012-08-29T20:07:12.357-07:00Mehmet Efe - Sen bir islamcısın oğlum<span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir islamcısın oğlum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Padişahın birbuçuk asır evvel savaşı kaybetti.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">İslam'ı sorumlu tuttular bundan.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Bundan ötürü İslam'cısın sen.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Direnişçilerin ülkenin ırzına geçti.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">On yılda onbeş milyon yavşak ürettiler yenibaştan.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Modernistler ve entegristler babanın ocağına neol ağacı diktiler.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Bundan ötürü aktivistsin sen. Başka türlü olamazsın.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir eylemcisin oğlum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Senin gibileri bertaraf etmek için icad edildi tarafsızlık, hoşgörü,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">hümanizma...</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Çünkü sen dengeleri zorluyorsun, zorlarsın.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Zorlamalısın oğlum..</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Çünkü sen tepeden tırnağa siyasal içeriklisin.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sakalın, şehinşahların halılarına saplanan mızrağın</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">siyasal bir sembolü.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Namazın özgürlüğündür ve</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">sömürgeciliği dinamitleyen siyasal bir eylem.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Kitabın, yeryüzünden fitne ve fesat kalksın için aydınlatıyor yolunu.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Haccın ve zekatın,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini ilan ettiğin dayanışma eylemlerin.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Başörtün, kula kulluğa karşı yükselttiğin siyasal bir sembol.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Kimliğin bir hayat nizamı oğlum; dinin siyasetindir.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir aslan yavrususun; kurtlarla, sırtlanlarla dans edemezsin.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir fanatiksin evladım.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Senden adam olmaz.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Felsefeyle, estetikle avlayamazlar seni.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Kameralar saptayamaz, bilgisayarlar kurgulayamaz.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Standartlara uymuyorsun oğlum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Gırtlağını sıkanın hayalarına tekme atmak senin ruhunda var.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Elinde değil.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Kanını emenin sofrasına oturamazsın.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Masanın örtülerine asılıp görüntüyü bozarsın sen.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen varsan işler yolunda gitmez, şov devam etmez.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Edemez.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir öznesin oğlum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Seni nesne yapmak için kuruldu</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">kürsüler, akademiler, stüdyolar, laboratuarlar, masalar...</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen seyredilensin oğlum, göstericisin; seyirci olamazsın.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Tartışan sen olusun, tartışılan değil.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Senin ayakların iz bırakır, izleyen olamazsın sen.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Tarif eden sen olmalısın oğlum, irfanın vakarındır.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Boynun niye bükük oğlum;</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">üniversite koridorlarında, ekran başlarında, zehir zemberek varoşlarında kentlerin, meclis kapılarında,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">gazete önlerinde, adliye sıralarında, askeri mıntıkalarda..</span><u style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;"></u><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Boynun kıldan ince, kılıçtan keskincedir oğlum,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">inanmıyorsan hergün artarak devam eden şu haberleri oku ve aynaya bak:</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">"Washington'daki Amerika Atatürk Cemiyeti'nin açılış balosuna (21</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Mayıs 1995/Tüm gazetelerden) katılan ABD senatosunun en kıdemli üç üyesinden</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">biri olan "Türk dostu senatör" Robert Byrd</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">"köktendinci karanlık güçlere karşı başarısızlık</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">hem Türkiye hem de batı için felaket olur." tespitini yaptı.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Başbakan Çiller'in de bir kutlama mesajı gönderdiği baloda konuşan</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Robert Bryd, Türkiye'nin batının en güvenilir müttefiklerinden biri olduğunu</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">vurguladı ve Türk Askeri'nin Kore'deki kahramanlığını 'efsanevi' diye niteldi.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">"Cezayir'deki terörist avı: Üç günde 22 terörist öldürüldü...</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Cezayir'de son üç günde düzenlenen operasyonlarda 22 teröristin</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">ölü ele geçirildiği bildirildi. Güvenlik güçleri yetkililerinden alınan</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">bilgiye göre, önceki gün Cezayir'in bir banliyösünde düzenlenen operasyonda</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">11 aşırı dinci terörist öldü.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Son üç günde ülkenin çeşitli yerlerinde düzenlenen operasyonlarda ölü ele geçirilen din istismarcısı örgüt üyesinin</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">sayısı 22 olarak açıklandı..." (Anadolu Ajansı)</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Burada "ölü ele geçirilen din istismarcısı örgüt üyeleri" ni</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">tanıyorsun değil mi oğlum?</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Seçimlerin birinci turunu kazanan FİS yetkilileri ya da üyeleri onlar...</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">"Koç'tan İslamcı avına destek"</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">"Londra'da yayınlanan el-Hayat gazetesi askeri rejime karşı silahlı</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">mücadele içinde olan tüm islami kesimlere karşı üstünlük sağlayabilmek için</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Cezayir'in Türkiye'den 700 adet zırhlı araç alacağını bildirdi.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Gönderilen zırhlı araçların Otokar yapımı olduklarına dikkat çekiliyor."</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir umutsun yavrum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Hatta nicedir yegane umut sensin.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Tarihin sonunun geldiğini,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">liberal ekonomik sistemin kesin zaferi kazandığını ilan etmelerinin</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">önündeki en büyük engel sensin.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Tarihi sürekli yeniden başlatırsın sen oğlum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Tarih senin gibilerin çıplak baldırlarında yükselen bayrakların yürüyüşü.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir bayraksın oğlum, turbo egzozlara flama olamazsın.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Küreselleşen çürüme, kirletilmiş dimağların usul usul bu gerçeği</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">itiraf etmesini engelleyemiyor. Reklam aralarında yeni taksitler icat eden</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">karılarına çaktırmadan seninle savaşan görüntüleri izleyip seni düşünüyor;</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">çocukları okullardan atılan babalar.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Köyleri yıkılan Kürtler seni izliyor,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">delikanlı gidip tabutlar içinde dönen gençler seni izliyor.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Senin gibiler yeşermesin diye yaktılar ormanları:</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Beyaz şarabın beyaz etle içileceği eğitimini alan omuzu kalabalık korkaklar.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Bir mayısta kente inen kurtlar seni izliyor.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Görüntüyü düzeltmek görevlilerini:</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">İşlerin yolunda gittiğini sergileme görevlisi</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">belediye lalelerini parçalayan </span><span class="il" style="background-color: #ffffcc; color: #222222; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">kız</span><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">ın gizli aşkı sensin oğlum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Seni izliyor Belfast'taki, Güney Amerika'daki, Doğu Türkistan'daki,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Filistin'deki, Bosna'daki, Kosova'daki, Arnavutluk'taki,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Fas-Tunus-Cezayir'deki, Harlem'deki, Diyarbakır'daki, Altındağ'daki,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Kadifekale'deki, Gültepe'deki, Kağıthane'deki; banliyödeki, varoştaki,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">gözaltındaki, sürgündeki, ekmek kuyruğundaki</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">'geri kalmış' lar ya da 'azgelişmiş'ler.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen gelişemezsin oğlum; eğri bir kılıçsın sen.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen nefsi müdafaasısın ezilenlerin, mağdurların, çaresizlerin.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Bu yüzden gerici, bu yüzden 'fundamentalist'sin.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Mentaliten senteze uymaz evladım, başka türlü olamazsın.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Bilincine sızdırılan kıvrak sorular, parolalarını parçalayamaz.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">'Lamın cimin vardır' senin!</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sen bir lokomotifsin oğlum, vagon olamazsın.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Başrolde sen varsın oğlum, figüranlık onların vehmi.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Başını gömdüğün kafa karışıklığına,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">başını gömdürdükleri yalnızlık yastığına,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">başına geçirdikleri 'illegalite' yastığına</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">akıttığın gözyaşları sana yakışmıyor oğlum!</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Özgürlük, onur ve adalettir senin ülken.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Gerisi gelip geçici saz semaileri, ciddiye alıp içine atma.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Kitabın sapasağlam duruyor başucunda.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">"Kalk ayağa, yükü ağırdır devin"!</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Komşunu ziyaret et, yere düşeni kaldır, geçtiğin yerde iz bırak,</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">sözlerinin sahibi ol, sahici ol.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Yüzünü yıka ve caddeye çık oğlum.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Sallanma.</span><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><br style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;" /><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">Mehmed Efe/Hiçbir Şeye Katılmıyorum,Hiç</span><u style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;"></u><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 11px;">bir Şeye</span>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-29964040704453743702012-08-20T13:10:00.001-07:002012-08-20T13:11:32.342-07:00 Atasoy Müftüoğlu - Kudüs Günü Konuşması <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<iframe allowfullscreen="allowfullscreen" frameborder="0" height="360" src="http://www.youtube.com/embed/N0OLGBJu1AU" width="480"></iframe></div>
hanzalanhttp://www.blogger.com/profile/11612588285127887657noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-60809652412875904952012-07-27T03:43:00.002-07:002012-07-27T03:43:58.391-07:00Ahmet Örs - İslamcılık Bitti mi?<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">İslamcılık Bitti Mi?</span></b></div>
<br />
<br />
İslamcılık bitmez. İslamcılıkla ilgili birçok tanım ve tahlil yapılabilir ancak onun ölümünü ilan etmek başka bir şeydir. Berlin duvarının çöküşüyle de başka ideolojilerin ölümü ilan edilmiş, kapitalist dünyadan başka bir seçenek kalmadığı söylenmişti.<br />
<br />
İslamcılığın zayıfladığı, yerel ve genel meselelerde çözüm üretemediği, bazı kollarıyla iktidar yapılarına eklenerek çözüldüğü söylenebilir, söylenmelidir ancak onun tümden ölümünü ilan etmek başka bir şeydir, belki bir niyetin açığa çıkmasıdır.<br />
<br />
Müslümanlık/İslamcılık kavramlarının tercihi tartışmaları İslamcılık/İslami hareket kavramları üzerinden de sürdürülebilir. İslam’ı siyasal ve sosyal mücadelenin temeline alan hareketler için sıfat olarak kullanılacak kavramlar tabii ki önemlidir ancak asıl önemli olan o hareketlerin İslam’dan kalkarak neler söyledikleri, hangi sosyal mücadele tarafında durup hangi düşünsel zeminde ilerledikleridir.<br />
<br />
Bugün büyük bir krizle karşı karşıya olduğumuz su götürmez bir gerçek. 28 Şubatın terbiye ettiği genel İslamcı havzadan egemenlerce AKP iktidarı devşirildi. AKP iktidarı da ister istemez çok hızlı bir şekilde devlet yapılanması üzerine oturan İslamcı yelpazeyi büyük bir şaşkınlık ve akabinde yozlaşmayla karşı karşıya bıraktı.<br />
<br />
AKP iktidarı en çok hangi İslamcı kanadı içine alarak dönüştürdü ya da Türkiye’de yer alan İslamcı yelpazenin hangi ana ve ara renkleri var? Bu önemli bir soru çünkü İslamcı oldukları iddia edilen birçok çevrenin yine İslamcı oldukları iddia edilen başka birçok çevreyle birlikte durmaktan ürkmesi, ondan hoşlanmaması herkesçe bilinen bir durum. O halde bazı yazarlar ve çevrelerce sıkça yapılan İslamcılık tartışmalarına bu zaviyeden bakmakta fayda var.<br />
<br />
İslamcılığın “yeni bir durum” olarak son bir asırdan fazla bir geçmişe sahip olduğu göz önünde bulundurulursa onun Osmanlı Devletini kurtarmaktan 60’lı yıllardan itibaren Ortadoğu’daki İslami hareketlerin ürettiği düşünsel ve tecrübî birikimi Türkiye’ye taşıma sürecine kadar giderek evrimleştiği; bunu yaparken de bazı tonlarının bahsettiğimiz o geniş yelpazedeki ana ve ara renklerden giderek ayrılıp ayrıştığı rahatlıkla görülebilir. İşte daha çok “tecdid ve ihya” bağlamında değerlendirilebilecek bu ayrışmalar İslamcılık sıfatını hak etmektedir. Çünkü ideolojik bir görünüme daha uygun bir oluşumları, siyasal temel ve hedefleri itibariyle de yerel ve küresel güçlere paralellik göstermeyen daha bağımsız ve devrimci bir damarları vardır. Bu renk giderek kendini yelpazedeki diğer renklerden ayırmıştır, zaten o diğer renkler de ayrışan bu yeni damarı itikaden neredeyse din dışı ilan etmiştir.<br />
<br />
İslamcılığı “Kur’an ve sahih sünnete dönüş çağrısıyla bağımsız siyasal bir hareket oluş” arasında kaçınılmaz bir bağ olduğunu savunarak tanımlayan bu yeni sürecin filizlenişinden AKP iktidarınca muhasara edilmesi sonucu ortaya çıkan trajediye kadar İslamcılık tecrübeleri ayrıca ve geniş bir biçimde irdelenmelidir.<br />
<br />
Geleneksel İslami yapıların (kendilerine İslamcı denilmesi bizce uygun değildir ancak literatür onları da kapsıyor) cumhuriyet tarihi boyunca iktidarla girdikleri pragmatik ilişkileri kınayıp dışlayarak bağımsız İslami kimliğe sahip olmakla iftihar eden İslamcı yapıların AKP iktidarıyla iç içe geçmiş olmaları görünen o ki bu durumda bir yere kadar hak verebileceğimiz “İslamcılık bitti” iddialarını ortaya çıkarmıştır.<br />
<br />
Bahse mevzu ettiğimiz İslamcı kanadın, geleneksel çevrelerin çok ötesine geçmiş ve siyasallaşarak yerel ve küresel hegemonyanın hışmına uğramış Milli Görüş partilerine göstermedikleri toleransı aşarak neredeyse bir aşk boyutuna varacak derecede AKP iktidarına göstermesini anlamaya çalışmak gerekiyor.<br />
<br />
Güçlü siyasal tecrübeden yoksun, entelektüel birikimi akim kalmış bir süreç olarak 28 Şubatın da hızlandırıcılığı sonucunda bağımsız İslamcılık düzene eklemlenmiştir. AKP’ye eklemlenmek ister istemez en azından sonuçları bakımından yerel ve küresel ilişkilere, parçacıklarla da olsa eklemlenmektir. İktidarın yerel ve küresel odaklarca zayıflatılabilme korkusu bu gidişat içinde olan eski bağımsız İslamcı çevreleri daha da derin korkulara sürüklemiş, iktidar partisine bağlılığı dramatik boyutlara ulaştırmıştır.<br />
<br />
12 Eylül solu bitirmeyi amaçlarken Türk-İslam senteziyle de İslami hareketlerin önünü kesmeyi, onların rotasını saptırmayı amaçlıyordu. 12 Eylül süreci birinci hedefine büyük oranda yaklaşırken ikinci hedefinde eksik bıraktığı yerleri 28 Şubatta, bu defa başka usullerle giderdi (postmodern darbe).<br />
<br />
24 Ocak kararlarıyla birlikte küresel bir operasyonun Türkiye ayağı olarak yürürlüğe giren neoliberal dönüşüm politikaları nihai aşamada iki darbe sürecinin terbiye ettiği Türkiye İslamcılığına bel bağlamış görünüyordu. Çünkü ancak halkla göreceli olarak barışık bir iktidar bu politikaların sorunsuzca ilerleyebilmesini mümkün kılabilirdi ki bu da sentezci dindar AKP iktidar süreçleriyle mümkün oldu. Böylece 12 Eylülün ruhuna uygun bir süreç rızaya uygun olarak İslamcılara kabul ettirilmiş oldu. Ancak trajikomik bir şekilde Pinochet örneğinde de olduğu gibi 12 Eylülün başlangıç ucundaki Evren ve cuntası, 12 Eylülün diğer ucunu tutan AKP iktidarıyla yargılanmaya başlandı.<br />
<br />
İslamcılığın iflas ettiği söylenecekse eğer, önce yerel ve küresel operasyonları anlamaktan aciz bu düşünsel sefaletinden dolayı iflas ettiği söylenmelidir. İran İslam devriminden İhvan’a, oradan Cemaat-i İslami’ye, Hizbu’t-Tahrir’e varan geniş fiili ve düşünsel tecrübelerden yararlanarak iyi kötü kendine yer açabilen, başka ideolojilerle, en çok da Ali Şeriati rüzgârıyla, irtibatlar kuran bağımsız İslamcılığın bu trajik ve hızlı çözülüşü sebep ve sonuçlarıyla tartışılmalı, bu sürecin tümden terk edilip edilmediği masaya yatırılmalıdır.<br />
<br />
Özellikle AKP iktidarının 12 Eylül politikalarının bir devamı olarak bir sentez yapıp bağımsız bir İslami kimlik üzerinden yeni bir siyasal durum oluşturma potansiyelini emmesi, yaygın tabirle iktidarın İslamcıları “memur” yapması gönülden rıza gösterilen bir tablo olarak orta yerde durmaktadır. “Devlet”in en alt birimindeki idari kadrolardan en üst siyasi kadrolara kadar eski İslamcı bakiyenin fütursuzca kullanılması İslamcılığın iflasını dillendirenler için uygun ve anlaşılabilir örneklerdir.<br />
<br />
AKP’li “devlet”in yetişmiş İslami kadro ve potansiyeli arsızca kullanmasına yelpazenin bütün renkleri içinde yer tutan geleneksel unsurların bir itirazı yoktur ancak kendi içinde ve tercihlerinde kıvranıp duran nispeten daha devrimci bir gelenekten gelen İslamcı unsurlar için durum ister istemez farklıdır. Tamamen vazgeçmekle sentezci çelişkileri izah etmek bu çevreler için yakın gelecekte sarsıcı sonuçlar doğuracaktır: ya tümden iktidarın sadece kültürel/gençlik/sivil yapılanmaları olarak kalmak ya da bu netameli süreçten çekilip sıyrılmak. Birinci ihtimalde oldukça yol alındığından ikinci ihtimalin şu aşamada gerçekleşmesi oldukça zor görünmekte, angajmanlar düşünsel ve siyasal anlamda eli kolu bağlı bir pozisyon yaratmaktadır.<br />
<br />
İslamcılığın (İslami Hareket de diyebiliriz) yerel ve küresel mevcut duruma karşı yeni ve özgün itirazlar üreten, bunu siyasal/entelektüel zeminde bir söylem düzeyinde somutlaştırıp pratik muhalefet noktasına taşıyan ve en nihayetinde İslamcılığın tümden ölmediğini fiili olarak kanıtlayan bağımsız kanatları yok mudur? Elbette vardır. İstanbul’dan Anadolu’ya kadar irili ufaklı merkez ve gruplar egemen siyasetin emdiği İslamcı yelpazenin dışında kalarak süreci ifşa etmeye çalışan, yerelde yaşanan değişim ve dönüşümleri küresel çerçevede anlamlandıran, yaşanan neoliberal dönüşümü kavramaya çalışarak mevcut siyasetlerin eksenini açığa çıkarmaya gayret eden bir çaba içerisindedir. İster istemez AKP iktidarına muhalif bir pozisyonda hareket eden bu grupların söylemleri iktidara eklemli diğer İslamcı çevrelerin tutumlarını daha da pekiştirmektedir. Özellikle Ortadoğu’da tamamen iktidar eksenli siyaset yapan bu İslamcı çevreler, başka tezlerle siyaseti ve küresel ilişkileri anlamlandırmaya çalışan muhalif İslamcıların söylemleri karşısında derin bir öfke ile siyaset yürütmekte, bu sebeple de iktidar merkezine daha çok yakınlaşmaktadırlar.<br />
<br />
Aynı durum yeni İslamcı yapılanmalar kapitalizm/emek sömürüsü ve çevrenin yağmalanması, AKP iktidarının sermayeden yana tutumuna karşı çıkarken de görülmektedir. Sol/sosyalist etkilenmelerle suçlanan bu çevrelere karşı sığınılan adres de ister istemez iktidar politikalarıdır. Bu sığınmacı anlayış Kürt sorununda da aynen devam ediyor. Devlet politikalarına bu kadar eklemlenildikten sonra bağımsız, özgün bir siyasal hat inşa etmek neredeyse artık imkânsızdır ve bu İslamcılık tabii ki bitmiş ve iflas etmiştir ancak o çizgiyi köşeye sıkıştıran yeni damarı gör(e)meden yapılan topyekûn “İslamcılık öldü” ilanı da tartıştığımız çerçeve itibariyle de açık bir yanlışlık ve haksızlıktır.<br />
<br />
İnsanları Kur’an’la buluşturmak, onları yeryüzünde adalet ve özgürlük mücadelesinde saf tutmaya çağırmak demektir. Sahih sünnet çağrısı da zulmün üzerine giden bir Resul’ün ayak izlerini ortaya çıkarma çabasından başka bir şey değildir. Bu tabloyu örten muharref din anlayışını ıslah etme çabası ile siyasal bağlamda özgün tezler ve pratikler üretmek doğrudan birbiriyle ilintili çabalardır. Biri ertelenerek ya da bütünüyle iptal edilerek İslamcılık yapılamaz. İslamcılık öldüğü, bazı iddiaları iptal edildiği zaman da hakikatin üzeri örtüleceğinden insanlık kaybetmiş demektir.<br />
<br />
<a href="http://platformhaber.net/?p=15752">kaynak</a><br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-49033109715873989552012-07-24T18:46:00.002-07:002012-07-24T18:46:15.082-07:00HAS Parti meselesi üzerine Bekaroğlu RöportajlarıEmek ve Adalet Mehmet Bekaroğlu'nun Numan Kurtulmuş'un iktidara kenetlenmesi üzerine verdiği iki röportajı telif etmiş <a href="http://www.emekveadalet.org/bekarogluroportajlari/">şurada</a>, aynen alıyoruz<br />
<br />
***<br />
<br />
<i>Mehmet Bekaroğlu emek ve adalet zemininde buluşan bir çok arkadaşımız için çok önemli bir isim ve bu çabanın temel ilham kaynaklarından biri. Zeki hocamızla birlikte Has partiyi bir ihtimal olarak dikkate değer kılan birkaç isimden biriydi. Ancak elbette bizim için Has parti dolayımından ibaret olmadı. Önemli bir bölümümüzün Fazilet Partisi’nde milletvekilliği döneminden beri izlediği, 2000 ölüm oruçları dönemindeki faaliyetleri, 2007′deki siyaset girişimi deneyimi ve 2009 Saadet Partisi İstanbul belediye başkan adaylığı kampanyası ile çoğumuzu heyecanlandıragelmiş, siyasete dair umutlanmamıza vesile olmuş bir isim. Geniş bir çevreyle birlikte çıkardıkları doğudan dergisi kaynakçamızın temel taşlarındandır. Dün sağolsun Taksim’deki kardeşlik iftarında da aramızdaydı. Has parti deneyimi vesilesi ile radikal ve özgür gündem’e iki güzel röportaj vermiş. Pek çok derdimize bir kez daha tercüman olmuş. “Hak, adalet, özgürlük” arayışını “fabrikada çalışanlarla, tezgâhtarlarla, tarladakilerle, cami cemaatiyle buluşturmanız lazım” tespitinin özellikle altını çiziyor, can-ı gönülden katıldığımızı söylemeden edemiyoruz. Çok faydalandık, paylaşıyoruz.</i><br />
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0.0001pt; text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">''Tayyip Bey
ustalığını kullandı''</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Pınar Öğünç,
Radikal 22/07/2012 </div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Numan
Kurtulmuş AK Parti’ye geçti, HAS Parti’nin akıbeti muamma. ‘Yol arkadaşı’
Mehmet Bekâroğlu’yla ‘Müslüman sol’u konuştuk.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Son dönemde
Halkın Sesi Partisi’nde (HAS Parti) yaşananlar üzerine bir dolu siyasi analiz
yapılabilir. Ama siz nasıl hissediyorsunuz onu merak ediyorum.</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Ben de
yokladım kendimi, neler oluyor diye. Şaşkınım diyemem. İşaretleri vardı çünkü.
Ama tabii insan burukluk hissediyor. Yoruldum mu diye soruyorum kendime. Ama
netim, ne olduğunu çok rahat bir biçimde tanımlayabiliyorum.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Sizin bu ilk
de değil. Ertuğrul Günay ’la da benzer bir durumu yaşamıştınız. Özeleştiri
yaptınız mı? Belki siz iyi tahlil edemiyorsunuz. Belki baştan yollar ayrı.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Doğru,
eleştirdim. Belki de herkesten özür dilemem lazım. Doğru, yol arkadaşı
konusunda daha dikkatli olmam gerekiyor. Ama aldatma şeklinde bakacaksak, ben
aldatılan olmayı tercih ederim. Arkadaşım Ertuğrul Günay ’ın yakın zamanda
yaşadığı iki olaya bakınca acınacak durumda olan ben değilim.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>AK Parti ,
HAS parti çerçevesinde söylediklerinde ısrarcı bir Numan Kurtulmuş istemez. Ama
bambaşka bir insana da dönüşmez herhalde. Öyle düşünüyor insan. Kurtulmuş, AK
Parti ’de bir tür değişime yol açabilir mi?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
“Bu
yanlıştır, doğrusunu yapacağım” diyorsanız, bu emeğinizle kaza kaza gideceğiniz
bir yoldur. Arkadaşım kusura bakmasın, birinin himmetiyle bir yere gelecek,
orada bugüne kadarki düşüncelerini uygulayacak, olabilir mi? Güzel şeyler
yapsın ben de isterim ama mantıklı değil. Yapacağı duble yolla da ben
ilgilenmiyorum. Ben geçim korkusuyla, kula kullukla, yardım kuyruklarıyla
ilgiliyim.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
‘Müslüman
sol’ diye özetleyebileceğimiz siyaset, entelektüel bir arayışı aşabilir mi?
Bunun tabanı var mı Türkiye ’de?</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Bizimki
entelektüel bir hareket değil, teori falan çalışmıyoruz. Şimdilik öyle
görünüyor olabilir. Bu Müslüman bir toplum ve bu toplumda hak, adalet, özgürlük
arayışının tutması gerekiyor. Fakat din hep başka şeylerin aracı olarak
kullanılmış. Sol da bu ülkeye hak, hukuk arayışı üzerinden değil, tuhaf biçimde
yaşam tarzı üzerinden gelmiş. Bu iki tarafta bir tarihsel hata var. Bütün bu
haksızlıklar, eşitsizlikler, taşeronlaşmalar bir Müslüman tarafından nasıl izah
edilebilir? Biz edilemez diyoruz. Müslümanlığın içinde zaten olan bu arayışı
örgütleyelim istiyoruz. Anlatacaksınız, insanlar dinleyecek. Bir nokta var,
oraya kadar mücadele edeceksiniz. Karşılığını sonra görürsünüz. İnsanlar bizi
anlamıyor, toplumda karşılığı yok gibi fikirlere inanmıyorum.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Peki HAS
Parti o söz ettiğiniz noktaya geliyor muydu? Ne kadar uzağındaydı ya da?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
HAS Parti
ilk amacına ulaşmıştı. İktidar bizden rahatsız oluyordu, bu kesin. Tayyip Bey
hep bu toplumu kimlikler, yaşam tarzları üzerinden bölerek iktidarını kurdu.
Vesayet sistemini, 28 Şubat’ı gösterdi. Millet vasayetçilerin karşısında kimi
görürse ona rey verdi, bu doğal ve alkışlanacak bir reflekstir. Fakat bunun
sonuna gelindi. Tayyip Bey kendisi merkez oldu, devlet oldu. Daha da önemlisi
Anadolu ’dan hak talebiyle yürüyen, içinde dindarlığın, Müslümanlığın olduğu
dalga, hükümet oldu, şu oldu, bu oldu ve firavunlaştı, Karunlaştı. Mahalle bu
şekilde bölünmeye başladı. Bizimkiler falan ama aşağıda 800 lira maaşla geçinen
biri için nereye kadar ‘bizimkiler’? Aşağısı homurdanıyor, hissediyorum,
değiyorum o insanlara. Dayanabilseydik, örgütleyebilseydik anlam kazanacaktı o
homurdanma. İktidara endeksli bir iş yapmıyoruz ki. Yavaş yavaş olacaktı.
Önemli bir eşiğe gelmişken, Tayyip Bey ustalığını kullandı. Hem vicdanını
rahatsız eden bir odağı ortadan kaldırdı. Hem de oradan önemli bir aktörü
bünyesine kattı. En büyük yarayı alacağı yerdi; yumuşak karnını geçmişiyle
temiz, toplumun tanıdığı bir insanla telafi etmek istedi böyle.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Aşağıda
görünmeyen bir homurdanmadan söz ediyorsunuz. Bir de ilginç geldiğinden
herhalde, daha da görünür kılınan çoğu genç bir Müslüman kitlenin muhalefeti
var. Mülkiyetin paylaşımı üzerinden konuşan, antikapitalizmden söz eden
Müslüman kitle. Mesela onlar Erdoğan’ın bu ustaca oyununa gelir mi?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
O gençlere
ne yapıyorlar, “Bunlar marjinal”… Egemenlerin klasik yöntemidir. Tayyip Bey hep
der ya “Bunlar ideolojik gruplar…” Bu kitlenin susacağı yok. Bakın, okumuş bir
grup gençle Taksim’e çıkabilirsiniz. Güzel bir şeydir, rahatsız da eder. Ama
bunu fabrikada çalışanlarla, tezgahtârlarla, tarladakilerle, cami cemaatiyle
buluşturmanız lazım. Belki bunu bir süre ertelediler ama ok yaydan çıkmıştır.
Cemaat, Milli Görüş kavgaları olacaktır ama bunlar iktidar kavgası. Esas kavga
bu yarılmadan kopacak. ‘Sınıf’ deyince, solcusunuz diye marjinalize ediyorlar.
Ama bunu mevcut klasik sol örgütleyemez. HAS Parti yapabilirdi. Maceraya
atılacak değiliz, ama ne yapabileceğimize de bakacağız. Siyasi hareket olarak
devam edeceğiz kaç kişiysek.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
‘Küçük
dilimi yutuyorum’</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Saadet
Partisi’nden sonra hemen parti kurulmasına karşıydım. İmkânlarımız, takatimiz
buna el vermiyordu. İnsanlara derdimizi anlatalım, sonra parti kuralım istedim.
Milli Görüş’ten gelenler kafalarını çok iktidara endeksli kurmuşlar. Azınlıkta
kaldık. Seçimden sonra konuştuk. Demek buna şimdi ihtiyaç yokmuş, parti öncesi
durumumuza dönelim, tabana inelim dedik. Fakat Numan Bey ve bazı arkadaşların
psikolojisi “Bu iş olmuyor”du. Böyle bir paniğe kapıldılar ve Sayın Kurtulmuş’u
seçimden sonra motive edemedik. Daha evvel iktidara gidemeyenler için son
trendi bu. Beni çok rahatsız eden şeyler yaşandı. Mesela parti kurulmuş, adam
sonra bir daha hiç gelmemiş. Olmuyor diye düşünmüş yahut şu makama gelemedi
diye uğramamış. Küçük dilimi yutuyorum, o insan şimdi “Bu gidiş çok iyi” diye
çıkıyor ortaya. “Tek başınıza olmaz, ekibinizle gitmeniz lazım” diyor. “Beni de
götür” diyor yani. Sen nereden ekipsin? Geçen toplantıya gelmiş, ev sahibi
gibi. İnsan utanıyor. İsim vermem, bir profesör kendisi.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
‘Belki
başbakan olur ama…’</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Biz parti programı
değil, manifesto yazdık. Numan Bey arkadaşımdır ama onun dışında bir ilke
olarak orada kapılar arkasında hiçbir şey yapmayacağımızı söylemişiz. Bu, Numan
Kurtulmuş’u benim nezdimde, yaptığımız siyaset anlamında Numan Kurtulmuş
olmaktan çıkardı. Programımızda ‘itiraz ediyoruz’ dediğimiz şeyler yaşandı.
Numan Kurtulmuş, demokrasiyi bir iktidar oyunu, arkadaşlarını, partisini bir
araç olarak gören biri oldu. Belki başbakan olacak ama benim gözümde bunu oldu.
Tamam, büyük oylar almış bir parti değildik ama oy oranından fazla etkisi olan
bir partiydi. Önemli olan, “Hırsız Müslüman istemiyoruz” deyince karşı tarafı
rahatsız eden, bir kesimin sığınacağı yerdi. Bu umudun ötelenmesi büyük bir
vebal. Şimdi ne yapacaksın, Türkiye ’yi mi kurtaracaksın, beş misli duble yol
mu yapacaksın?</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<o:p><br /></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<o:p><br /></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<o:p>***</o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: 0.0001pt; text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">''Bu kafa
çözüme yetmez''</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Diha’dan İbrahim
Aslan ve Mehmet Şah Oruç </div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
HAS Parti
Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu, Kurtulmuş’un AKP’ye geçişini ve
hükümetin Kürt sorununa yaklaşımını değerlendirdi.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
“AKP’ye
işledikleri bütün günahları hatırlatıyorduk. Bundan ciddi bir şekilde
rahatsızlık duyuyorlardı. Böyle bir merkezin etkisini azaltmaya çalışıyorlar.
Erdoğan, Kurtulmuş’u kendisini güçlendirecek bir araç olarak da gördü ve davet
etti. Hükümetin kafası, anlayışı, kavrayışı, Kürt sorununu çözmeye yetmiyor.
Kürtler ve diğerleri ile ortak olabilecek bir Türkiye, tasavvur etmiyorlar.
Samimi olarak çıkacaksınız ayrımcılık yaptığınızı, bundan vazgeçtiğinizi ilan
edeceksiniz.”</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Erdoğan,
Kurtulmuş’u araç olarak gördü</div>
<blockquote class="tr_bq">
AKP değişim
dinamiğini kaybetti. Özellikle Uludere, Suriye’de en son uçak krizi, cezaevi
yangınında 13 insanın yanarak can vermesi, Samsun’daki TOKİ konutlarında
çocukların boğulması ve bunlara karşı takındıkları tavır, Kürt meselesi ile
geliştirdikleri yeni tarz. Bütün bunlar AKP’nin değişim dinamiğini
kaybettiğini, devlet rengine büründüğünü gösteriyor.<br /><o:p> </o:p>Numan
Kurtulmuş’un Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın davetine verdiği yanıtı
değerlendiren HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu,
“Hem yapılan iş yanlış hem de yapma biçimi yanlış. Yanlışlarla yapılan
hareketle de yeni Türkiye inşa edilemez. Eski Türkiye tekrar edilir gibi
geliyor bana” diye konuştu. AKP’nin değişim dinamiğini kaybettiğine dikkat
çeken Bekaroğlu, Ortadoğu’ya yönelik politikalarla AKP’nin bütün
politikalarının olduğu gibi uluslararası politikalarının da çöktüğünü dile
getirdi. Bekaroğlu, Kürt sorununda gelinen noktayı ise, “Şimdi bunlar az bir
şey verecekler, pazarlık yapacaklar. İnsan haklarının pazarlığı olur mu
kardeşim? Ben diyorum ‘bir lira alacağım var.’ Sen önce inkar ediyorsun, sonra
diyorsun ‘gel 50 kuruşta anlaşalım.’ Batak paraları kurtarmak için böyle bir
şey olabilir, ama insan haklarında böyle bir şey olabilir mi?” dedi.<br /><o:p> </o:p>HAS Parti
özgülünde yaşanan gelişmeler, Numan Kurtulmuş’un aldığı karar, AKP’nin ve
Başbakan Erdoğan’ın HAS Parti’ye yönelik davetleri ile neyi amaçladıkları,
AKP’nin Ortadoğu ve Suriye politikaları ile Kürt sorununda son dönemde yaşanan
gelişmeleri dindar kesim içerisinde “sosyal adalet” çizgisiyle öne çıkan ve bu
çizgisinden taviz vermeyen HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet
Bekaroğlu’na sorduk.</blockquote>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Öncelikle
Genel Başkanınız Numan Kurtulmuş’un AKP’nin davetine verdiği yanıtı nasıl
değerlendiriyorsunuz?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Halkın Sesi
Partisi geçmişte değişik mecralarda hak, hukuk mücadelesi veren, sömürüye, kula
kulluğa karşı çıkan insanları biraraya toplamış ve adalet, özgürlük, eşitlik
imtiyazlarının ortadan kalkması gibi değerler üzerinde birlikte siyaset yapan
bir siyasi partiydi. Sadece amaçlar değil, eyleyiş açısından da iddiaları
vardı. Biz demokrasinin maalesef iktidarın bir oyununa dönüştüğünü görüyorduk.
İnsanın, parti programlarının, ideolojilerin bu oyunu araçlar haline
getirmesine itiraz ediyorduk. Bütün işler kapalı kapılar arkasında yapıldı.
İnsanlar, sadece bir oy makinası olarak görüldü. Asla paydaş olarak kabul
görmedi. Bunlara itiraz etmiştik. Böyle bir siyasi bir yapı kurmuştuk. Fakat,
işte bu son günlerde herkesin şahit olduğu gibi Sayın Genel Başkan, bu sözleri
söylememiş gibi, bir de çok ağır eleştiriler yapmıştı iktidar partisine. Bu
ağır eleştiri yaptığımız partiye gitti. Oluyor, siyaset böyle bir şey. Siyaset
eğer iktidar oyunu ise, Sayın Genel Başkanımızın yaptığı da bu oyuna dahil olmak.
Görünen bu.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Genel
Başkanınızın verdiği kararı kişisel olarak mı görüyorsunuz, yoksa arka plandaki
siyasal bir gelişmenin ürünü mü?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Kişisel
menfaat filan, o şekilde bir şey söylemem. Öyle değildir, ama burada Sayın
Genel Başkan, hep kendisini bir şey olmak için kuran bir insan. Yakın vadede
bir şey olunamadı. Zorluklar, işte seçim sonuçları, ekonomik problemler falan.
Bütün bunlar sonrasında yaş da ilerliyor, buradan da davet var. Bir şey olma,
hizmet gibi ihtimaller var diye gitti. Şimdi tabi bunu meşrulaştırıyor. Önce
kendisine kabul ettirmek için ister istemez bu gibi şeyler biraz kutsanacak,
büyütülerek meşrulaştırılıyor. O da öyle yapıyor. “Yeni Türkiye’yi inşa
edeceğiz, birlikte güç diyoruz” gibi şeyler söyleniyor. İçeriye de “Milli Görüş
yeniden kuruluyor” filan deniliyor. Bu yanlış bence. Cephe eski Türkiye’nin
siyasetidir. Kapalı kapılar arkasında bu işler kotarılıyor. Yani hem yapılan iş
yanlış hem de yapma biçimi yanlış. Yanlışlarla yapılan hareketle de yeni
Türkiye inşa edilemez. Eski Türkiye tekrar edilir gibi geliyor bana.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Numan
Kurtulmuş’a Başbakan Erdoğan’ın böyle bir çağrıda bulunmasının arkaplanında
hangi amaçlar yer alıyor; bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Bir; biraz
içerden muhalefet gördü. Muhafazakar çevre içinden sert muhalefetle karşılaşıyordu.
İşledikleri bütün günahları hatırlatıyorduk onlara. Yanlışlıkları söylüyorduk.
Bundan ciddi bir şekilde rahatsızlık duyuyorlardı. Böyle bir merkezin etkisini
yok edemezler; ama azaltmaya çalışıyorlar. En temel amacın bu olduğunu
düşünüyorum. İkincisi önümüzdeki dönemde hem kendi içlerinde hem de Türkiye’de
ciddi bir iktidar kavgası olacaktır. Sayın Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı
olmak istemesi, yapmak istemeyenler ile bir mücadeleye girecek. Sayın
Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlığı’nı bıraktıktan sonra AKP içindeki kavgalar,
tabi bölgemizde olup bitenlerle de iç içe olarak farklı siyasal gelişmelerin
olacağı görülüyor. Öyle tahmin ediyorum ki, Numan Kurtulmuş’u kendisini
güçlendirecek bir araç olarak da gördü ve davet etti.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Peki bu
arayış AKP’nin politikalarını olumlu yönde etkiler mi?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Bence, AKP
değişim dinamiğini kaybetti. Özellikle Uludere, Suriye’de en son uçak krizi,
cezaevi yangınında 13 insanın yanarak can vermesi, daha ondan önce AVM’de
Esenyurt’ta çıkan yangında insanların yanması, Samsun’daki TOKİ konutlarında
çocukların boğulması ve bunlara karşı takındıkları tavır, Kürt meselesi ile
geliştirdikleri yeni tarz. Bütün bunlar AKP’nin değişim dinamiğini
kaybettiğini, devlet rengine büründüğünü gösteriyor. Dolayısıyla eski
Türkiye’ye döndü. Halbuki, her ne kadar Türkiye’nin yüzde 50’si AKP’ye rey
veriyorsa bile bence bu toplum farklı bir Türkiye istiyor. Bu şekilde yol
alamayacağını düşünüyor. Zaten AKP Türkiye’yi değiştirecek inancıyla AKP rey
vermişti. Bundan sonra AKP içe kapanıyor bence ve devletleşiyor. Dolayısıyla bu
AKP’yi kurtaramaz benim kanaatim.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Siz çeşitli
iddialarla HAS Parti olarak yola çıktığınız. Sizin bundan sonra yapacaklarınız
ne olacak?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Öteden beri
söylediğimiz şeyleri söylemeye devam edeceğiz. Söylem ortada, sadece söylem
değil bir de değiş biçimi de ortada, siyasete nasıl baktığımız ortada. Biz
insanlarla ortak olarak, paydaş olarak, eşit olarak ve onlarla konuşarak bir
şey yapıyoruz. Genel başkan ve AKP’ye giden ekip kapalı kapılar arkasında bir
şey kotardılar. Biz açık olarak yapmaya devam edeceğiz. Bu söyleme bir kürsüydü
HAS Parti. Şimdi bu kürsü etkisiz bir hale gelecek; ama biz başka kürsüler de
inşa ederiz. Başka müttefikler de buluruz. Ve konuşmaya, bildiğimizi söylemeye,
anlatmaya ve bunları eleştirmeye, rahatsız etmeye, bu sözü örgütlemeye devam
ederiz.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>HAS Parti ve
AKP’nin durumuna ilişkin değerlendirmeleriniz bu şekilde iken, AKP’nin son
dönemde özellikle Suriye ile yaşanan gerginliği de dikkate aldığımızda Ortadoğu
politikalarını nasıl yorumluyorsunuz?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Bence
AKP’nin bütün politikalarında olduğu gibi uluslararası politikaları da çöktü.
Özellikle Ortadoğu ile ilişkiler çok ciddi bir şekilde çöktü. Ahmet
Davutoğlu’nun “sıfır sorun” politikası, bunlar çöktü. Türkiye “sıfır sorun”
falan derken komşuları ile savaşacak noktaya geldi. Hatta bir bölge savaşına
sebep olabilecek bir noktaya geldi. Şu uçak düşme krizindeki komikliklere
bakın. Rezalet bu. Türkiye uçağının orada ne işi var. Kim düşürdü, düştü mü,
düşmedi mi nedir bu? Çelişkili dünya kadar açıklama var. Dünyaya rezil oldular.
Buradan nasıl çıkacaklar, bunları bildiklerini sanmıyorum. Davutoğlu, Sayın
Başbakan, Suriye işinde baştan beri ciddi yanlışlıklar yaptı. Yani 2-3 haftada
Suriye’nin Libya gibi devrileceğini filan düşündüler. Hiç okuyamadı. Suriye’nin
Suriye’den ibaret olmadığını, Suriye’deki İran ve Rusya’yı göremedi. Ve
maalesef Suriye halkının adalet ve özgürlük talebini kana buladılar. Sivil
silahsız halk ayaklanmasını silahlandırdılar. Bugün şu kadar insan ölüyorsa
bunda Suriye muhalefetini silahlandıranların da büyük katkısı var. Akan kandan
sorumludurlar. Buradan zarar görmeden çıkmak için çırpınıyorlar. Rusya’ya falan
gidiyor. Takip ediyoruz, bakalım ne yapabilecekler. Yani burada hükümetin,
Ahmet Davutoğlu’nun yanlış öngörülerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yani
bir kitap yazmış zamanında “stratejik derinlik” diye akademik fanteziler. Bu
akademik fanteziler gerçek hayatla örtüşmez. Türkiye’ye çok büyük bir zarar
veriyor bence. Bölge halklarına çok büyük bir zarar veriyor. Bu büyük bir yanlış,
öngöremediler ve okuyamadılar. Batı’nın Suriye ile ne yapacağını göremediler
maalesef. Ve Türkiye’yi büyük bir sıkıntı içine soktular. Kendileri de hükümet
olarak çok zor durumdular diye düşünüyorum.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Kürt sorunu
noktasında son olarak Diyarbakır’da DTK ve BDP’nin düzenlemek istediği mitinge
getirilen yasak ve sonrasında ortaya çıkan fotoğraf, tıkanmanın üst boyutta
olduğunu gösteriyor. Hükümet “Kürt açılımında” nereye gidiyor…</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Vallahi
bence hükümetin kafası, anlayışı, kavrayışı bu işi çözmeye yetmiyor. Kürtler ve
diğerleri ile ortak olabilecek bir Türkiye tasavvur etmiyorlar. Burada problem
var. “Bir şey verelim bu problemi çözelim” bu şekilde bu problem çözülmez.
Samimi olarak çıkacaksınız ayrımcılık yaptığınızı, Türkiye’yi sıkıntıya
soktuğunuzu söyleyeceksiniz. Bundan vazgeçtiğinizi ilan edeceksiniz. Bunun
gereklerini yapacaksınız. Bunun için dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Yani
yapılacak anayasal güvencelerle, özür dilemelerle filan bu yolu açacaksınız.
Sonra örgüt, ‘terör’ falan bunlar ayrı. Elbette bunu doğuran Kürt meselesidir;
ama bunun çözümü başka şekilde ele alınır. Muhatap kabul edilir, oturulur
konuşulur. Bir sürü örnekleri var. Şimdi bunlar az bir şey verecekler, pazarlık
yapacak. İnsan haklarının pazarlığı olur mu kardeşim. Hakların pazarlığı olur
mu. Ben diyorum bir lira alacağım var. Sen önce inkar ediyorsun. Sonra diyorsun
“gel 50 kuruşta anlaşalım.” Böyle bir şey mi yani? Ticarette falan olabilir,
batak paraları kurtarmak için böyle bir şey olabilir, ama insan haklarında
böyle bir şey olabilir mi? Öncekiler de, Sayın Erdoğan da, AKP hükümeti de
böyle bakıyor yani. İşte 50 kuruş vererek, Kürtleri bir liradan vazgeçirecek.
Böyle komik bir şey. Bu açılım falan değil. Şu anda uygulanan politikalar da
böyle. Size ne ya insanlar miting yapsın. Orada bir suç işlenirse tamam. Niye
önlüyorsun sen mitingi. Suçu önledim, ne suçu, ne olacaktı. Daha evvel o
meydanlarda dünya kadar miting yapmış bu siyasal hareket. Niye provoke
ediyorsun, güç gösteriyorsun. Buna benzer dünya kadar yanlış yaptılar. Newroz’da
yaptılar, başka zaman yaptılar. Yaptılar da yaptılar. Yanlış yapmaya da devam
ediyorlar. Üstelik de bu yanlışları da takdim eden tuhaf bir adam var; İçişleri
Bakanı. Tuhaf bir adam, anlaşılır gibi değil. Artık bu İçişleri Bakanı’nın
densizliğidir, işte gaflarıdır izah edemeyiz biz bunu. Bu kadar ısrarla
tuttuğuna göre, bu densizlik ise de Başbakan’ın densizliğidir, gaf ise
Başbakan’ın gafıdır. Bu ne ya, buradan nereye gidecekler anlayamıyorum.</div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<i>Yine Kürt
sorunu ile bağlantılı olarak PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit bir
yılına yaklaşıyor. Ve Kürt sorununda Kürt siyasi çevreleri sorunun çözümü için
Öcalan’ı adres gösteriyor. Bu duruma yönelik yapılması gereken nedir?</i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
Şunu
söyleyeyim; bu akan kanın akıtılmasının durmasına ve Türkiye’de birlikte
yaşamanın anayasal ve reel şartların oluşmasına kim katkı sağlayabiliyorsa
sağlasın. Öcalan da, kim varsa sağlasın, zaten daha evvel görüşülmüş. Bence
orada örgütle, hakların müzakere edilmesi, pazarlığının yapılması da doğru
değil. Yani haklar ortadır, bellidir. Bunları bugüne kadar gasp ettiğin için
“özür” dileyeceksin. Ve hakları kabul edeceksin. Vereceğim vereceğim havası ile
değil, ama Öcalan’ın durumu, örgütün dağdan inmesi, hakların verilmesine
paralel olarak bu nasıl olacak bunlar teknik konular. Bunlar konuşulur edilir,
ama bu süreçte Öcalan’ın katkısı varsa, ki var olduğu görülüyor çok açık bir
şekilde. Bunun yöntemi bulunsun. Zaten görüşmüşler, ne oldu yani şimdi. Ne
yapıyorsunuz? “Bu işi çözüyor musunuz yoksa zamana mı bırakıyorsunuz” diye
sorarlar. Ve doğrusu ben de soruyorum.</div>
<!--EndFragment--><br />
<br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-65951705441738036512012-07-24T18:37:00.000-07:002012-07-24T18:54:28.601-07:00Asef Bayat - Post-İslamcılık Nedir?<span style="background-color: white;">Asef Bayat'ın yazısı <a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73">İslami Yorum</a>'da Fatih Peyma çevirisiyle yayınlandı.</span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span><br />
<span style="background-color: white;"><br /></span><br />
<div style="text-align: center;">
<span style="background-color: white;"><b><span style="font-size: large;">Post-İslamcılık Nedir?</span></b></span></div>
<br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Post-İslamcılık teriminin oldukça kısa bir geçmişi vardır. Bu
terimi 1996’da, <i>Post-İslamcı Bir
Toplumun Ortaya Çıkışı</i><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref1"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn1"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[1]</span></sup></a> adlı kısa yazımda ortaya atmıştım. O yazımda Humeyni sonrası İran’ın
tanık olmaya başladığı dini düşünceyi ve siyasi bakış açılarını, önemli sosyal
eğilimleri (ki bu eğilimler 1990’ların sonlarında reform hareketleriyle iç içe
geçmiş eğilimlerdi) açıkça dile getirmiştim. Benim deneme niteliğindeki yazım,
sadece toplumsal eğilimlerle ilgiliydi. Aslında bahsettiğim yazımda kullandığım
post-İslamcılık terimi sadece İran İslam Cumhuriyeti’nin gerçeklerine uygun düşen
ve başka toplumlarla ve yerlerle alakası olmayan bir terimdi. Buna rağmen terim,
özü itibariyle (pratikte, yaklaşım açılarında ve fikirsel anlamda) içerden ve dışardan
İslamcılığın uğradığı değişimlere göndermede bulunuyordu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
O zamandan bu yana Avrupa’da bir kaç gözlemci, sık sık tanımlayıcı
olarak, öncelikle Müslüman dünyadaki İslamcı militanların stratejilerinde ve
hareketlerindeki büyük bir değişim olarak gördükleri şeyi adlandırmak amacıyla
bu terimi kullandı. Münferit yazarlar tarafından farklı farklı kullanıldığı şekiller
göz önüne alındığında terim, açıklayıcı olacağı yerde daha da kafa karıştırıcı
bir hale dönüştü. Bazıları için, mesela <i>Gilles
Kepel</i><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref2"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn2"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[2]</span></sup></a><i>’e</i> göre post-İslamcılık, İslamcıların cihat ve selefi görüşlerini terk etmeyi tanımlamaktadır. <i>Olivier Roy</i><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref3"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn3"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[3]</span></sup></a> ise onu, İslamizasyonun <i>özelleştirilmesi</i>(burada bahsedilen İslamizasyon “devletin İslamizasyonu”nun zıddıdır)
olarak algılar. Burada vurgu, İslamizasyonun içeriğinden daha çok nasıl ve
nerede gerçekleştiğinedir. Başkaları ise onu tanımlamadan kullanmaktadır. Buna
rağmen bu terim genellikle, bir dönemi ya da tarihsel bir sonu temsil eden <i>analitik kategoriden </i>çok<i> deneysel </i>olarak anlaşılmış ve öyle takdim edilmiştir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Terimin layıkıyla kavramlaştırılmaması ve yanlış algılanması
sonucunda bazı tatsız tepkiler meydana geldi. Eleştirmenler, bazı militan İslami
grupların görüşlerinde ve stratejilerinde önemli değişiklikler olduğunu tasdik
etmelerine rağmen İslamcılığın sonu<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref4"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn4"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[4]</span></sup></a> hakkında genellemeleri isabetli bir tespitle, <i>erken</i> olarak değerlendirmişlerdir. Eleştirmenlere göre değişen şey,
siyasi İslam değil, onun kendine özgü devrimsel yorumudur. Başkaları ise “post
-İslamcılık belli belirsiz bir gerçeği değil, yalnızca İslami siyasetin bir
yorumunu ifade eder” demişlerdir.<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref5"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn5"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[5]</span></sup></a><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Bana göre, büyük, etkili (ve çok boyutlu) bir hareket içinde
somutlaşmış olan post-İslamcılık, hem bir <i>durumu</i> hem de bir <i>projeyi</i> temsil etmektedir. Öncelikle o, siyasi ve sosyal şartlara işaret
eder. İslamcılar iktidarı normalleştirmeye ve kurumsallaştırmaya çalıştıkları süre
içinde sistemlerin yanlışlıklarını ve yetersizliklerini fark ettiler. Sürekli
denemeler ve hatalar, sistemi sorulara ve eleştirilere elverişli hale getirdi.
Nihayetinde sistemi devam ettirmek için yapılan pragmatik girişimler, onun asıl
ilkelerinin terk edilmesine yol açtı. İslamcılık, hem iç çelişkilerinden hem de
sosyal baskıdan dolayı kendini yeniden dizayn etmek zorunda kaldı. Fakat bunun
bedeli “niteliksel bir değişim”di. 1990’larda, İran’daki dini ve siyasi söylemdeki
büyük değişim bu eğilimin en bariz özelliğidir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Post-İslamcılık sadece bir durum değil, aynı zamanda bir proje ve
bunun yanında sosyal, siyasi ve entelektüel alanlarda baskın olan İslamcılığın
yöntemleri ve mantığı için ayrıntılı planlar oluşturmak ve kavramsallaştırmak için
bilinçli bir girişimdir. Fakat post-İslamcılık ne İslam karşıtıdır, ne İslam dışıdır,
ne de sekülerdir. Bilakis o, bağımsızlığı ve İslam’ı, inanç ve özgürlüğü,
dindarlığı ve hakları birleştirmek adına yapılan bir girişimi temsil
etmektedir. O, geçmişin yerine geleceği, sabit yazılı eserlerden ziyade
tarihselciliği, bireysel otoriter ses yerine çoğulculuğu, görevler yerine hakları
vurgulayarak İslamcılığın önde gelen ilkelerini tamamen değiştirme girişimdir.
Post-İslamcılık bazı Müslüman aydınların <i>alternatif
modernite</i> dedikleri şeyi başarmak için İslam’ı bireysel seçim
ve özgürlükle, demokrasi ve modernite ile kaynaştırmayı hedefler. Post-İslamcılığın
tanımı en güzel şekilde, dini gerçeğin tekelini kırmada, katılıktan gelen özgürlükte,
seküler ihtiyaçları tanımlamada ortaya çıkmaktadır. Kısaca İslamcılık, dinin ve
sorumluluğun kaynaşması olarak tanımlanırken; post-İslamcılık, dindarlığa ve
haklara vurgu yapmaktadır.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
İslam’ın demokratik ideallere cevap verip vermediği öncelikle
yukarıdaki bakış açılarını savunanların toplumda ve devlet içerisinde siyasi
egemenliklerini tesis edebilip edemeyeceklerine bağlıdır. 1970’lerden beri Mısır’da
ve İran’da <i>sosyo</i>-<i>dini </i>hareketlerin tarihçesi, İslam’ı demokratik ya da anti demokratik
yapma siyasetinin ardındaki güçlerin, şartların, mantığın analizini yapmak için
uygun bir zemin sunmaktadır. İran’da, 1979’da gerçekleşen İslam devrimi ve İslam
Cumhuriyetinin kurulması toplum ve devlet içinde İslamcılığı aşmayı hedefleyen
muhalif hareketlerin yükselişi için gereken şartları oluşturdu. 1988 yılında
Irakla savaşın bitimi, 1989 yılında Humeyni’nin vefatı ve başkan Rafsancani’nin
savaş sonrası yeniden inşa programı, post-İslamcılığa doğru bir dönüm noktası
oldu. O kendini, şehir yönetimi, feminist uygulama, teolojik bakış açısı,
sosyal ve entelektüel eğilimler ve hareketler gibi çeşitli sosyal uygulamalarda
ve fikirlerde belli etti. Gençler, öğrenciler, kadınlar ve dindar aydınlar ve
pek çok devlet çalışanı demokrasiyi, bireysel hakları, hoşgörüyü, cinsiyet eşitliğini
talep ettiler. Fakat bunun yanında dini hassasiyetlerini de tümüyle terk
etmediler. Böylece sıradan insanlar tarafından günlük direnç ve mücadele; dini
düşünürleri, ruhani elitleri ve siyasi aktörleri büyük ölçüde paradigmatik değişime
gitmeye mecbur etti. Birçok eski İslam devrimcisi eski düşüncelerinden vazgeçtiler.
Dine dayalı bir devlet anlayışının tehlikelerine karşı insanları uyardılar. İslami
devletin hem içinden hem de dışından gelen muhalefet İran’ın sekülerleşmesi için
çağrıda bulunurken, aynı zamanda toplum içinde dini etiğin sürdürülmesini
gerektiğinin de altını çizmekteydiler.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Fakat Mısır, farklı bir yol izledi. İslami bir devrim yerine
orada, kutsal metinlere sıkı bir bağlılık, ataerkil eğilim, popülist bir dil,
muhafazakar ahlaki bir vizyon ile her yana yayılmış İslami bir hareket gelişti.
1990’ların ilk yıllarına kadar, davet ve dernek faaliyetleriyle İslami hareket,
devlet kurumlarında da kendine bir yer edinerek sivil toplumun büyük bir
kesimini ele geçirdi. İslami hareket, Mısır’ın seküler rejimini değiştirememiş
olsa da, hem toplum üzerinde hem de devlet üzerinde kalıcı izler bıraktı. Bu İslami
hareket tarzı her bir yanı kuşatmıştı ve bu yüzden aydınlar, yeni zenginler,
El-Ezher ve iktidardaki elitler de dâhil olmak üzere Mısır toplumunda başlıca
aktörler, <i>yerelcilik (nativizm)</i> dili ve manevi değerler sistemi etrafında bir araya geldiler ve şiddetli
bir şekilde eleştirel sesleri, yenilikçi dini düşünceyi ve demokratik reform için
talepleri tecrit ettiler. En sonunda, yayılan İslamcılığın tehdidi altında olan
otoriter devlet, Mısır’ın “pasif devrim”ini yapılandırmak için ulusal
hassasiyet, düşünce ve muhafazakâr dindarlık görüşlerini benimsedi. Bu İslami
pasif devrim, kontrollü bir yeniden yapılanmayı temsil etmiştir ki, bu yeniden
yapılanma içinde devlet (değişimin gerçek hedefi olan) tamamen işbaşında kalmayı
başarabildi. 2005 yılında daha yeni oluşmaya başlayan demokrasi hareketi (<i>Kifaye </i>[Yeter!] <i>hareketi</i>) siyasi iklimde birkaç değişikliğe dikkat çekmiş olmasına rağmen;
siyasi yapı, otoriter; dini düşünce, durgun ve kişiye özel; yöneticiler sınıfı, <i>yerelci </i>(<i>nativist</i>) kaldı. Mısır’da çok az şey,
İran’ın post-İslamcı yörüngesini andırıyordu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Post-İslamcılık sadece İran’a has bir olgu mudur? İslam devrimi
1980’lerde diğer Müslüman ülkelerde benzer hareketleri teşvik ederken, İran’ın
post-İslamcılık deneyimi, bazı İslamcı hareketler arasında (örneğin Tunus’taki <i>Raşit</i>-<i>el Gannuşi </i>tarafından yönetilen İslam
partisi gibi) ideolojik bir değişime katkıda bulundu. Yine de 1990’ların ilk yıllarından
beri, iç dinamikler ve küresel güçler, İslam dünyasında bireysel hareketler
arasında post-İslamcılığı körüklemede büyük bir rol oynadı. 1990’ların ilk yıllarında,
hareket içinde ayrılışa sebep olan Lübnan Hizbullahının çoğulcu stratejisi; hem
militan İslamcılara hem de İhvan’a bir alternatif olarak ortaya çıkmış Mısır’daki
el vasat partisinin 1990’larda ortaya çıkışı; Türkiye’de <i>Refah</i>, <i>Fazilet</i>, <i>AK Parti</i> gibi dini partilerin kapsamlı politikaları ve icraatları;
Hindistan’da <i>Cemaat</i>-<i>i İslamiye</i>’nin içinde daha kapsayıcı, çoğulcu, belirsiz ideolojik eğilimlere
doğru gerçekleşen söylem değişikliği<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref6"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn6"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[6]</span></sup></a>; 1990’ların sonunda Arabistan’da ortaya çıkan<a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref7"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn7"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[7]</span></sup></a>, İslam ve demokrasi arasında bir uzlaşma arayan <i>İslamcı</i>-<i>liberal </i>eğilim; bütün bunlar, günümüz
Müslüman ülkelerde post-İslamcı eğilimlerin işaretleridir. <i>Gülen</i> ve taraftarları, dini görüşleri benimserken demokrasiyi, hoşgörüyü,
milliyetçiliği, modernizmi destekleyen siyasi bir hareket meydana getirmeye çalışmaları,
bu saydıklarımız arasında tipik bir örnektir. Bütün bu örneklerin her birinde
post-İslamcılık (değişen derecelerde de olsa); evrensellik fikriyle dolu İslamcı
dünya görüşünden, “sadece benim anladığım din anlayışı doğrudur” tekelci mantığından,
dini dışlayıcılık (<i>exclusivism</i>) düşüncesinden;
hareketin ilkeleri ve uygulamaları içerisinde tavizin, ilavenin, çok sesliliğin
ve çok anlamlılığın kabullenilmesine doğru bir yönelmeyi ifade etmektedir. Şunu
söylemeliyim ki İslamcılık ve post-İslamcılık kavramları, başlıca değişimi,
farklılığı ve değişimin kökenini işaret edecek <i>kavramsalalanlar</i> olarak hizmet ederler. Fakat gerçek dünyada pek çok Müslüman her
iki söylemin görüş açılarına, özgürce düşünmeden ve hepsi bir anda bağlanmaktadırlar.
Fakat bir eğilim olarak post-İslamcılığın ortaya çıkışı, İslamcılığın tarihsel
sonu olarak görülmemeli. Bilakis İslamcı deneyimden neşet etmiş niteliksel
olarak farklı bir söylem ve siyasetin ortaya çıkışı olarak değerlendirilmelidir.
Aslında biz, hem İslamcılığın hem de post-İslamcılığın aynı anda gerçekleşen işleyiş
usullerine şahit olabilmekteyiz.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Değişen derecelerde post-İslamcı hareketler, dini ve siyasi dili
değiştirmede başarılı olmasına rağmen, henüz Müslüman toplumlarda otoriter
siyasi düzeni değiştirebilmiş değiller. İran’ın post-İslamcılığı, 2000 yılının
başlarında gerçekleşen denemelere rağmen İslam Cumhuriyetini tamamen
demokratikleşmede başarılı olamadı. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Onun <i>siyasi reform</i> projesi (ki Müslüman Orta Doğu’da, yerel bir demokrasi modeli
olmaya hazırdı), reform hareketini engellemeye çalışan iktidardaki ulemanın
baskıcı gücü ve reformistlerin kendi hataları yüzünden sekteye uğradı. Başka
bir deyişle, Müslüman toplumlarda demokratik hükümetlerin önündeki engellerin dinle
çok az bir ilişkisi vardır. Onlar, iktidarı elinde tutanların maddi ya da maddi
olmayan çıkarlarına daha sıkı bağlıdır. O zaman; sosyal hareketler, Müslüman çoğunluğun
yabancı hâkimiyet tehdidi, İslamcı muhalefet; otoriter hükümetler arasında
hapsolup kalmış olan Orta Doğu’da ne ölçüde siyasi değişim meydana getirebilir?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Söylemsel bir değişim, tek başına, gerçek bir kurumsal dönüşüme
sebep olmak için yeterli değildir. Hareketlerin, siyasi gücü alt etmesi
gerekmektedir. Fakat nasıl olacak da şiddet yanlısı olmayan sosyal hareketler,
baskıcı devletin gücüyle baş edebilecek? Son bölümde de belirttiğim gibi, her
yana yayılmış sosyal hareketler, bir baskı altında kaybolup gidecek söylemlere
sahip değildirler. Bilakis onlar, inişleri ve çıkışları olan, değişim ve
faaliyetleri uzun süreye yayılmış çok yönlü süreçlerdir ve sürekli “<i>ileriye doğru bağlantılar”</i><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref8"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn8"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[8]</span></sup></a>asahipolduğunda, ilk fırsatta halk seferberliğini yeniden canlandırabilecek
durumdadır. Kültürel üretimleri sayesinde bu hareketler, devletleri ve siyasi
elitleri; toplumun hassasiyetleri, idealleri, beklentileri yönünde yeniden yapılandırabilir
ve sosyalleştirebilirler. <i>Devletin sosyalleşmesi,</i> Müslüman toplumlarda demokratik bir dönüşümü desteklemek için <i>aktif vatandaşlığın</i> ve sosyal hareketlerin etkisini anlamada bir ipucu verebilir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
İran’ın post-İslamcı stratejisi, “ana-akım Mısır İslamcılığı”nın
1980’lerde üstlendiği şeyi yansıtmaktadır. Mısır’da İslamcı reform (ki bir bakıma,
her yönüyle devlet kapısını hedeflemişti) sosyal seviyede harika sonuçlar elde
etti. Hükümet; baskı ve benimseme karışımı ile misilleme yaptığında Mısır, <i>Gramsci’</i><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref9"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn9"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[9]</span></sup></a>nin “<i>pasif devrim”</i><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftnref10"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftn10"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[10]</span></sup></a>ini tecrübe etmiş oldu. Bu pasif devrim; entelektüel ve İslami düşüncede
durgunluk, siyasi kapalılık ve İslamcılık düşüncesinin yok olmasıyla meydana
gelmiş bir devrimdi. Böylece, Mısır’da İslam ve demokrasi arasındaki ilişkinin
dinamikleri, İslam Cumhuriyetinde olandan radikal olarak farklılık gösterdi. Mısır,
toplumun derin bir İslamizasyonuna maruz kalırken; İran, post-İslamcı dönüşümü
tecrübe etti. Fakat her iki ülkede de sosyal hareketler, siyasi rejimleri
radikal olarak değiştirmede başarılı olamadılar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 14.0pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .0001pt; mso-para-margin-bottom: 0in; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd; vertical-align: middle;">
Sosyal hareketler, devleti ve siyasi elitleri toplum
hassasiyetlerine doğru ne şekilde değiştirebilir? “Müslümanlar, eğer ‘<i>varoluş sanatı’</i>nı tam öğrenirlerse kapsamlı
siyaset ve ahlaki düzen için çağrıda bulunan, kesintisiz bir hareketi gerçekleştirebilirler.”
diyerek yazımı sonuçlandırıyorum.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<br />
<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0in;">
<hr align="left" size="1" width="33%" />
</div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn1"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref1"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[1]</span></sup></a> Yazının orijinali için bkz.
https://openaccess.leidenuniv.nl/bitstream/handle/1887/9768/12_606_020.pdf?sequence=1<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn2"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref2"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[2]</span></sup></a> 1955 doğumlu Fransız akademisyen Gilles Kepel; Arapça, İngilizce
ve felsefe öğrenimi görmüş, siyasal bilimler ve sosyoloji dallarında doktora
yapmıştır. Uzmanlık alanı İslam ve Arap dünyası olan Kepel, halen Paris Siyasal
Bilimler Enstitüsü’nde öğretim üyesidir. Türkçedeki eserleri şunlardır: Fitne:
İslam’ın Merkezinde Savaş (Doğan, 2006), Bir Şark Savaşı Güncesi (Doğan,
2002), Cihat: İslamcılığın Yükselişi ve Gerilemesi (Doğan, 2001), Peygamber
ve Firavun (Çizgi, 1992).<br />
Kepel, <i>“Jihad: The Trial of
Political Islam” adlı kitabında bu terimi radikal İslam’dan, cihattan, selefi görüşlerden
uzaklaşmış, demokrasi ve insan hakları adına mücadele eden Müslümanlar için
kullanmaktadır.</i><br />
<i>İranlı yazar</i> Ferhad Khosrakhavar
(The Islamic Revolution in Iran: Retrospect after a Quarter Century, <i>Thesis Eleven,</i> vol. 76) ise bu
terimi Abdulkerim Suruş için kullanmaktadır. (Çev.)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn3"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref3"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[3]</span></sup></a> Oliver Roy, 1949 yılında doğmuştur. Fransız siyaset
bilimcisidir. Daha yakından tanımak için Türkçeye çevrilmiş şu makalesine bkz.
(Çev.)<br />
http://www.timeturk.com/tr/2011/02/17/oliver-roy-bu-bir-islami-devrim-degildir.html<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn4"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref4"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[4]</span></sup></a> Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. “Wishful Thinking,
Present and Future”, Diaa Rashwan http://www.mediamonitors.net/diaarashwan4.html<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn5"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref5"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[5]</span></sup></a> Ayrıntılı bilgi için bkz. Salwa İsmail.
http://www.scribd.com/doc/22809819/Ismail-Paradox-of-Islamist-Politics<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn6"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref6"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[6]</span></sup></a> İrfan Ahmed, <i>From
Islamism to Post-Islamism: Jama’at-i Islami of India (İslamcılıktan Post-İslamcılığa:
Hindistan Cemaat-i İslamisi)</i> [Türkçeye Açılım Kitap tarafından çevrilmektedir]<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn7"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref7"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[7]</span></sup></a> Daha fazla bilgi için bkz. Stephane Lacroix, (A New Element
in the Saudi Political-Intellectual Field: The Emergence of an Islamo-Liberal
Reformist Trend)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn8"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref8"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[8]</span></sup></a> İleriye doğru bağlantı (forward linkage), müşterilerle üreticiyi
birbirine bağlayan dağıtım zinciri. (Çev.)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn9"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref9"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[9]</span></sup></a> Antonio Gramsci (1891-1937): İtalyan düşünür, siyasetçi ve
sosyalist kuramcı. (Çev.)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="background: white; line-height: 18.4pt; margin-bottom: .1pt; margin-left: 0in; margin-right: 0in; margin-top: .1pt; mso-para-margin-bottom: .01gd; mso-para-margin-left: 0in; mso-para-margin-right: 0in; mso-para-margin-top: .01gd;">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><a href="http://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2594608712712681095" name="_ftn10"></a><a href="http://www.islamiyorum.com/index.php?sayfa=makaledetay.php&mkid=335&sayi=73#_ftnref10"><sup><span style="color: black; text-decoration: none;">[10]</span></sup></a> Cihan Tuğal’ın, Koç Üniveristesi
Yayınları’ndan çıkan “Pasif Devrim” kitabı, bu konunun Türkiye’deki yansımalarını
irdelemektedir. Kitabın arka kapağından bir alıntı şöyledir:<br />
Pasif Devrim, İstanbul’un bir zamanlar radikal Müslüman ilçelerinden Sultanbeyli’nin
“ılımlı İslam”a dönüşümünü anlatıyor. Bu mahalledeki hayatın zengin bir
etnografisini sunan bu kitap İslami aktivistlerin nasıl örgütlendiklerini, 28 Şubat
sürecinde nasıl geri çekildiklerini ve AKP tarafından nasıl massedildiklerini
anlatıyor. Tuğal, gözlemlerini Mısır ve İran örnekleriyle de karşılaştırarak Türkiye
örneğini genel tarihsel bir bağlama da oturtuyor ve İslami politikaların, neden
başka yerlerdeki laik kapitalizmlere benzer bir şekilde entegre olmadığı
sorusunun yanıtını arıyor.</span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-43654174904057654412012-07-20T16:14:00.001-07:002012-07-20T16:14:45.665-07:00Mehmet Efe (1998) - Amerikan Elçisi Meclis Başkanı Olsun!<i style="background-color: white;">'Mızraksız İlmihal'i okumayan kaldı mı? AKP dünyasına gözlerini açmış genç arkadaşlar bırakın Mehmet Efe'yi Seyyid Kutub'dan dahi bihaber. Türkiye'den ayrılmadan önce, kurucusu olduğu Ülke dergisinde yayınlanan son yazısıyla başlayalım</i><i style="background-color: white;">.</i><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Amerikan Elçisi Meclis Başkanı Olsun!</span></b></div>
<br />
<br />
Mideme kramplar giriyor.<br />
<br />
Bana bu kadar keskin olma diyorsun. Biraz uyumlu ol, biraz dolaylı, biraz akıllı ol diyorsun. Bir şebekeye dahil ol.<br />
<br />
Ama ben bu ciğeri yiyemem. Midem biraz tuhaf olabilir ama böyle.<br />
<br />
Bu ciğere beş para veremem. Verebileceklerimi bu ciğer karşılayamaz.<br />
<br />
Uzanamadığım için değil, görüntüsü ve kokusu midemi bulandırdığı için.<br />
<br />
Bu ciğer gürbüz ama çocuk emziren göğüsleri pelteye çevirerek kanla besleniyor, bu ciğer gerçek ama yalanla besleniyor. Açlıkla, sürgünle, karanlıkla, ihanetle, fesatla, savunmasız bırakarak. Herşeyi dolayıma alıp çöplüğe çeviriyor, metaforlar kedilere yol açıyor. Ciğerin yediğini görüyorum kedileri, kediler van kedisi, gözleri iki renkli; kediler siyam kedisi ikiyüzlü kediler. Metaforlar zehirlerken sokak kedilerini; tilkiler, sırtlanlar, aşılı kediler şebekeler halinde kurdun ciğerine akıyor, Mideme kramplar giriyor. Ben bu ciğere kurtların ciğeri diyorum. Kurtları görüyorum, omuzlarında akbabalar, kartalları tutsak etmiş ciğeri parlatıyorlar. Tükürüyorum.<br />
<br />
Yalana yalan diyorum, şarlatana şarlatan. Düzenbaz diyorum düzenbaza, zalime zalim diyorum; copa cop süngüye süngü, açlığa açlık, ahlaksızlığa ahlaksızlık diyorum.<br />
<br />
Tükrüğümü büyütüyorum.<br />
<br />
Şeytan'ın sarayında hummalı bir çalışma var. Humma bulaşmasın diye uzaktan izliyorum. Ortaya açılıyor mühürler ve dosyalar. Şu son obsiyonu bir görelim diyorlar. Epeydir uslanmış görünüyor.<br />
<br />
Ve seni görüyorum sarayın merdivenlerinde Halılara huşuyla basıyorsun. Bir telsiz dileniyorsun, Allah rızası için bir telsiz! Allah'ın parmağı yok ki gözüne soksun. Teşkilatın üyesi değil ki nereye adamım diye sorsun.<br />
<br />
Allah bize çalışıyor diyorsun.<br />
<br />
Allah'ın Şeytan'ı da kuşattığını biliyorsun.<br />
<br />
Allah’ın adıyla büyüttün komplekslerini.<br />
<br />
Sen sarayın ışıklarını ne sanıyorsun?<br />
<br />
Gözlerinde yansıyan pırıltılar ayaklarını dolaştırdı. Geçtiğin, dokunduğun her yere yansıyorsun. Tanıdığın herkese bulaştırıyorsun.<br />
<br />
Bulaştırdıkların da kuşatıyor seni. Telaşla paldır küldür koşmandan belli.<br />
<br />
Besbelli seni kuşatacakları.<br />
<br />
Şeytan seni dansa kaldıracak adamım. Bırakacaksın bu ayaklan.<br />
<br />
'Büyük Şeytan' okşuyor komplekslerini.<br />
<br />
"Benim huysuz çocuğum, rahatla" diyor.<br />
<br />
"Bak ben sana terlik pabuç alacağım. Seni ihmal eder miyim?<br />
<br />
Uydular ve bizim çocuklar şort'unun dialarını getirdiler.<br />
<br />
Yeteneklisin, potansiyelin iyi ama biliyorsun yeterli gücün yok<br />
<br />
Biz herkesle iş yaparız. Potansiyelin iyi...<br />
<br />
Hadi biraz çalış bakalım. Biraz temizlik yap. Her sabah şu müshilden bir tane al."<br />
<br />
Adliye sarayını yeşile boyuyorlar. Hakiyle yeşilin randevusu var. Sarayın bodrumunda açlık grevleri, tecavüz, manyeto ve tazyikli su. Ölü ele geçirilmiş bir bedenden çuvala doldurulup imha edilmiş gözaltı kayıpları. Ama yeşile boyuyorlar adalet terazisini. Terazinin kefelerinde onur ve ayrıcalık. Bağımsızlık ve squash!<br />
<br />
"Herşeyin bir zamanı ve herkesin bir sırası var çocuğum. Şimdi sıra sende, ne istiyorsun."<br />
<br />
"Değişim istiyorum!"<br />
<br />
"Demek güç istiyorsun çocuğum. Al şu telsizi, mandala bas talimat ver."<br />
<br />
"Adalet istiyorum!"<br />
<br />
"Sen de beğeniyor müsün adalet hanımı? Merak etme teraziyi sentetik olarak ürettik. Kolay kolay yırtılmaz. Al bir kez de sen ırzına geç. Hevesini al çocuğum."<br />
<br />
''Güvenlik istiyorum!"<br />
<br />
"Çekiç seni bekliyor çocuğum, kafanı geçir şurdan. Bir baltaya olmadıysan bir çekice sap oldun, öpüp başına koy çocuğum.<br />
<br />
Bak Avrupa'ya, İranla aranı açmaya çalışıyor. Senden iyi asker olur biliyorlar çocuğum.<br />
<br />
Mıntıkayı temizle yavrum. Lojistik hazırla. Köylü milletin efendisi değil mi çocuğum, onun mübarek ellerine çapa ne gerek, kalaşnikof daha iyi yakışmaz mı çocuğum. Köylülerini geri çağır, kadınlar lojistik için çalışsın, erkekler korucu olsun. Köylüye kalaşnikof; sana kolalı gömlek, makam otosu, yanar döner ışık, Cuma vakitlerinde sarayda hutbe yayını da yaptın mı sandık emrine amade, daha ne istersin çocuğum?<br />
<br />
Yâlnız Atatürkçülere dikkat et çocuğum. Meclisin Kuva-i Milliye tarafından kurulduğundan dem vurabilirler. Ne de olsa Avrupa bizden daha eski buralarda. De ki öyleyse biz neden savaşı Yunanlılarla yaptık da barışı İngilizlerle yaptık?<br />
<br />
Ama aynı gemideyiz çocuğum, biraz asbestin zararı olmaz, çalış. Herşeyin bir bedeli var. Bugün bana biraz daha fazla yarın sana. Kazancını biriktirirsin, tâhkimat yaparsın, kadrolar filan...”<br />
<br />
Kulaklarıma kramplar giriyor.<br />
<br />
Gördüklerime inanamıyorum.<br />
<br />
Ödediğin bedele inanamıyorum, inanamıyorum.<br />
<br />
Yakında sıranı savarsın adamım. Tokmak başına geçer, boynun bükülür.<br />
<br />
Önüne atılmış telsiz parçalarıyla, sana kondurdukları kuşatılmış konaklarda, sıkıntıdan patlayacaksın.<br />
<br />
Komplekslerin de terk edecek seni.<br />
<br />
İftar baloları saygı duruşları, resepsiyon, limuzin. Kütüphanenin raflarında telaşla bir şeyler arayacaksın. İnfak, tasadduk, sâlih amel, adil, milli gibi okuyacak birşeyler,<br />
<br />
Tozlar silmiş olacak yazılan. Faiz, repo ve kaynak olacak son sözcüklerin.<br />
<br />
Ve saray yeniden yakacak ışıklarını.<br />
<br />
Seni iyi tanırım.<br />
<br />
Acılarım ve hınçlarım üstüne kurduklarını. Ellerine topladığın potansiyeli, merdivenleri çıkaran çarkıfeleği, tam otuz yıl yüreğimde emzirdim.<br />
<br />
Yüreğime kramplar giriyor.<br />
<br />
Ele geçirdiğini sandığın, kolunu alacak.<br />
<br />
Elini uzak tut benden.<br />
<br />
Birşey istemem senden adamım.<br />
<br />
Seni azlediyorum.<br />
<br />
Çığlığa çığlık diyorum, zorbalığa zorbalık. İkiyüzlülüğe ikiyüzlülük adamım.<br />
<br />
Ve yüreğimden emerek yükselttiğin yaltağa Sâmiri'nin buzağısı diyorum.<br />
<br />
Boyun eğen, tevil eden, kınlan kolu yen içinde gizleyen günlerime kahrediyorum.<br />
<br />
Dersimi alıyorum adamım, üstü kalsın.<br />
<br />
Üstü kalsın objektif, provokatif, reaktif, acilci...Üstü kalsın istihbarat, bakanlık, müdürlük, cezaevleri.<br />
<br />
Umuda, umut diyorum, hayale aşk diyorum. Ben "ajitatif" çiçeği aramaya devam ediyorum.<br />
<br />
Firavunun sarayını yeşile boyuyorlar<br />
<br />
Musa'dan kalan fundamentalist kalemimi biliyorum.<br />
<br />
Allah'tan başka ilah yok diyorum, Allah'ın adıyla dikilmiş de olsa...<br />
<br />
Hasbinallah ve ni'mel vekil!<br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-24715458979110111952012-07-20T15:03:00.002-07:002012-07-20T15:03:50.398-07:00Atasoy Müftüoğlu - Tarihsel Zamanları Etkilemek''Bizleri Müslümanca var olmaktan alıkoyan şey teslimiyetçiliklerimiz, muhafazakârlıklarımızdır'' diyor Atasoy bey, buyrun<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Tarihsel Zamanları Etkilemek</span></b></div>
<br />
<br />
<br />
Günümüz dünyasında neoliberal söylemin diktatörlüğü hiç bir biçimde tartışılamıyor, sorgulanamıyor, reddedilemiyor. Bütün toplumlar, İslam toplumları da, bu söylem tarafından tanımlanan tarihsel gerçeklikle uzlaşıyor. Yerel diktatörlüklere karşı ayaklanan kitleler, küresel diktatörlüğe boyun eğiyor. Tarihten dışlananlar; kendilerini tarihten dışlayan zihniyetle, model'le uzlaşarak, bu zihniyete yaslanarak, tarihe dönmeye çalışıyor. İsyanların, ayaklanmaların tarihi harekete geçirdikleri, tarihi hızlandırdıkları hatırlanması gereken bir gerçektir. Bütün isyanların, ayaklanmaların kaynağı zalimlere karşı yükselen öfke ve nefrettir. Diktatörlükler karşısında hayatlarını tehlikeye atma noktasına gelenleri takdir etmeli, ancak, ayaklanmaların/isyanların hangi yönde ilerlediğine ilişkin eleştirilerimizi de mahfuz tutmalıyız. Sömürgeci dil, sömürgeci siyaset, sömürgeci ekonomi, sömürgeci kültür karşısında "uzlaşı"dan, "ittifak"tan söz etmek, Müslümanlar olarak çaresiz bir durumla karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.<br />
<br />
İslamî varoluşumuz kendi dilimiz, kendi kurallarımız ve kendi amellerimizle anlam kazanır. Kendi amellerimiz dışında dayanabileceğimiz, umut edebileceğimiz başka bir yardımcımız yoktur. Amellerimiz bütün bir yüreğimizle isteyerek ve bilinçli olarak yaptığımızda değer kazanır. İslamî varoluşumuzu ancak, İlahi modelin zaman ve mekânda gerçekleştirilmesi, hayatın ve tarihin bu doğrultuda şekillendirilmesi uğraşısı vererek somutlaştırabiliriz. Müslümanların tarihe karşı kayıtsız/ilgisiz kalmaları düşünülemez. Her Müslüman, içerisinde yaşadığımız dünya sorunları etrafında çözümlemeler yapmakla yükümlüdür. Müslümanlar için inziva/münzevilik söz konusu olamaz. Münzevilik bir tür benmerkezciliktir. Nefs terbiyesi İslamî bir mücadele için yapıldığında bir değer ifade eder, bireysel bir amaç için değil.<br />
<br />
Bizler Müslümanlar olarak, hayatımız boyunca yüklendiğimiz sorumluluklarla, ürettiğimiz içerik ve eylemlerle tarihi belirleriz. Allah'ın (c.c.) iradesini tarihe yansıtacak bir bilinci, bir duyarlılığı, ahlakı, çabayı, mücadeleyi, eylemi, içtenlikle, kararlılıkla, cesaretle sürdürmediğimiz takdirde, İslamî ilgilerimizin, ibadetlerimizin bir değer taşımayacağını bilmeliyiz. Zamanı ve mekânı İlahi model doğrultusunda dönüştürebilmemiz için güçlü ve etkili özneler olmamız, üretken, dinamik ve eleştirel bir bilince sahip olmamız gerekir.<br />
<br />
İlahi iradenin yeryüzünde en güzel şekilde ifadesi olabilmek için, ahlaki çaba ve ahlaki eylemle bütünleşebilmeliyiz. Eşrefi mahlûkat olan insana evrensel sorumluluklar yaraşır. Allah'ın (c.c.), insanın ve hakikatin birliğini temsil konusunda bulunan Müslümanların sınır tanımayan bir bilgi, bilinç, ufuk, sorumluluk ve bilgelik içerisinde bulunmaları iktiza eder. En mükemmel aklilik, en mükemmel ahlakilik, tevhidi duyarlılığa dayalı bir varoluşu gerçekleştirmekle başlar.<br />
<br />
Hayat, başta kendimizi, daha sonra dünyayı ilahi ölçütler doğrultusunda dönüştürme mücadelesidir. İnsani nitelikler evrenseldir, bu konuda hiç bir ayrımcılık yapılamaz. İslamî evrenselcilik bütün farklılıkların üzerinde, bütün farklılıkları içeren, kuşatan, bütünselleştirici bir evrenselliktir. Seküler bir mutlakçılık olarak yapılandırılan ve bütün dünyaya dayatılan Avrupamerkezci Aydınlanma sahte bir evrensellik oluşturmaya çalıştı. Sömürgeci Aydınlanma aklı bugün büyük bir kriz ve kaos içerisinde bulunuyor.<br />
<br />
Dünyaya, tarihe, zaman ve mekâna kayıtsız bir İslamî algı düşünülemez. İlahi irade, ilahi bilgi, değer/ölçü içerisinde yaşadığımız dünya/zaman/mekân için gereklidir, zorunludur. Tarihin ve zamanın dışında dondurulmuş bir zihniyetle zaman/mekân dönüştürülemez, gördüğümüz ve yaşadığımız üzere dönüştürülemiyor. Zamanın ve mekânın dondurulması büyük ölçüde tarikatların dini hayata girişleriyle birlikte başladı. Senusilik dışında (Cezayir-1837) bütün tarikatlar (Kadirilik-Rifailik, Mevlevilik, Nakşilik-Şazelilik gibi) tarihe, tarihsel olaylara, çözümlemelere karşı büyük bir ilgisizlik içerisindeydiler. Tarikatlar tarihinde ilk ve son kez Senusilik toplumcu bir tasavvuf hareketi olarak şekillendi. Senusilik İslam'ın bütün boyutlarını içeren siyasal tavrı ve tarzı olan tasavvufi bir hareketti. Sufiliğin İslam'la uzlaştırılmasını Gazali sağladı. Tarikatlar bugün olduğu gibi her zaman duygusal ilgiler ve ufuklar içerisinde faaliyet gösterdiler. Aziz İslam Ümmeti'nin tarihe ve geleceğe dönüşü için kayda değer, her hangi bir katkıda bulunmadılar. Tarikatlar; bugün, bugüne ait olmayan bir dünyada yaşıyor, bütün koşullarla uzlaşıyor. Her uzlaşma bir eylemsizlikle ve düşüncesizlikle sonuçlanıyor.<br />
<br />
Uzun soluklu mücadeleler çok güçlü bağlılıklar, cesur ve yürekli çabalar ister.<br />
<br />
Bir çıkış yolu bulabilmek için yeni bir kültür oluşturmak, yeni bir düşünce sistemi kurmak gerekir.<br />
<br />
Bizleri Müslümanca var olmaktan alıkoyan şey teslimiyetçiliklerimiz, muhafazakârlıklarımızdır.<br />
<br />
Muhafazakâr/geleneksel kültürler yeni yorumlar, yaklaşımlar için, hiç bir zaman hazır değildir.<br />
<br />
İslam toplumlarında, özellikle de Ortadoğu'da yaşanan gerilimler, isyanlar vesilesiyle İslam'ın asli bir güç olmaktan çıkarıldığını ve yedek bir güce dönüştürüldüğünü görüyoruz. Bu toplumlarda daha çok ulusal talepler, beklentiler ve umutlar üzerinde yoğunlaşılıyor. Ulusal çıkarlar için İslam bir meşrulaştırma aracı haline getiriliyor. Batı'da demokrasilerin çok ciddi bir biçimde sorgulandığı bir dönemde Arap-İslam toplumlarında "demokrasi" talepleri yükseliyor. Bir diğer yanda, emperyal bir proje, İslam toplumlarında mezhep farklılıklarını kışkırtıyor, İran'ı ve bölgedeki bütün Şii unsurları yalnızlaştırmaya çalışıyor. İran karşısında, Türkiye'nin ve Suudi Arabistan'ın rolü güçlendiriliyor. Şii'liğe karşı olması koşuluyla Sünni hareketlerin yükselişine katkıda bulunuluyor.<br />
<br />
Batı dünyası paradigma savaşlarını, mücadelesini bağnazca ve ısrarla sürdürüyor. Hemen her ülkede, hemen her konuda, her türlü soruna, modern-seküler-liberal demokrasilerin sınırları/mantığı içerisinde yanıt aranıyor. Müslümanlar olarak bağımsız bir İslamî model, ikna edici bir program ortaya koyabilmiş değiliz. Yeni bir dil, söylem, yapı oluşturmak yerine, modern-seküler yapılara uyum sağlama arayışı içerisinde bulunuyoruz. Müslümanlar dışlandıkları tarihe dâhil olabilmek için "demokrasiler"den yardım umuyor. Dünya sistemi büyük bunalım, gerileme ve çöküş içerisinde, ancak, bu sistemin yerini nasıl bir sisteme bırakacağı, nasıl bir paradigma geliştireceği bilinmiyor.<br />
<br />
Toplumlarımızda yüzleşmeye cesaret edemediğimiz yapısal sapmalar yaşanıyor. Tevhid algısını, bilincini, ümmet algısını, bilincini açıkça tehdit eden gelişmeler tarafından kuşatılıyoruz. Bütün insanlığı/Ümmeti kuşatmayan bir yaklaşım İslamî olduğunu iddia edemez. Hayatın kimi boyutlarıyla sınırlı, parçacı, bütünlükten yoksun her faaliyet İslamî olma özelliğini kaybeder. Irk merkezli, mezhep merkezci bir referans sisteminin İslam'la bağdaştırılması mümkün olamaz. Irk merkezci her tercih, her dünya görüşü İslam'dan uzaklaşmak anlamı taşır. Ümmet, mekân ötesi bir kavramdır. Ümmet'le evrensel bir toplum modeli gerçekleştirmeyi kastediyoruz. Ümmet bilinci ve ahlakı mezhep kimliklerini aşan bir yaklaşımı zorunlu kılar. İslamî ilgiyi, her hangi bir coğrafyayla, dille, etnisiteyle, mezheple sınırlandırmak Ümmet'e sırt çevirmek demektir.<br />
<br />
İçerisinde bulunduğumuz dönemde Sezar'lara hiç bir şey söylemeyen, uyarıda bulunmayan, bireysel değerlerden ibaret bir İslam yaklaşımı oluşturuluyor. Kapitalist kültür kendisini bütün kültürlere, toplumlara, İslam toplumlarına da uyarlayabiliyor. Bu gelişmelerden toplumlarımızda İslamî anlamda radikal bir değişim/dönüşüm talebinin olmadığını anlıyoruz. Hepimiz niceliksel büyüme, artış ve toplumsallaşma ile çok ilgileniyor, yapısal sekülerleşme süreçleri karşısında sessiz kalıyor, seküler alanı rahatsız etmemeye çalışıyoruz.<br />
<br />
Bilinçsizliğe mahkûm olmadığımızı fark etmeliyiz. Batı'dan ithal ettiğimiz paketlenmiş/dondurulmuş seküler klişelerin İslamî bünyemize uygun olmadığını anlamalıyız. İslamî bir tercihte bulunmak demek, evrensel İslam ailesinin sorunlarıyla ilgili olarak sorumluluk almak, bu sorumlulukları alabilecek bir yetenek/birikim sahibi olmak demektir. Hepimiz İslamî ve Müslümanları ilgilendiren her konuda sorumlu yorumlar üretmek durumundayız. Toplumlarımızla ilgili olarak paramparça bilgiler, ideolojik manipülasyonlar, günlük medya uyuşturucuları ile tutarlı, sağlıklı bir yorum bütünü oluşturulamıyor. Bizler, dünya Müslümanları olarak zihinsel anlamda son iki yüzyılı hep diaspora'da geçirdik, geçiriyoruz. Bu konum henüz yeterince bilincine varamadığımız bir konumdur. Nerede duruyoruz, nerede durmalıyız gibi soruları kendimize sormaya cesaret edemiyoruz. Bu, tanımlanması güç konumumuzla ilgili olarak, şimdiye kadar gök gürültüsü gibi gürleyen bir düşünce hayatımızın, bir sanat/edebiyat hayatımızın olması gerekirdi, ne yazık ki olmadı, bu nedenledir ki, kısık seslerle konuşmaya, yazmaya devam ediyoruz. Edebiyatın toplumsal bir boyutu ve içeriği olmalı mı, olmamalı mı konusuna bile açıklık kazandırabilmiş değiliz. Toplumlarımızın sosyal, kültürel dokusunu paramparça eden işgaller, müdahaleler, toplumlarımızı fiziksel ve ruhsal yaralarla malûl hale getiren sömürgeci terörün edebiyat hayatımıza yansımaması, edebiyat gündemine girmemesi nasıl mümkün olabilir? Dünyanın, hayatın, tarihin, barbarca/ahlaksızca/merhametsizce vicdansızca/alçakça kullanımı karşısında sömürgeci seküler tahakküme/söyleme hak ettiği tepkiyi gösteremiyoruz. Tabiatın, hayatın, tarihin fıtratını bozan, yıkan, kirleten gelişmeler etrafında radikal eleştiriler yapamıyoruz. İslamî anlamda bilgili, bilinçli ve cesaretli toplumlarda yaşıyor olsaydık, hiç kimse, hiç bir nedenle İslamî alanı sömürgeleştirmeye teşebbüs edemeyecekti.<br />
<br />
Zamanımızı ileriye taşıyan yorum, yaklaşım ve çabalara ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız.<br />
<br />
Ancak, hep birlikte olduğumuzda, bilgi, bilinç, irade, eylem birliği gerçekleştirdiğimizde değişimi gerçekleştirebileceğiz. Bunun için İslamî bağlılıklarımızı her tür maddi/dünyevi bağlılıkların üzerinde tutmamız gerekir. İslamî hareketliliği, dinamizmi, canlılığı, üretkenliği, sorumlu yorum özgürlüğü ile sağlayabiliriz. İlahi irade hiç bir zaman tarihten çekilmez. Tarihi ilahi irade doğrultusunda yaşayan, düşünen, eylemde bulunan insanlar yaparlar. Tarihe bir "kader" gibi bakılamaz. İslamî hayat tarzı, dünyayı ihmal ve inkâr etmez, dünyanın ilahi değerler/ilkeler temelinde yaşanmasını ister. Değişmek, dönüşmek, yenilenmek demek, sekülerleşmek, seküler zamanlarla bütünleşmek demek değildir. Değişmek, dönüşmek ve yenilenmek tarihsel ve seküler zamanların karşısına bağımsız bir yorum ve modelle çıkmak demektir. Müslümanların modern-seküler yapılara uyum sağlamaya çalışmaları, mutlak ve kutsal alanı, bilinci tahfif etmek, ihlal etmek anlamı taşır. Modernitenin bir iktidar projesi olduğunu, bu projenin sömürgecilik yoluyla hayata geçirildiğini bilmek gerekir. Modernite, sömürgecilik ve ırkçılık birlikte var oldular ve bugün de birlikte hareket ediyorlar. Sömürgeci tahakkümü ortadan kaldırmakla sömürgeciliğe son vermiş olamayız. Aynı zamanda sömürgeci bilgi ve kültüre de son verebilecek bir zihinsel özgürlüğe sahip olabilmeliyiz. Sömürgeci bilgi ve kültürün egemenliği altında yaşamak, zihinsel ölüm süreçleri içerisinde yaşamaktır.<br />
<br />
Mutlak'ı, Kutsal'ı izleyerek, tarihsel zamana müdahale edebiliriz, tarihsel zamanları etkileyebiliriz. Bugünün gerçekliğine, hizip, mezhep ve ideoloji ufkundan bakmak kadar büyük bir körlük olamaz. Siyasetin mezhep gündemine göre belirlenmesi, mezhep aidiyetleri doğrultusunda tercihler yapılması toplumlarımızda yeni bir istikrarsızlaştırma dönemi başlatıyor. 16 ve 17'nci yüzyıllarda Avrupa'da yaşanan Katolik-Protestan çatışmalarını hatırlatacak ölçüde Sünni-Şii karşıtlıklarının, rekabetlerinin hangi mülahaza ile olursa olsun, yeniden icat edilerek gündeme getirilmesi kadar utanç verici bir gelişme olamaz. Mezhep rekabetleri gibi ilkel rekabetler aşılamadığı takdirde, gerilim zamanlarını yaşamaya devam edeceğiz demektir. Mezhep söylemi hiç bir şekilde mazur görülemez, meşrulaştırılamaz. Bir yanda modern tarihin dokunulmaz kılınan kategorilerine hapsedilirken, bir diğer yanda mezheplerin dokunulmaz kılınan kategorilerine hapsediliyoruz. Bu durum çok derin bir bilinç kirlenmesi ve karmaşası içerisinde bulunduğumuzu gösteriyor, parçalara bölünmüş İslamî bir aidiyet duygusuyla güçlü-etkili bir dil oluşturulamaz. Etnik/mezhep merkezli bir dil'den hiç bir şekilde bir gelecek umut edilemez. İbadetlerimiz tevhidi bir duyarlılıkla bizi dönüştürmüyorsa, biz, zamanı/mekânı/hayatı dönüştüremeyiz. Bilinçsiz ve içeriksiz, biçimsel dindarlığın, biçimsel ibadetlerimizin bize kazandırabileceği bir şey yoktur.<br />
<br />
İslam'ın amacı hayatı dönüştürmektir.<br />
<br />
Bilincimizi şekillendiren sömürgeci kalıntıların etkisi ve çok yönlü zihinsel bir kuşatma altında tutulduğumuz için, İslam'ın hayatı dönüştürme yolundaki iddialarını konuşmaya cesaret edemiyoruz.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<i>İktbas</i> Mart 2012<br />
<a href="http://www.iktibasdergisi.com/author_article_detail.php?id=534">kaynak</a><br />
<br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-15288030693152880832012-07-20T14:49:00.001-07:002012-07-20T14:49:26.818-07:00Abreg Togan ile Söyleşi (Emek ve Adalet Platformu)<i>Abreg Togan 1957 Kayseri doğumlu. Üç yıl ilahiyat okuduktan sonra iktisat bölümünü bitirdi. Mezuniyet tezini sendikalar üzerine yaptı. 1975’lerde Akıncılar hareketi içinde yer aldı. 30 yıldır “esnaf” olarak çalışıyor. Togan’ın taşeronlaşma sürecinin getirdiklerine dair bilgi ve eleştirileriyle ortaklık sisteminin hayata geçirilmesine ilişkin deneyimlerini sizlerle paylaşmak istedik. Kendisi ile yaptığımız söyleşiyi 3 parça halinde yayımlıyoruz.</i><br />
<br />
Emek ve Adalet Platformu'na bu kıymetli mülakat için müteşekkiriz.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: large;"><b>I. KISIM: </b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: large;"><b>TAŞERONLAŞMA, İHALE DÜZENİ, KIDEM TAZMİNATI</b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
Ne işle uğraşıyorsunuz, ne yapıyorsunuz?<br />
<br />
Ben aslında kamuda hizmet yapan bir müteahhidim. Yani ağırlıklı olarak personelin çalıştığı bir iş söz konusu. Kamu son yıllarda, on on beş senedir hizmetleri özelleştiriyor, klasik kelimesiyle. “Özelleştirme”den kasıt, “devletin yükünü azaltmak”. “Devlet ya da kamu hantaldır” mantığıyla bize bunu böyle sunuyorlar ama benim nazarımda öyle değil. Yani bir köprü ya da baraj müteahhitliği değil bu. Bire bir emekle, insanla, günlük iaşeyle alakalı bir konu. Bu, Türkiye’de bilinçli bir şekilde yapıldı. Bu tür özelleştirmeler yapılmasaydı bizim gibi müteahhitlikler doğar mıydı? Evet doğardı. Zaten burada anlatmak istediğim konu, devletin yapmadığı bazı işleri özel sektörün yapmasından öte, devletin, hükümetin yahut belediyelerin kendi yaptıkları işleri özele kaydırmaları. Ben bunu bize anlattıkları gibi anlamıyorum. Bu süreci anlamak için bunların hangi yasalarla yapıldığına bakmak lazım. Konuyu Kamu İhale Kurumu’nun oluşturulması ve ihale tekniğiyle beraber değerlendirmezseniz anlamazsınız. Ben Türkiye’de sendikaların da, bu konu hakkında konuşan siyasilerin de bu konuyu çok anladıkları kanaatinde değilim.<br />
<br />
Nitekim bir hizmet işi özelleştirilirken mesela belediye otobüs şoförleri hizmet işi özelleştirilirken ne tür sıkıntılar doğduğunu anlamazsak bunun niçin yapıldığını anlamayız. Bunları afaki konuşmuyorum. Aslında, kamu ihale uzmanıyım ben, işim bu. Kamu ihaleleri nasıl yapılır, bundan kim fayda sağlar, kim zarar görür, bunun halka faturası nedir? Ama bu topluma başka türlü lanse edilir. Bu algı toplumda hâlâ yaygın: “Devlet rüşvetten, kalitesiz adam çalıştırmaktan, denetimsizlikten, şundan bundan bu hizmetleri çok iyi yapamıyor. Özel sektör mantığıyla bunları yaptığımız zaman çok başarılı oluyoruz.” deniyor. Ben buna inanmıyorum. Ortada teknik tabiriyle personele dayalı bir iş var, bizim tabirimizle emeğe dayalı, yani insan unsurunun yoğun olduğu bir iş.<br />
<br />
Oysa, bu işi nasıl ucuza hallederiz mantığı, personele verilecek kıdem ve ihbar tazminatlarını nasıl keseriz şeklinde kurgulanıyor. Bildiğiniz gibi, bir işçi kamuda çalıştığı zaman, kıdem, ihbar, bunları hak ediyor, alabiliyor. Mesela 2 sene çalışan bir işçi dava açıyor alıyor. Kanuna göre bir yıl dolduktan sonra işçi kıdem ve ihbarı hak eder. Fakat özellikle bu hizmet ihaleleri 9 ay, 10 ay, 12 ay olarak çıkar. 12 ayın tamamlanmasına 15 gün kala bu müteahhidin işi biter, yeni bir hizmet müteahhidi gelir: “Efendim daha 12 ay dolmadı ki!” Velev ki 12 ay dolsa, işçi 12 ay çalışsa, o müteahhit tazminat vermek zorunda işçiye. Fakat kanuna göre, ihalede bunun yeri yok. Müşahhas bir örnek vereyim. Bizim yaptığımız bir işte, yıl sonunda işi bitirdik ve sonuçta işçilere kıdem ve ihbar veremedik. Çünkü kamu ihalesine girerken devlet diyor ki, 200 tane personel çalıştıracaksın, şu işi yapacaklar, şu ücreti alacaklar. Yani ihale öyle çıkar, işçinin alacağı ücreti ihaleyi açan kurum belirler. Asgari ücret vereceksin, yahut asgari ücret artı 10, yemek parası 5 lira, yol parası varsa var, diye çıkar ihale şartnamesi. Çıktıktan sonra firmalar alır bunu, oturur hesap ederler. Sonunda, bize maliyeti 5 lira, biz 5,1 atalım, 0,1 lira para kazanalım derler. İşte kamu tarafından bu 5 liralık maliyet, kıdemsiz ve ihbarsız çizgi esas kabul ediliyor. Örnek vereyim. Bir ihale çıktı, 12 ayı geçiyor, dedim ki, kıdemini ihbarını hesaplayın, fiyat çıkarın, kâr etmesek de olur, personel çalışır, iş tecrübemiz artar, vergi ve harçların dışında kâr koymadık. Girdik, fiyat attık, benden başka kimse atamaz dedim bundan daha düşük. Bir baktım, benden % 10 daha düşük atan bir firma var. Dedim ki önemli değil, kanunda kıdem ve ihbarın yeri var, kurum “açıkla bakalım bu fiyatı” diyecek, “bu işi benim yazdığım esaslara göre nasıl yapacaksın?” diye soracak. Bir baktım ki, ihale karara bağlandı ve ona verdiler. İtiraz ettim, bu firmaya veremezsiniz, bu 12 aylık bir iş, 12 ayın sonunda kıdemini ihbarını vermek mecburiyetindesiniz bu işçiye. Hayır, dediler, bizim için kıdem ihbar önemli değil. Ya nasıl olmaz?<br />
<br />
12 ay dolmadan işin bitmesine “girdi çıktı” diyorlar. Hatta bunu bazı ufak fabrikalar, atölyeler de yapıyor. İşçiyle 11 ayda bir sözleşme yaparak, işçiye hayatı boyunca kıdem tazminatı ödemiyorlar. Bu 2-3 sene devam etmiş, 3 sene boyunca “girdi çıktı” yapılmışsa, sen de bunu Çalışma Bakanlığı’na götürüp kanıtlarsan, o zaman kazanma ihtimalin var…<br />
<br />
Evet, Bakanlık’taki müfettişler işçi lehine karar veriyorlar. Fakat zaten aldığı asgari ücret; hangi işçi avukat tutacak, mahkemeyi izleyecek, ola ki beni tekrar işe alacak diye bu yola tevessül edecek? Ama bazı cevval, atak avukatlar var, işçileri bir araya getiriyor, “ben sizden avukatlık ücreti talep etmiyorum, ben bu davayı kazanırım kardeşim,” diyor. Bu tür olaylar da gördüm. Ama burada daha feci bir sorun var, onu anlatmıyorum. İşçinin 11 ay çalıştığı ve kanunen tazminatı hak etmediği durumu anlatmıyorum. Başka bir şey anlatıyorum. İhale açılmış, 12 ay, ve işçi 12 ay çalışmış. Adamın ihbar ve kıdemini nasıl ödeyeceksin? Devlet ücreti çıplak ücret üzerinden veriyor müteahhide. Müteahhit de aldığı parayı işçiye ödüyor. Devlet diyor ki: “İşçiyi kıdemsiz ve ihbarsız çalıştıracaksın!” Kamu İhale Kanunu’nun anlamı budur. Eğer devlet işçiyi kıdemli ihbarlı çalıştıracaksa, kıdemini ihbarını hesaplar, der ki: “Kardeşim, bu ihalenin en dip fiyatı şudur!” Neden? Yasa, “zararına iş gördürülemez” diyor. Yani bir işin maliyeti 5 lira, bir müteahhit kalksa dese ki ben bunu 4,5 liraya yapacağım. Hayır, diyor kanun, ya sen işçiye para ödemeyeceksin, ya malzemeden çalacaksın. Bu da değil benim anlattığım. Benim anlattığım bir facia: Devlet, işçiyi çalıştır, kıdem verme, çünkü ben sana vermeyeceğim, diyor. Peki sen bana vermezsen ben nasıl vereceğim?<br />
<br />
Bunun da müşahhas örneğini vereyim. Bir ihalede biz de kıdem ve ihbarı hesap etmeden fiyat attık yani ihalenin çıplak ücretini ve işi aldık. Sene sonunda işçiler bize dava açtılar. Dedim ki, haklı bu işçiler. Hukukçuma danıştım, dedi ki, sen de belediye şirketine dava aç ve açtık. Bize, “böyle bir ödeme kalemimiz yok,” dediler. Yani devletin, taşeronlaştırmadaki, onların deyimiyle özelleştirmedeki ana fikri kıdemsiz, ihbarsız işçi çalıştırmak. Tazminat miktarını bir kazanç haline getirmek, kapitalin içine sokmak için yaptılar bunu. Yani kamunun bu ihale şartnamesini düzgün çıkarmadığı yerden başlıyor bu iş. Bunu şu ana kadar hiçbir siyasimiz, bu konularla alakalı hiç kimse gündeme getirmedi. “Efendim, işçi kıdemsiz ihbarsız ne yapacak?” Ya kardeşim, Kamu İhale Kanunu çıkarken neredeydiniz?<br />
<br />
Sendikalar neredeydi? Bunların hiçbirisinin sendika hükümleri yok, sendika olamazlar. 1 Mayıs’taki gaye nedir? İşçinin çalışma ücreti ve süresiyle alakalı bir eylemdir. Bugün 1 Mayıs’ın rengi ve şekli nasıl değiştiyse… Yüksek sesle bağırır çağırırlar, siyasi ideolojik şeyler, ama bugün reel olarak işçinin sorununu dile getirmez hiçbirisi. Bu hükümet döneminde bu kamu ihale yasaları çıkarken hiçbir sendika doğru dürüst bu konuları dile getirmedi.<br />
<br />
Şimdi sizin gibi sivil toplum örgütleri taşeronlaşma diye bağırınca devlet ikinci bir akıl icat etti. Şunu net söylüyorum. Şimdi tasarı olarak görüşülen yasa, yine önceki yasadaki akla sahip. Devlet, görüşülen yasayı işçinin lehine gibi gösteriyor. Ama oradan bir fon, bir kaynak oluşturmak için böyle yapıyor. Nedir yasa tasarısı? Bakan açıkladı. Kıdem ve ihbar artık yıllık değil, üç ay çalışsa dahi işçi ayrıldığı zaman kıdem ve ihbarını alacak. Ama her ay belli bir hesaba bu parayı yatıracaksın, diyor. Bir işçi 10 ay veya 10 yıl çalışsa, hiç ayrılmadan, yatan paradan devlet bir fon oluşturmak istiyor. Hatırlayın, geçmişte bu tür fonlar oluşturuldu, mesela depremle alakalı. Devlet bu paraları biriktirip sonra bunları ne yapıyor, halka işçilere veriyor mu, takip etmek lazım. Bu her halükarda kaynak üretme beyninden çıktı. Yoksa, işçilerin mağduriyetini giderelim kaygısından çıktığını zannetmiyorum. Yine de, böyle olmasına rağmen, eskisinden bir nebze daha iyi, iyi işletilebilirse.<br />
<br />
Bütün bunlardan kastım şu: Bugünkü kamu ihale tekniğine göre, siz zannediyorsunuz ki, ihale denince düzgün bir rekabet oluyor… Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ne yazıyor? “Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Aynı onun gibi, Kamu İhale Kurumu’nun internet sitesine girin, Kamu İhale Kanunu’nda yazar: “Temel İlkeler: Madde 5. 1. Saydamlık, 2. Rekabet, 3. Kamu menfaati…” Bana göre hiçbirisi gerçekleşmez. Bizim Kamu İhale Kanunu aynı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na benzer. “Herkes eşittir,” der Anayasa, “ancak…” diye başlar, “askerler şundan yargılanamaz, devlet memurları bundan yargılanamaz, şu şöyle olamaz…” Ortada kala kala köylü çiftçi işçi kalır. Aynı, Kamu İhale Kanunu da başlar, “saydamlık, rekabet…” Yani iyi, doğru fiyat veren, hesabını düzgün yapan… Ve “kamu menfaati”. Bu laf o kadar büyük ki! Bizim kamu menfaatinden anladığımız nedir? Halkın menfaatidir. Spesifik olarak devletin menfaati deseler dahi, kamu menfaati bu cümlede olumlu olarak kullanılabilir. Ama hiçbirisi gerçekleşmez. Hemen altından başlar: “İstisnalar”. Buna onlar teknik tabirle 3G derler. “Doğrudan Temin: Madde 22. Aşağıda belirtilen hallerde ihtiyaçların ilân yapılmaksızın ve davet usulü ile doğrudan temini yöntemine başvurulabilir.” Acil, sağlık… Bugün bir Kırım Kongo Kanamalı Hastalığı (kene vakası) çıksa bu memlekette, nitekim de çıktı, kendi sektörüm, Sağlık Bakanlığı bunu acil koduna sokar, istediği ilacı istediği kişiden alabilir. Demek ki orada geçerli değil.<br />
<br />
Geçen gün, dikkat ettiniz mi, okullara bilgisayar donanımı alımı, yani birkaç milyar dolar, Bakanlar Kurulu Kararı ile İhale Kanunu’nun dışına çıkarıldı. CHP söylüyor da, altını çalışmadan söylüyor. Bir şey ifade etmiyor. “Efendim, bunu çıkarmamızın sebebi, yabancı şirketler girer de, onlar alır da, bunun işte teknik meknik stratejik falan filan…” Canım, onun önlemi bazı yasalarda var: “Yerli firma lehine % 15 fiyat avantajı uygulanacak,” yaz. Eğer yerliyi korumaksa maksat. Yok hayır o değil, amaç birilerine vermek.<br />
<br />
Şu süt ihalesini kim aldı? Büyük firmalar değil. Mesela bir Kayseri firması var. Süt işine ne zaman girdi, bir bakın bakalım. Bana göre son yılların en güzel buluşu, Twitter’da “sütü bozuklar” diye girmişler. Doğru, “sütü bozuklar”, başka anlam yüklemeye gerek yok! Bu sütler bozuktu anlamına gelir. Bu sütler nasıl, hangi ihale tekniğine göre, hangi fiyatlarla alındı? Hiç kimse konuşmuyor bak dikkat edersen. Süt bozukmuş da, tarihi geçmiş de… Ya bu süt kaç liraya alındı, ihaleler nasıl yapıldı, kimler bundan para kazandı? Bunlar şeffaf yürümedi ki. Beni Kamu İhale Kurulu Başkanı yapın, mevcut Kamu İhale Kanunu’na göre ben o ihaleyi istediğim kişiye veririm. Çünkü elli tane fuzuli evrak doldurtturuyor içine. Bu evraklarla ihalenin gideceği firma tanımlanıyor.<br />
<br />
Bakın, ben bu Kamu İhale Kurumu’nu bir teklifimi reddettiği için mahkemeye verdim. Kamu İhale Kurulu’nda, şikayete bakan bir komisyon vardır. Şimdi 1 milyar dolarlık yolsuzluktan bahsedilerek içeriye atılan Kamu İhale Kurumu’nun başkanı, komisyon başkanıydı. Diğer komisyon üyelerinden iki komisyon üyesi, bu firmanın şikayeti o kadar ciddi ki, bu işte bir terslik var, bunun savcılığa bildirilmesi gerekir, diyor. Fakat komisyon oy çokluğuyla karar aldığı için, o, gerekçeli karar diye yazılıyor, benim itirazımı reddediyor.<br />
<br />
Bakın, birbirinin aynısı iki davada, yüzlerce örnek gösterebilirim müşahhas, birinde A şehrinden yapılmış müracaat, birinde B şehrinden, işler aynı, şikayet konusu da aynı, Kamu İhale Kurulu birisinde lehte karar veriyor, birisinde aleyhte karar veriyor.<br />
<br />
Kamu İhale Kurumu’nun bir üst müracaat mercii İdare Mahkemeleri’dir. Hangi müteahhit idareyi mahkemeye verecek? Ben verdim. Bölge İdare Mahkemesi uzun uğraşlardan, 6 ay geçtikten sonra, “efendim, kamu menfaati, iş yürüdü, durdurulamaz” dedi. Orada belirtmeme rağmen, “burada kamu menfaati zedeleniyor, idarenin işi aksamayacak” dememe rağmen anlamadı. Niye? Bunlar İhtisas Mahkemeleri değil ki, bu hakimler karmaşık ihale tekniklerini bilmezler ki. Bilmedikleri için böyle hüküm verdiler. “Ya kardeşim, bu iş durmaz, merak etmeyin, bu tür durumlarda ihale teknikleri var, kamunun işinin durmaması için, bu yollar kullanılabilir,” dememize rağmen anlatamadık.<br />
<br />
Sonuç itibariyle Kamu İhale Kurumu’nda yapılan operasyonda bazı yolsuzluklar çıktı ortaya. Neticede beş tane adam, veriyorlar bir raportöre, ahlaklı vicdanlı bir iki kişi varsa gerekçesini yazıyor, bu böyle olur, diye, çoğu da incelemeden tıkır tıkır imzasını atıyor. Bunların çoğu işin ehli bile değil.<br />
<br />
Bu Kamu İhale Kurumu mantığıyla, demin bahsettiğimiz özelleştirme/taşeronlaştırma mantığıyla kim kazanıyor? Kazanan kim? Bir, hırsız müteahhit kazanıyor. İki, sözde kamu kurumları kazanıyor gibi görünüyor. Kaybeden kim? Dürüst müteahhit kaybediyor. Çünkü iş alamıyor. Kamu kaybediyor, iş gereği gibi yapılamıyor, en önemlisi kaybetme ve kazanma eylemi işin öznesi olan işçi hakkı üzerinden yapılıyor.<br />
<br />
İhalede verdiğin teklif dosyasına kıdem kalemini yazdığında da vermiyor devlet.<br />
<br />
Vermiyor değil, öbürü daha düşük olduğu için o kazanıyor. Sen yüksek teklif verdin diyor. “Ya efendim bu adama kıdem vermek lazım, bu bunu hak ediyor” deyince de, “bizi ilgilendirmez, öyle bir kalem yok” diyor. Devlet aslında taşeron işçinin kıdemini yok sayıyor. Öyle bir hakkı yok, diyor. Bu bahsettiğimiz rakam öyle basit bir rakam değil. Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yanılmıyorsam 25 iştirak şirketi var. Belki de daha fazladır, her gün bir tane kuruluyor. Bunlarda çalışan işçilerin % 90’ı taşeron işçidir. Bir gün bir belediye şirketinden gençler geldi bana. Dediler, “biz belediye şirketinde çalışıyoruz.” Belediye şirketinde çalışınca, belediyede çalışıyormuş, bir garantileri varmış gibi görüyor çocuklar haklı olarak. “Ama,” dediler, “bordrolarımızda başka bir firmanın ismi çıkıyor.” Meğerse belediye o işi taşeronlaştırmış. Ne için? Bu kıdemi ihbarı kesmek, sendikalaşmayı kırmak için, başka hiçbir şey için değil. Ne o firmayı biliyorlar, ne o şirketi tanıyorlar. Yine belediye şirketinde ama o firma üzerinden yapıyorlar. Son zamanlarda bu müthiş arttı.<br />
<br />
Daha netini söyleyeyim. Bu belediye şirketleri, diğer ifadesiyle BİT’ler, sendikaya giren işçiyi çalıştırmazlar. Onun için de buralarda sendika örgütlenmeleri olamaz. Müşahhas bir durum bu. Yüzlerce arkadaşım var, görüştürebilirim sizi. Atılan tutulan bir şey değil de, herkesin bildiği ve belediyenin de buna itiraz etmediği bir gerçek bu. Bir işyerinde böyle bir sendikal faaliyet başlamış, geldiler, “Bizi çağırıyorlar, ya sizi işten çıkaracağız, ya da sendikadan çıkacaksınız, diyorlar.” “E, nedir sizin kararınız?” dedim. “Ben evime nasıl ekmek götüreceğimin peşindeyim şu anda.” Cevap bu!<br />
<br />
Net söylüyorum, hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde, bütün belediye iştiraklerinde, yani BİT’lerde üst yöneticilerin, müdür, müdür yardımcısı, şef veya referans pozisyonunda olanların hepsi siyasidir. % 99’u bir İlçe Teşkilatı’nda görevlidir. Daha doğrusu İlçe Teşkilatı’nda görevli olduğu için oralarda müdür ya da müdür yardımcısı yapılmıştır.<br />
<br />
Sadece yöneticiler için değil. İl’den bir referans alınmadan hiçbir işçi alınamaz. Müteahhit ihaleyle işi kazansa dahi, İl’den İlçe’sinden iki üç referanslı olmadıktan sonra o müteahhit de işçi alamaz. Çok teknik mühendis kadroları farklı bir kategoridedir. Bunun dışında, iş bir uzmanlık gerektirmiyorsa, şoför, güvenlik görevlisi –Güvenlik Yasası’yla alakalı olarak tabii bir belgesi olması lazım–, işçi gibi, alınacak bütün elemanlar, bunları hepsi, İl Merkezi’nde dosyalar vardır, oralardan gelmeyen hiç kimse işçi alınmaz. Aslında belediyenin bütün personel alımının yönetildiği yer orasıdır. Bir tane adam, referanssız gitsin, ben işe girdim, derse, ben ona 10 sene ücret vermeye razıyım. Ama teknik bir konudur, ihtiyaç vardır, zaten o adam her yerde iş bulur. Sistem bu hale getirildi. Benim yanıma geliyorlar bazen çocuklar, bize bir referans ver, diye. Ben kendime referans değilim, size nasıl referans olayım diyorum. Artık bir maharet, bir emek, bir iş becerme ile o işte kalma mantığı çöktü. Bir adam ayarlama, bir referans bulma mantığı hakim oldu. Daha da acısı, çocuklar gidip İl ve İlçe Teşkilatları’na kaydolmaya zorlanıyor. Bu geçmiş dönemlerde de böyleydi. Ama şimdi çok daha büyük bir hızla yürütülüyor bu.<br />
<br />
Ne oluyor sonuç itibariyle? Şu anda işçi hiç sesini çıkaramaz. Ne hak talep edebilir, ne başka bir şey. Kaldı ki, şimdi öyle bir hale getirildi ki, bu BİT’lerde aykırı bir fikir söylemek dahi zorlaştırılmış durumda.<br />
<br />
Bütün bunları bağlayacağım bir müşahhas örnek vereyim. Bir gün cuma vakti bir şantiyedeyiz, şantiyenin içinde küçük bir mescit var, imamı da var, cumayı orada kılacakken, müdür yardımcıları dediler ki, biz Fatih Camii’ne gideceğiz. Burası da cami, niye Fatih, dedim. Oraya belediye başkanı gelecek, belediye başkanı gelince daire başkanları da gelecek. Belediye başkanına görünmek için Fatih Camii tercih edilir hale geldi. Benim demin anlattıklarım bunun yanında çok cüce kalır.<br />
<br />
İşin özeti şu: Çok ciddi miktarda BİT var. Bunlar Türk Ticaret Yasası’na göre benim firmam gibi birer firmadır. Fakat bu işler belediyenin şirketlerine verilir. Bunun yöntemleri, usulleri bilinir. Bunlar bu işleri istedikleri firmalara pas ederler. Bu belediye şirketleri bir kâr alır, kazanır. İşte o demin söylediğim siyasi kadrolardan girenler oralardan beslenir. Alttaki müteahhide verirler, o müteahhidin zaten canını çıkarırlar. Müteahhit bu sistemde nasıl para kazanabilir? Müteahhidin çalmadan çırpmadan bu sistemde para kazanma şansı yok. Neden? Bakın, net ve müşahhas başka bir örnek. Bundan 4-5 yıl önce, belediyenin fakir fukaraya, ihtiyaç sahiplerine Ramazan Kumanyası dağıtım ihalesi vardı. Ciddi rakamlar verdiler. Tahminim, 10-15 trilyon civarı. Bir gıdacı arkadaşım dedi ki, çok önemsiyorum, bu işe ben gireceğim, fiyat vereceğim, çok para kazanmak istemiyorum, iyi bir fiyat vereceğim, alacağım bunu, dedi. Çalıştı çabaladı, fiyatı verdi. Dedi ki, ya benden % 10 aşağı veren var. Ama bu mümkün değil dedi. Ben yıllardır gıda işindeyim, dedi, toptancılık yaparım. Şimdi o ihalede, her şey yazar sözde, zeytinin kalibresi belirtilir; büyüklük, çap, renk, her şey tarif edilir. Bu arkadaş, bu teknik şartnameye uygun olan zeytinin en dip fiyatını vermiş. Öbürü % 10 aşağı fiyat vermiş. Ne oluyor? O ihalede % 10 düşük fiyat veren şu anda milletvekili. Nasıl milletvekili? Zeytin var 5 liraya, zeytin var 3 liraya. Bu kabulü kim yapacak? Bir siyasiye, bir İl Başkanı’na, bir İlçe Başkanı’na posta koyabilir mi bu adam? Orada sıradan bir kabul memuru var, bir mühendis. Biz inceledik, zeytin çok daha aşağı bir kalibrede verildi. Yağ şu evsafta olacak, dendi. Arkadaş, ben bu kalibreden alacaklarını bilsem, % 20 daha düşük fiyat verirdim, dedi. Çalmanın yöntemi ve usulleri bunlardır. Her şey hukukuna uygun. Çünkü garip gurabanın, bana verdiğiniz bu zeytin gerçekten şartnameye uygun mudur, diyecek hali yok.<br />
<br />
Şartnameye uymuyor yani?<br />
<br />
Tabii ki uymuyor. Ama şartnameye uygun olup olmadığını kim denetleyecek? Bu teklifi verenin arkasında bir siyasi vardır. Onu denetleyen kişi bu siyasiye posta mı koyacak? Zaten o siyasi gelip Daire Başkanı’nın yanında bir oturur. O memuru, o kontrolcüyü bir çağırırlar, bir görünür o, sayın vekilim der, veyahut da bir şey der, o oradan anlar. Mehmet Abi’nin bir işi var, bir bakıver, derler. Eli titrer, çünkü yerinden olacağını bilir. Ha, buna direnen arkadaşlar var mı? Var. Onlara da hiçbir görev vermezler. Pasiftir onlar belediyede. Şu anda belediyede pasif görevde onlarca kişi vardır. Sabah giderler, otururlar, gazete okurlar, kötü bir masa vermişlerdir. Nedir? İşe yaramadıkları için değil. O çarkı döndürmedikleri için, o çarkta bir problem çıkaracakları için. Sistem böyle. İç kanaması var sistemin. Sistem bu kanamaya ne kadar dayanır bilemiyorum.<br />
<br />
Hiç kimse de ihaleye inanmaz. A, birileri çıkar deli dolu, rakam atar, şunu atar bunu atar, onun da iflahını keserler. Eğer bir ihalede, istemedikleri bir adam o ihaleyi almışsa, ona kök söktürürler, para ödemesini geciktirirler, kontrol mühendisiyle başını ağrıtırlar, sonunda illallah der, çeker gider. Size şimdi net bir örnek veriyorum. Bir araştırma yapın. Halk Ekmek Fabrikaları kuruldu kurulalı, İstanbul’un ekmeğinin dağıtımını kimler yapar? Malum firmalar. Geçen sene bir firma geldi, ben bu işi yapabilirim, ehil, adama kök söktürdüler, 800 milyar lira da ceza kestiler, iflahını kestiler. Ya, bu nasıl bir iştir? Bir fabrika kuruldu kurulalı hep aynı şirketler mi dağıtır ekmeği? Ne gerekir ekmek dağıtmak için? Kamyon gerekir, personel gerekir. Ama kimse giremez. Niçin? Onlar orada vardır. Geçen sene giren arkadaşlar perişan oldular, geri çıktılar. İşi mi yapamadılar? Onlardan daha güzel yaptılar. Bir bahane bulur, bir ceza keser, iki ceza keser, üçüncüsünde Kamu İhale Kurumu’nda yasaklı duruma getirirler. Sistem daha acımasız hale geldi çünkü pasta büyüdü. Nüfus azsa az ekmek satarsın, çoksa çok ekmek satarsın. Pasta büyüdükçe hırsızlık geometrik diziyle arttı.<br />
<br />
Bunları en iyi kendileri biliyorlar. Vicdanlarıyla baş başa oldukları zaman % 90’ı bunu söyleyecek. Diyorlar ki bu tür yanlışlıklar oluyor ama belediye başarılı. Arkadaş, bir belediyenin başarılı olup olmadığını ölçmenin yöntemi, ne kadar para harcadı, ne kadar iş yaptı, ne kadar haklara kurallara uydu, bunlara bakmaktır. Ne kadar para harcadığını biliyor muyuz? Bunu kimse sorguluyor mu? Hiç kimse sorgulamıyor. Ama en çok üzüldüğüm nokta, bu ihale teknikleri şunlar bunlar, hepsini bir kenara koyalım, bu taşeron işçilere yapılan zulümdür. Bu zulmün hesabı bunları zorlar. Net söylüyorum. Bu çocuklar, hiçbir garantileri yokken, orada çalışıyorlar, burada çalışıyorlar, devam ediyorlar… Yarın sabah kapı dışarı edilebilir, hiçbir güvencesi yok. Onun için de sessiz, itaatkar durmaya başladılar. Baskıcı bir idare var. Şef bir şey diyor, a siz onu bilmezsiniz, o filan ilçede İlçe Başkan Yardımcısı veya Meclis Üyesi dediler mi bitti, hiç onu sorgulayamazlar.<br />
<br />
Bu yeni yasayla engellenecek filan diyorlar ama temel zihniyet değişmediği sürece bu değişmez.<br />
<br />
Benim üzüldüğüm ne biliyor musun? Müslüman kimlikli insanların bu işçi hakkı konusundaki vurdumduymazlıkları. Gece yatınca nasıl uyuyorlar? Benim işçimin derdi bana dert oluyor arkadaş. Net söylüyorum, acayip şekilde dertleniyorum. Belediyeye dava açıp diyorum ki: Ben bu işçiye tazminat ödeyeceğim, bana tazminat ver. Size bir örnek vereyim. Böyle bir davanın bulunduğu yerde böyle bir iş yaptım. İşçiler belediyeyle davalık. Bunun şahitleri var. Gerekirse bu şahitlerin hepsini çağırabilirim, hâlâ görevdeler. Bu BİT hâlâ yerinde duruyor, hâlâ işçi çalıştırıyor. İkinci sene ihaleyi bana vermek için, beni desteklemek için, işçilerle kendilerinin arasında olan problemde kendilerinden taraf olmamı talep ettiler, çünkü onlar taşeronlaştırmış işleri, müteahhite belediyeden vermişler, işçiler dava açmış belediyeye, ayrılanlar var, haklarını talep ediyorlar. Bana dediler ki, siz mahkemeye mecburen gideceksiniz, önümüzdeki yıl ihaleyi istiyorsanız, bu mahkemede belediye BİT’i lehine şahitlik edin. Ben de dedim ki, ben doğrunun ifadesini vereceğim ve sorumluma talimat verdim: Gidiyorsun, evet bu işçinin söylediği doğrudur, bu işçiler bize belediye tarafından verilmiştir, diyorsun. Böyle dediğimiz için o çocuklar tazminatlarını çatır çatır kazandı.<br />
<br />
O olayın detayına girebilir miyiz? İşçiler ne için itiraz etmişlerdi belediyeye?<br />
<br />
Daha önce bu işi belediye şirketi yapıyordu. İşçiler de belediye şirketinin kadrosundaydı. Daha sonra kıdem tazminatlarını ödememek için, dediler ki efendim biz bunları özelleştirdik, ihale açtık, bir firmaya verdik. Çocuklara da, aynı haklarınızla devam edeceksiniz dediler, oraya geçirdiler. Çalışanı oldu, çalışmayanı oldu, öleni oldu.<br />
<br />
O zaman arada yeni sözleşme yaptılar.<br />
<br />
Tabii tabii. Firma ihaleye girdi, işe başlangıç tarihi koydu. O yeni firmayla sözleşme yaptı. İşçilerin bir kısmı başka iş buldu, ayrılınca tazminat talep ettiler. Firma da haklı olarak, benim tazminat verme hakkım yok dedi. 4 ay olmuş çalışıyorsunuz dedi. İşçiler 3 senedir belediyede çalışıyoruz, dediler. Belediyeye müracaat ettiler. Belediye, efendim biz o işi özelleştirdik, verdik, dediler. Dava açtılar işçiler toplu olarak. Daha sonra o işe aynı o firma gibi ben girdim, ihaleyi aldım. Yaparken işçiler dediler ki, bizim böyle bir davamız var, senden beklediğimiz adalet, dediler. Nedir dedim konu? Bizim davaya seni de çağıracaklar, bu işçiler nereden geldi sana diye soracaklar. Hiç tereddüt etmedim, biz daha önceki müteahhitten aldık, dedim. Böyle deyince, bunların müteselsilen belediyeden geldiği ortaya çıktı. Ne olur bir belediye için 1-2 milyonluk para? Kaç kişiydi onlar biliyor musun? Tahminen 300 kişiydi. Bu çocuklar şimdi ara sıra gelirler ziyaretime. Allah razı olsun. Ben bir sonraki alacağım işi reddetmek pahasına böyle yaptım. Böyle bir teklifi kabul etmiyorum, ihalenize de girmeyeceğim, dedim. Çünkü bir söz vermiştim. Gerçekten o işi yapsam ve para kazansam şu anda çok sıkılırdım. O gün o basireti gösterebildim. Gösteremeyebilirdim de. Dürüst olmak lazım. Çünkü bir işten bahsediliyor. Ama üzüldüğüm nokta şu: Bunu kurgulayan, bu işin sahibi, kime ne verileceğini, kime ne kıdem verileceğini, adam gibi bu şartnameye yazabilir; “Ey müteahhitler, bilmelisiniz ki, bu işe girenler bu işçinin hakkını verecekler. Vermezseniz paranızdan keser veririm,” diyebilir. Çünkü kamunun bu yetkisi var. Ama bilinçli bir şekilde “efendim, belediyeyi kâra geçirdik,” diyorlar. Ya nereden kâra geçirdin sen belediyeyi? İşçinin hakkı olan tazminatını gasp ettin, belediyeyi kâra geçirdin. Aslında normalde öyle bir kâr yok. Bahsettiğimiz şey 20-30 bin kişi ya, öyle basit bir iş değil. Belediye BİT’lerini öyle basit düşünmeyin. Korkunç rakamlar var. 4.000 çalışanı olan BİT var, 7.000 çalışanı olan BİT var. Bu insanların tazminatları verilmediği için belediye şirketleri kârda. Sen hakkını ver bakalım, kârda mı değil mi? Belediye BİT’lerine sen o işi niye pas ediyorsun? Aç ihaleyi, şeffaf, rekabete açık şekilde, arkadaş ben usul ve esasları yazdım, iş 12 aylıktır, 12 ay dolunca ben sana kıdemini veriyorum, de. Vereceksin, çünkü teminatı olduğu için müteahhidin, parasını alabilmek için sigorta vs. hepsini vermek mecburiyetinde. Kesin hakediş denilen bir şey var. Kesin hakedişin içine tazminatı da koy, bak bakalım nasıl oluyor? Ama devlet, hükümet yahut belediyeler yani işin sahibi bu hırsızlığı yapın diyor müteahhide. Bunun yolunu o gösteriyor. Çünkü bu dosyayı o biliyor, o hazırlıyor. Orada zımnen şöyle yazıyor: Her türlü kanuni hakları… Kardeşim, “kanuni hakları” yazıyorsun da, ben kanuni hakları hesap ederek sana fiyat veriyorum. kâr da koymuyorum. Niye bana bu işi vermiyorsun? İşçinin kanuni haklarını yazmayan adama veriyorsun işi. Başkaları yapabilir bunu. Ben kendimizi eleştiriyorum. Biz Müslümanlar olarak bu hale nasıl geldik?<br />
<br />
1 Mayıs’tan bir iki gün önce Antikapitalist Müslüman Gençler televizyonda konuşurken Ankara’dan yeni Hak-İş Başkanı telefondan canlı bağlandı. Dikkat ettiniz mi, orada bir şey söyledi. Vicdanının bir sesi var o adamın. Dedi ki: “Açık söyleyelim. Büyük firmalarda sigortasız ve sendikasız işçi çok azaldı. Sigortasız ve sendikasız işçinin % 90’ı malesef Anadolu Kaplanları’nda.” Kim bu Anadolu Kaplanları? Muhafazakar, sözde Müslüman, mütedeyyin insanlar. Yani bu kaplanlar aslında işçinin hakkını gasp ederek kaplanlaşıyorlar. Başka birisi çalmıyor. Efendim asgari ücretle sigortalayınca iş bitiyor. Bakın, özel sektörde kendi fabrikalarında çalışanlar belediye müteahhitlerinden daha da vahim. Biz, kamu müteahhitleri olarak, şu ücret verilecek denilen o ücret kadar sigorta yaptırmak mecburiyetindeyiz. Mecbursun, sigortaya bildirim yapıyorsun o dosyayla beraber. Yani adam 1.000 lira alıyorsa 1.000 lira üzerinden sigortalıyorsun. Ama Anadolu’daki fabrikalar işçiye 1000 lira veriyorsa onun üzerinden sigorta yapmıyor. Asgari ücret üzerinden sigorta yapıyor.<br />
<br />
İstanbul’daki orta ölçekli şirketler de öyle yapıyor.<br />
<br />
Sistem buna müsaade ediyor. Bunu bir zenginleşme, bir kalkınma, sermayenin güçlenmesi mantığıyla görüyor. Belediye şirketleri kâr etti, diyor. Bu kâr senin değil ki. İşçinin hakkını çarptın, buraya getirdin, kâr olarak görüyorsun. Örneğin demin bahsettiğimiz şirket 10-15 trilyona yakın bir tazminat ödedi. Eğer o belediye şirketi o 10-15 trilyonu ödemese sene sonunda 10-15 trilyon kâr gösterecek. Aslında işçinin hakkı. Biz hangi paylaşımcılığından, hangi işçi hakkından söz ediyoruz? Müslümanların emek, üretim araçları, üretim ilişkileri, böyle bir dertleri olmamış. Bunları görmüyorlar. Böyle bir şey yok. “Ben,” diyor, “ona iş verdim. O da benim kölemdir, köle gibi çalışacak.”<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;"><br /></span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Abreg Togan ile Söyleşi-2: </span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Ortaklık Denemeleri</span></b></div>
<br />
<br />
<br />
Buraya kadar eleştirel kısım gibi oldu. Peki ne yapılabilir sorusuna dair, kendince uğraştığınız, üzerinde düşündüğünüz neler var?<br />
<br />
Evet. Bütün bunları konuşmak bir şey ifade etmiyor. Bir kişiyi, bir sistemi eleştiriyoruz. Ama ortaya ne koyuyoruz? Biz ne yapmaya çalışıyoruz? Ben 30 senedir bu işlerle uğraşıyorum. Benim ilahiyatçı kimliğim de var iktisatçı kimliğim de var. Biz bu olup biteni eleştiriyoruz. Bu okumalarımızı nasıl hayata geçirebiliriz, diyoruz. Nasıl bir şeyler yapalım diye düşünüyoruz. Son 5-6 senedir bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bunun alternatifinde bir şeyler ortaya konulabilir mi, bir denemeler yapılabilir mi diye bir çalışma başlattık. Aslında kurduğumuz sistem çalışıyor. Ama lanse etmek için biraz daha oturmasını beklemek gerekir. Bu işe girişmemizin bazı sebepleri var. Bunun temeli, ahlaki bir sorunumuz var. Dedik ki bizim işlerimizin ne olacağı belli olmaz. Türkiye konjonktürüyle de alakalı. Biz çok büyümek, holding olmak niyetinde olan birisi değiliz. Ağırlıklı olarak da emeğe dayalı işler, hizmet işleri.<br />
<br />
Uğraştığımız bir iş kolunda, bize 5 sene, 10 sene çalışmış arkadaşlarımız vardı, onlara sizi bu işe ortak edelim dedik. Ortak olması için sermaye gerekir. Biz onlardan bir sermaye talep etmedik. Onların çalışma dönemlerini, tazminatlarını hesap ettik. O işi bizzat onlar yaptıkları için, dedik ki arkadaş biz size ortaklık teklif ediyoruz. İstiyorsanız biz de size ortak olacağız. Ama hiçbir zaman hissenin büyüğü bizde olmayacak. Mesela, yaptıklarımızdan örnek olarak, bir mobilya işimiz vardı. O örnekte çok iyi de yürütemedik ama yürütemeyişimizin sebebi ilgisizlikti. Arkadaşlar dediler ki, sen bire bir ilgilenemiyorsun, yoksa bu iş gayet iyi yürür dediler. Dedik ki, siz olsanız bu işi daha iyi yürütür müsünüz? Evet yürütürüz, dediler. O halde gelin biz sizi ortak edelim dedik. Bütün makinaları her şeyi devrettik. 7 hisseden 1 hisseyi biz kendimize aldık. Sonradan dedim ki, arkadaş, siz artık oldunuz, bir abi, bir kardeş olarak biz sizin yanınızda oluruz tabii ama siz artık kendiniz devam ettirebilirsiniz. Dikkat ederseniz, biz şirketi devrederken bir Şam şeytanlığı yapmıyoruz, resmen devrediyoruz, bu sizin, diyoruz. Tazminatlarınızı hesap ediyoruz. Zaten bu işler çok büyük işler değil. 8-10 kişinin ailesini geçindirecek bir iş. Basit mobilya imalatı yapılıyor, çok büyük sermaye gerektirmiyor, 10-15 kişi çalışabiliyor, 6-7 kişi ortak oluyor. Biraz küçülttüler. Şu anda orada 7 aile, bir yerde işçi olarak çalışacağına, en azından işçinin kazanacağının iki mislini her aile kazanıyor, kendileri ortak.<br />
<br />
Tabii onu yürütmenin zorluğu biraz da şu: O arkadaşların bu kolektif mantığı (ortaklaşa) benimsemeleri gerekiyor. Bizde biraz çalışınca ona uyanları görüyoruz. Ve onlar kendi aralarında bir arkadaş grubu oluşturuyorlar. Diyorlar ki, a biz bu işi yaparız. Eyvallah, dedik, terk ettik, çalışıyor. Geçen gün beni aradılar, gelmiyor musun, diye. Nasılsınız, dedim, nasıl işler? İyi, geçiniyoruz, durumumuz iyi, dediler. Rahatladım. Tazminatlarını hesap ettim, makinaları da devrettim. Benim derdim, verebilmeyi becerebilmek, verebilmek. Bir insan vermeyi kabullenmezse olmaz. Ne oldu? Bu insanlarla benim hukukum gayet iyi, devam ediyor. Şirketi çalıştırıyorlar, üretiyorlar, satıyorlar. Fakat bir atölye gibi çalıştırıyorlar ve daha önce bir işçi olarak kazanacaklarının bir buçuk mislini kazanıyorlar. Yanlarına da birkaç tane işçi aldılar.<br />
<br />
Başka bir iş daha vardı. O benim çok eski işimdi. Gıda, su, meyva suyu satış yerleriydi. Eski işçilerimi, şoförlerimi çağırdım, bu işi yapmayacağımı söyleyerek başladım. Ben bu işten çıkacağım dedim. Siz bana bir teklif getirir misiniz, dedim. Hemen teklifi getirdiler, işi yapan kendileri zaten. Dediler, bize araba lazım, bunu nasıl yapacağız? Dedim ki, arabalarımı size veriyorum. Biz bunları nasıl ödeyeceğiz? Dedim, sizin alacağınız tazminatlar var, gelin bakalım. Oturduk, tazminatlarını hesap ettik. Ya yeter mi? Yetmezse sonra siz bana ödersiniz. Onları da aynı şekilde yaptık. Hatta onların depo kiralarını da 2 sene ben ödedim. Çünkü işi hemen oturtmaları zordu. Şimdi orada da 6-7 arkadaş kendi arabalarıyla çalışıyorlar, kendi işlerini yapıyorlar. Aynı yine eski yaptıkları işi yapıyorlar ama şimdi işin sahipleri onlar. Orada da kolektif bir ortam oluyor. Çünkü şehrin bir bölgesine su satan adam, diğer bölgesine aynı sudan satan adam arkadaşı değilse, birbirleriyle rekabet ederler. Ama bunlar eskiden beri o bölgelerde çalıştıkları için arkadaş olmuşlar. Bunların bir arkadaş grubu olması önemli. Birbirleriyle ailecek görüşüyorlar.<br />
<br />
En son, geçen sene, daha profesyonel, müdür gibi, idareci gibi arkadaşlarla niyet ettik, iş arayışlarına bakalım diye. Bu işi aslında bizim yapmamız için kendileri önerdiler. Tekstil işi. Üzerinde çalışın, dedik. Gayet güzel kendi iş yerimizde yürüttüler. En sonunda dedik ki arkadaş, siz 4 ortak olun, beşincisi biz olalım. Bizi, dedim, içinizden birisi temsil etsin, ben gelmeyeyim. Soracağınız bir şey olursa sorarsınız. Şu anda yürütüyorlar. 3 tane dükkan açtılar. Bazı sıkıntıları var. Çünkü işin hacmi biraz daha geniş. Dükkan tutmaları gerekiyor. O arkadaşların da tazminatlarını hesap ettik, onlara sermaye olarak onu aktarıyoruz. İşi atölyede pişirerek onları işyerinin sahibi yaptık. Eğer işyerinde 2 sene benim telefonlarımla benim işlerimi de yaparlarken o işi oluşturmasalardı, 2 yıl önce ayrılsalardı kesinlikle batarlardı. Çünkü dükkan kirası ödeyecekler, vergi ödeyecekler, sigorta ödeyecekler, kendi ailelerini geçindirecekler. Yani buradaki gaye şu. Burada niyet önemli. Bu adamları iş sahibi yapmak niyetin var mı senin? Varsa bunu becerebilirsin.<br />
<br />
Buradaki gaye şudur: Ben şimdi o arkadaşlara gittiğim zaman, iş yaptıklarını görünce mutlu oluyorum. Bir de, bana öbür dünyada soracaklar, bu insanların haklarını ne yaptın diye.<br />
<br />
Kamudaki ihaleleri anlatan güzel bir söz vardır… “Güneş çarığı sıkar, çarık da ayağı sıkar”. Biz kamuya diyoruz ki, ya arkadaş bize sınır çizgisini tazminat noktasına koy. Hayır diyor, ben net ücrete bakarım. Sen bana vermiyorsun ki ben buna nasıl vereceğim? Ama kendi özel işimizde Allah’a çok şükür bunu düzelttik. Şu ana kadar sigortasız hiçbir işçi çalıştırmadık.<br />
<br />
Bakın size bir şey söyleyeyim. O bahsettiğim ortakların bir sıkıntısı olsa beni ararlar. Benim bir ödemem olsa, para ihtiyacım olsa ben de onları arıyorum. Çünkü, onları tanıyorum, onlarla beraber çalıştım. İki şirket birbirinden faizsiz borç alıyor bak. Bu güveni tesis etmek lazım. Bu sistemi oluşturmaya gayret etmek lazım. Vermenin zevkini duymak lazım. Vermenin büyük bir zevki vardır, ancak bu zevki tam manasıyla verince anlıyorsun.<br />
<br />
Burada önemli bir konuya değinmek istiyorum. Adama veriyorsun, al tazminatını git diyorsun. Sözde sen sorumluluğunu yerine getirmiş oluyorsun. Bunu yapan Müslüman bile çok az. Ama ben tazminat ödendiğinde bile işverenin vazifesini yaptığını zannetmiyorum. Gelmiş, ömrünü sana harcamış çocuk. 15 yılını senin yanında geçirmiş, muhasebe müdürü olarak. Ne yapacak şimdi bu çocuk? Yeni bir yere alışacak bilmem ne. Diyoruz ki kardeşim, siz de bizim gibi iş sahibi olun. Bunun bir acemiliği olacak. Anadolu’da güzel bir laf vardır. Acemi nalbant gavur eşeğinde öğrenir. Çakar, söker. Acemi nalbant da bir yerde öğrenecek. Yani siz benim firmamı gavur eşeği gibi kullanın. Burada çocuklar 2 yıl, işlerini kendileri yürütmeye başlayana kadar, normal ücretlerini aldılar, ailelerinin geçimlerini sağladılar. İşin olacağına akılları yetti. Tamam, dediler, bu iş artık tutuyor. İnternetten satıyorlar, şuradan buradan satıyorlar. Bu iş tuttu, bu iş olacak, dediler. Eyvallah, dedik. İşlerini yürütürlerken, dediler ki, bize daha geniş bir yer lazım. Uygun bir yer tuttular, orada çalışıyorlar.<br />
<br />
Bütün bu sistemden benim çıkardığım bir şey var. Bizim çalıştırdığımız işçiye karşı sorumluluğumuz sadece onun ücretini bu sistemin belirlediği şekilde vermek değil. Sen başka yollar ara. Nedir aradığımız yol? Bu adamı nasıl bir iş sahibi yaparız? Çünkü bizim bir iş tecrübemiz var. Olur olmaz bir işe girerler, ellerindeki üç kuruşu da çarçur ederler, sıkıntıya düşerler. Fakat onları, kendilerini geçindirecek, daha rahat olacak, yanlarına 3-5 işçi alacak işlere sokuyorum. Mesela bir iş önerdiler, hayır dedim. Sizin sermayeniz bunu kaldırmaz, yarın aileleriniz sıkıntıya düşebilir, dedim. Sözümü dinlediler, girmediler. Doğru yaptılar. Şimdi ben onlara bedava danışmanım, çok iyi arkadaşım, onlar da benimle çok iyi arkadaşlar, şu anda telefon açayım, hepsi buraya gelirler, oturup sohbet edebiliriz. Öncelikle benim onlara patronluk yapmadığım fikrini onlara veriyorum. Kandırarak değil. Diyorum ki arkadaş, biz sizinle iş ortağıyız. Siz hissenizi aldınız bu işten.<br />
<br />
Eğer işçiyi ortak olarak görürsen, ortağımdı, hissesini aldı gitti, bütün tecrübesini bana harcadı, gençliğini bana harcadı, dersin. Sen diyorsun ki, al şu tazminatını, işin bitti, git bir köşede otur. Niye ona bir iş kurmadın? Bu tecrübeye ortak değil mi adam? Onun için Müslümanların bu modeli denemesi lazım. Bırak orada değiller. Adama tazminatını vermiyor, sigortasını doğru dürüst yapmıyor. Bunları verdiği zaman kendini işçinin her türlü hakkını verdiğini zannediyor. Hayır kardeşim. O sınır, sıradan bir adamın sınırıdır. Bizim inancımızda öyle değildir. Adamı iş sahibi yapabilirsin. İşte o zaman bu iş geometrik diziyle büyür. İnsanlar ekmeklerini kazanır.<br />
<br />
Bize yönelttikleri temel soru: Siz mülk karşıtısınız, büyük fabrika nasıl kuracaksınız? Sermaye… Bakın, ben o 4 arkadaş grubuyla beraber aslında büyük bir firmayım. Çoklukta birlik gibidir bu. Birlikte hareket edebiliriz biz onlarla. Ancak kapitalist sistem o şirketlerin hepsinin benim ve onların da benim işçim olmasını ister. Normal yürürlükteki sistem öyle. Hepsi benim olacak, hepsi de benim işçim olacak. Onu bir güç zannediyorlar. Halbuki güç o değil. Biz Müslümanlar bunu iyi yansıtamadık. Örneğin; bu el niye böyle, beş parmak? Beş parmağı birleşik yaratabilirdi Cenab-ı Allah. Parmaklar bitişik olsaydı çok güçlü mü olurdu bu el? Beş parmak olduğu için güçlüdür, çünkü bir araya gelince yumruk olur. Bak bu, çokluktan birliktir. Ne pahasına olursa olsun bu modelleri denemek mecburiyetindeyiz. Ben şimdi diyorum, bu çocuklar bu işleri yürütemeyebilir. Olabilir, mümkündür. Ama biz göz kulak olmak mecburiyetindeyiz. Yahu, 50 sefer aynı suda mı yıkanacağız? Ben bir kere yıkanmışım. 30 yıldır yıkanıyorum. Şöyle bir şey yapmayı düşünüyoruz, diyorlar. Yapmayın, diyorum, o şöyle şöyle tehlikeler doğurabilir. Mesela o arkadaşlarla biz dış ticaret denemesi de yapıyoruz şu anda ufak ufak. Bir konteynır meyve suyu satıyoruz. Ben de ortağım onlara. Geliyorlar bana, şuraya bir konteynır mal satalım, diyorlar, tecrübenizi arttırın diyorum. Peşin sat, peşin al, diyorum, şöyle yap, böyle yap, bir alış. İşte Afrika’ya gidiyor, geri geliyor. Şurada şunu gördüm, burada bunu gördüm, diyorlar, zamanla bu tecrübelerle olgunlaşacaklarına inanıyorum.<br />
<br />
Yani işin özeti, ben camiden çıkarken, çok ağır hasta, çok mağdur olduğuna inanmadığım kişiye kolay kolay para vermem. Cami yapılmasına da çok yardım etmem. Benim bir kuruşum varsa, ben işçime vermeye çalışırım. Beni bundan mesul tutacak. Herkes bunu yapacak. Ama ben kendi işçimin sigortasını ödemeden, bu vakıflara, camilere yardım edemem. Bu camilere yardım edilmeyeceği anlamında söylemiyorum bunu. Öyle bir kastım yok. Benim ortağım bu insan, ilk önce ortağın hakkı verilmeli.<br />
<br />
Bir gün bir işçimiz var, çok kaliteli olduğunu duyduğum. İşyerinde gördüm, hayırdır, dedim. Şoförlük yapıyor. Muhasebeci dedi ki, bunun kredi kartına haciz gelmiş. Kanunen öyledir, firmaya yazı yazılır, maaşın dörtte birini kesip oraya yollamak mecburiyetindesin. Hayırdır, dedim, niye öyle oldu? Oldu abi falan filan dedi. Çok beyefendi, çok çalışkan, çok ailesine bağlı bir adam. Bir ay sonra gene gördüm, gene öyleydi. Niye böyle oluyor, deyince, biraz hışımla odama girdi, ne yaptıracaksın bana, dedi. Ben üniversitede iki tane çocuk okutuyorum, senin bana verdiğin ücret 1.000 lira, dedi. Belediye 900 küsur lira veriyor, ben 50 lira da yol yardımı falan filan diye ilave yapıyorum. Evim 400 lira kira, 2 tane üniversitede çocuk var, dedi. Takla attırıyorum, makla attırıyorum, bu çocuklar mezun olacak, ondan sonra bakacağız, dedi. Dedim, arkadaş, sana söyleyecek hiçbir şeyim yok. 2 tane çocuğu üniversitede okutmak o kadar kolay mı zannediyorsun, dedi. Bütün hayatımı bu 2 çocuğa vakfettim, dedi. Nasıl okuyorlar? Çok iyiler, dedi. Dedim, sen yolunu bulmuşsun kardeşim. 1-2 sene sonra mezun olacaklar, o zamana kadar sürükleyeceğim, dedi. Yani söylemek istediğim şudur. Çok az cami yaptırdınız diye bize hesap sormayacaklar. Her şey artıyor. Ama aynı oranda eksilen bir şey var Müslümanlarda. Bölüşüm ve hak meselesinde ciddi sorunlar görüyorum. Benim de birçok yanlışım eksiğim yapamadığım edemediğim var ama hiç olmazsa diyorum, bizde çalışan 15-20 tane delikanlı şu anda iş sahibi oldular, ortaklıklar yapıyorlar. 3 senedir devam eden var buna. 4. seneye girmiş. Ben hâlâ diyorum ki, denenmelidir, yapılmalıdır. Keşke daha iyi yapabilsek. Ne oluyor? Yeni genç bir kadro geliyor, onlar da yetişiyor. Görüyorlar. Bu sistemin çalışacağını yeni katılan arkadaşlara uygulamalı olarak aktarıyorlar. Ben kendi firmamı verdim onlara. Yeni bir firma kurmayın dedim, bak firma var hazır. Bu bir model… Biz bugünün zamanına bir alternatif üretemezsek, ortaya modeller koyamazsak… Efendim, nasıl koyacağız? Hiç uğraşmadık ki. Uğraştık mı? Kim ne uğraştı? Hiç kimse uğraşmadı. Bana bir tane zengin Müslüman çıksın desin kardeşim… Ancak şunu yapar, ramazanda kumanya dağıtır, vakfa bilmem ne gönderir, camiden çıkarken biraz sadaka verir. Ya kardeşim, sen işçinle ortaksın ortak. Sen bu ortaklığı hallettin mi? Ne diyor Cenab-ı Allah? İki kişi ortaksa üçüncüsü ya benim ya şeytan diyor. Ortağına kazık atan Allah’a kazık atar, benim inancıma göre. Ben onları ortak görüyorum. Bir model denemesi yapıyoruz biz burada. Becereceğimize inanıyorum, iyi niyetli olarak. O arkadaşların yeterliliğiyle de alakalı biraz. Yeterlilikten de kast ettiğim, ilgi ve irtibatın devamıdır.<br />
<br />
Bu bir nevi usta çırak ilişkisi gibi… Az da olsa benziyor.<br />
<br />
Aslında o çocuklar bir iş yerinde 5-10 sene çalıştıktan sonra, o işte senin kadar ehiller. Fakat senin kadar imkanları yok. Sermayeleri olmadığı için cesaretleri yok. Bizim yaptığımız çalışanları ortak gibi görüp ortaklığın gereği olan. Bir şey olmaz, biz beraberiz, yürürsünüz, acemiliği burada giderin, demek lazım. Böyle modelleri hiç denemedik.<br />
<br />
Patronun işçisine bakışıyla ilgili…<br />
<br />
Evet. Sermayedar, çalışan bir işçi kendisinden ayrıldığı zaman şöyle bir hisse kapılıyor. Kendisine düşman gibi görüyor, ondan ayrıldığı için kendisinden bir şey götürüyormuş gibi bir hisse kapılıyor. Yani o insanın bir iradesi olduğunu, ayrılabileceğini, kendisinin ayrı bir iş kurabileceğini işte bunu kabullenemiyor. Onun için de hele hele bizim İslami camiada kendisinden ayrılan adamla konuşmuyor. Ne demek yani, sen nasıl bir iş kurduysan bunun ahlaki olan, insani olan, İslami olan tarafı, o insanın da iş kurması değil midir? Yani bu küslüğü, bu kavgayı neye dayandırarak yapıyorsun? Bir tek egona dayandırıyorsun, başka bir şey değil. Yani diyorsun ki ben patronum, bu da işçi. Hani bir şarkı var ya “işçisin sen işçi kal” diye. Bu insan kendini geçindirip işini yaparken bir taraftan da ömrünü sana harcıyor kardeşim. Yani sen gitsen, birinin yanında iki sene çalışacaksın, deseler, kişisel olarak benim zoruma gitmez ama, o sermayedarların zoruna gider. Yahu Allah onu da yaratmış, seni de yaratmış. Ne farkınız var? Bir farkınız yok, olmaması da lazım.<br />
<br />
Bu eğitim kültürü, bu din algısı maalesef böyle bir ürün ortaya koyuyor. Çünkü bizim din algımızda patron patrondur, işçi de işçi.<br />
<br />
Tarihimizde, zanaate dayalı işlerde usta-çırak sistemi var mesela. Buna niye sıcak bakmıyorsunuz?<br />
<br />
Ben bunu tecrübe açısından gerekli ancak netice açısından yeterli görmüyorum. Bunda da bir yöneten ve yönetilen var, yani tam bir ortaklık yok orada.<br />
<br />
Ama bu sonra ortaklığa evriliyor ve çırak da nihayetinde usta oluyor.<br />
<br />
Hayır. Ortaklık, farklı bir tanımdır. Bunlar çalıştırıldığı zaman ortak olarak görülmesi lazım, çalışanlar aslında benim tecrübemin de ortağıdırlar. Çünkü ben onlarla birlikte çalışırken bu tecrübeyi elde ettim. Yani onlar iş ürettiler, ben yönettim. Bu tecrübe bireysel olarak benim tecrübem değil.<br />
<br />
Orada patron olarak şeffaf davranmanız gerekiyor.<br />
<br />
İşte ben onu söylüyorum. Yani benim kanımca, bu iş yapabilme becerisi bende bir tecrübe birikimi oluşturuyor. Şimdi, aslında bu tecrübe yani ilim olarak kabul edelim ilim sadece benim değil ki, aslında tüm çalışanların emeğiyle oluşan bir tecrübedir. İşte bugünkü temel sorun buradan kaynaklanıyor zaten. Yani sermayedar diyor ki, bu fabrikayı ben kurdum, ben olmasaydım sen çalışamazdın. O çalışmasaydı da sen fabrika kuramazdın. Bir de tersinden bak olaya kardeşim. Ben bu tecrübeye nasıl eriştim? Genel olarak daha fazla uğraştığım için bunu kazandım. Peki bu tecrübede işçinin payı yok mu? Ya, al sen tazminatını git, diyorlar, bunu bile yapmıyorlar. Ben de diyorum ki, bunlar benim yönetim bilgimin ortakları. Buradan pay vermem lazım bunlara. Diyorum ki, şöyle bir iş var veya onlar bir iş öneriyorlar veya benim bırakmak istediğim bir iş var. Bu işi biz istiyoruz dedikleri zaman hadi gelin yapalım diyorum. Onlara hadi gidin, siz ne yaparsanız yapın, demiyorum. Bana ihtiyacınız olduğu her zaman bana sorabilirsiniz. Ben de sizin bir yanlışa doğru gittiğinizi görürsem sizi uyaracağım. Ben onları yönetmek istemiyorum. Ama bende olan tecrübeyle onlara diyorum ki, bakın ben böyle görüyorum, alın bir bakın dediğim zaman bakarlar. Bu farklı bir yaklaşım, müslümanın bunu anlaması lazım.<br />
<br />
İşverenler “ben şöyle ettim, ben böyle ettim” diyor. Sen yalnız başına hiçbir şey etmedin. Onlar birlikte etti, görünen yüzüsün sen bu işin. Sen sadece temsil ettin. Bu işin altında bu adamların hepsinin emeği var. Bu adamlar olmasa sen yoktun. Hele hele hizmet işlerinde bu çok daha önemli. Yani onların katkısıyla aslında sen bu bütün olup bitenin görünen yüzüsün. Sana kalsa, sen yapmış oluyorsun. İşte bu kapitalizmin gerçek yüzüdür. Müslümanın böyle düşünmemesi lazım. Müslüman işçisini ortak görmek mecburiyetindedir. Ama az hisse ama çok hisse. İşçi, işveren, bunlar bizim terimlerimiz değildir. Bugünkü anlamı itibariyle söylüyorum. Bu nedir? İşveren işçisini istediği zaman çıkarabilir. Bugünkü modern işçi hakları bile bizim Müslümanların mantığından bile daha ilerde. Hiç olmazsa ihbar verdiriyor, süre tanıyor. Ama bizimki ne, şeyh-mürit ilişkisi üzerine kurulmuş. Şeyh dedi müride, git! Hadi, gideceksin. Gel dedi, geleceksin. Böyle bir şey yok kardeşim. O senin ortağın.<br />
<br />
Burada çaycıya bile, “Ayşe Hanım çay getirir misin?” diyeceksin. Yemek yapan bir bayan var. Diyorum ki en çok değer vereceğiniz budur. Onun yaptığı işi hiçbirimiz yapamayız. Bu yüzden, akşama kadar simit satan ve kazandığıyla ailesini geçindiren bir adamdan daha onurlu bir adamın bu ülkede yaşadığına inanmıyorum. Bir berber büyük onura sahiptir. Adamın kulağının kılını alıyor. Onun için bana sorarlarsa ben esnafım diyorum. Hiçbir zaman ben tüccarım demedim. Onun içini kendime göre dolduruyorum. Sonuç itibariyle ben, bu bizim Müslüman işadamlarının böbürlenerek, her şeyi kendilerinin becerdiğini zannederek, 3 kişiye iş verip acayip havalara bürünmelerinden rahatsızım. Geçen gün karşılaştım. Bu cenahtan çok büyük bir tekstil firması sahibi. Kendini nasıl anlatıyor? İşte şöyledir, böyledir falan. Dinledim dinledim. Sonunda dedim, ya işçinle münasebetin nasıl? Hele hele senin işin tamamen personele dayalı. Ben buradan bakarım senin büyüklüğüne. Senin kalıcılığın da buradadır. Ama bu onun hiç meselesi değil. Ne diyorsun ya, diyor sana. Onun meselesi başka: Ne kadar mal satmış, ne kadar ihracat yapmış, ne kadar acayip makinaları varmış.<br />
<br />
Peki bu adama antikapitalist gençler “abdestli kapitalist” deyince niye kızıyorlar? Kapitalistler gibi aynı şeyi yapmıyor mu? Hem de daha katı şekilde. Fark olarak da sadece göstermelik olarak cuma günleri camiye gitmelerine müsaade ediyoruz. Onun dışında başka bir şey yok. Daha iyi yemek mi veriyorlar, ne yapıyorlar? Daha iyi ücret mi veriyorlar. Kapitalist mantık beynine çakılmış ya, bu fabrikayı ben kurdum diyor. Ben yaptım diyor. Bir de şöyle acayip bir ifade kullanıyor. “Efendim, biz 200 kişiye ekmek veriyoruz burada.” O sana ekmek veriyor, o çalışmasa sen aç kalırsın. O altındaki jipe de binemezsin. Hiçbir zaman gerçeği söylemediler. Çalışmasınlar bakalım, bir gün ekmek veriyor mu onlara. Ama söylem şekline dikkat. Bu söylem bile hatalı bana göre.<br />
<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: large;"><b>Abreg Togan ile Söyleşi-3: </b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: large;"><b>Din Algısı, Müslüman İşadamı Tipi ve Özelleştirmeler</b></span></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<br />
<br />
Bazı ilahiyatçılar, Müslümanlıkta işçi-işveren diye bir şey yok diyor mesela, Kuran’da böyle bir şey yok. Ama öyle söylüyor ki, soyut bir şey gibi. Pratikte bunun hiçbir anlamı yok aslında.<br />
<br />
Meseleyi kıvırtmaya gerek yok, kitabın ortasından konuşmak lazım. Bugünkü Türkiye’nin temel sorunları: işçi-işveren ilişkisi, müslüman tüccar-piyasa ilişkisi, Türkiye’nin siyasi döngüsü, aile içi ilişkiler, cemiyet içi ilişkiler… Bütün bunların temelinde bireysel olarak hiç kimsenin suçu yok. Suç, bize belletilen din algısındadır. Bütün bu sorunların görünen yüzünü iki defa kazı, altından bu çıkar. Hatta bazı konularda tek kazışta bulursun bu algı sorununu. Neden din sorunu peki? Çünkü bu topraklarda insanın kodunda din vardır. Bu kod nasıl enjekte edilmişse ürünü de öyle veriyor. Bakın bize din sadece “işçinin hakkını alın teri kurumadan verin” diye sloganik bir şekilde içi doldurulmadan ezberletilmiştir. Bu bir öğretme metodu değildir. Bize emek-sermaye ilişkisi bağlamında din tanıtılmadı. Eğer tanıtılsaydı, bir ortaklık ilişkisi olarak tanıtılacaktı.<br />
<br />
Din bize şeyh-mürit ilişkisi (yöneten-yönetilen) olarak tanıtıldı. Eğer öyle tanıtılmasaydı, bu Kuran’ın tek tek her insana indiğini anlayacaktık. Bunu pek çok şekilde örnekleyebiliriz. Kadın-erkek ilişkilerine de götürebiliriz. İtaat kültürüyle yetiştirildik, tenkit yoktur bizde. Tenkit demek, karşı gelmek değildir. Tenkit demek karşımdakinin söylediğini aklım ve vicdanımla değerlendirerek içselleştirmem demektir. Bugünkü Müslüman müteahhit tipi aslında kendileri kötü oldukları için ortaya çıkmadı. Nedir peki? Bunlara din ve din kaynaklı ilişki biçimi hap gibi yutturulduğu için bağırsaklarını patlattılar. Parayı hazmedemedik, ilişkileri hazmedemedik. Aslında bir çok arkadaş vay bu halimize diyor. Bundan ne anlaşılması gerekir? Bu vahiy bize ne söylüyor, ne amaçlıyor, bunu hiç araştırmadık. Hacı efendi söyledi, hoca efendi söyledi, küt diye aldık. Bana şu an din nedir diye sorsalar, iman kelimesini bir kenara koyarak, tenkit derim. Bu vahyi anlamak için tenkit etmek lazım. Yaşamdaki çelişkiler neden oluyor, kim nasıl sebep oluyor, vahyin ışığında sorgulamak lazım.<br />
<br />
Bize ne öğrettiler peki? Duymuşsunuzdur, ben 30 yaşıma kadar onu duydum: Görev istenmez, verilir. Bundan dolayı, ben şu işi iyi bilirim,bu işe talibim diyemezsin. İşte bu bakış açısı bütün meselelerimize sirayet etti.<br />
<br />
Sizin bu ortaklık girişiminiz, vicdana dayalı istisnai münferit bir örnek olmaktan çıkıp ahilik gibi, ahlaka dayalı bir kurumsallaşmaya nasıl dönüşebilir? Nasıl yaygınlaşabilir? Bunun kurumsallaşması lazım ki bir anlamı olsun çünkü. Bir dönüşüm olacaksa, bu ufak bir grubun, bir iki kişinin yapacağı bir şey olamaz, topyekün halkın yapması gereken bir şey. Sonuçta halk bu kapitalist ilişkilerden rahatsızlık duyuyor. Hem kapitalizmden rahatsız, hem de Müslüman olarak rahatsız bu durumdan. Bir yandan karamsar bir tablo var. Mesela adam diyor ki, ben olduğum için 200 kişi var. Biz de diyoruz ki, hayır, o 200 kişi olmazsa sen olmazsın, onlar sayesinde ekmek yiyorsun…<br />
<br />
Aslında oradaki herhangi bir işçiyi patron yapsan o da o patron gibi davranacak. Çünkü bu öğreti sisteminden bu çıkıyor. Onun eğitim kodlarında o var. Bu bir dönüşüm meselesidir. Bize fil hep arkadan tanıtıldı, neticesinde de onu et yığını olarak gördük. Lakin, Allah’a iman etmek ona güvenmekle alakalı bir şeydir. Ben, bu çalişanlara bu imkanı verdikçe, ibadet ettiğime inanıyorum. Size bu ne acayip adammış dedirtmek için, o imajı vermek için konuşursam ben kaybederim. Ama doğru bildiğim şeyi elimden geldiğince anlatabiliyorsam, o zaman kendimi ibadette görürüm, bu da bir ameldir benim nazarımda.<br />
<br />
Ben şunu diyorum: Bu din algısı değişmediği sürece… Daha temelden söylemek gerekirse, melankolik-şizofrenik bir Allah inancından sirayet eden bir din algısıyla bu insanlar ancak bu kadarını yapabildiler. Mecnun’un Leyla’yı araması gibi bir Allah inancı empoze ediliyor bize. Müslüman Allah’ını böyle aramaz, vicdan-akıl merkezli bir arayış emreder. Ben 30 yaşıma kadar, namaz kılarken, hocaların, sözde alimlerin söylediği gibi Allah’ı düşünmeye çalıştım. Ama hiçbir zaman düşünemedim. En sonunda bir boşluk olarak düşündüm. Ben Allah’ı düşündüğümü sanıyormuşum. Ve bir gün dedim ki, bu bana öğretilen Kuran bu toplumsal olaylara çözüm üretemez. O zaman da küfre düştüğümü düşündüm. Dedim ki, bana verilen bu hapı aldım, içinde ne var gerçekten bilmiyorum, bu hap bana çare olmuyor. Bu öğretilen şekliyle çare değildir, diyordum. Sonra, ben kendime inen bir Kuran gözüyle baktım, bu toplumsal sorunlara nasıl çözüm üretmiş Kuran, bunu gördüm. Evet, bu kitapta çözüm var, yeter ki Kuran’a temel vahiy prensipleri çerçevesinde bakılsın. İnsanlar, asırlarca tefekkür ve tezekkür denklemi dışındaki yaklaşımlara meylettirildiler, toplumsal sorunlara deva olamadılar. Eğer, eşitlik, adalet, özgürlük, hak hukuk perspektifinden bakılsaydı (tam da Kuran’ın bize emrettiği gibi) sanırım bu halde olmazdık.<br />
<br />
Ben bir kapitalist olsam 3 keçi daha katmaya çalışırım sürüme. Ama ben öyle değilim ki. 3 keçi bana fayda değil diyorum. Ben o hapı bırakınca, hayır, diyorum, bu 3 keçinin fazla olması bana bir kâr getirmiyor. Bana başka bir şey kâr getiriyor. Bölüşebiliyorsam en güzeli… Bizim köydeki Mehmet Efendi’nin din algısı, eğer içindeki vicdandan beslenen tefekkürü içeriyorsa, bir alimin din algısından özü itibariyle daha az değerli değildir. Hacim itibariyle küçüktür. Bakın içinde adalet, ama eşitlikçi adalet, hak hukuk kavramı varsa o adamın içinde, bu verdiğim paye az bile. Eğer az bilene bu toplum cahil diyorsa, bu toplumun bütün kodlarının değişmesi lazım. Halbuki bizim dinimiz az bilene cahil demiyor. Ebu Cehil cahil miydi? Hayır, tüccardı, devrin ileri gelenlerindendi. Ama mala, mülke, heva ve heveslerine teslim olduğu için cahildi, elindeki bu imkanlarla büyüklük taslayıp, insanlara tahakküm ediyordu. Onun için bu çağrıyı doğru yapmak mecburiyetindeyiz. Efendim, o üzülecek, bu kırılacak diye oturduğumuz yerde duramayız.<br />
<br />
Dünya hayatı iki şey üzerinde döner: sermaye ve emek. Bu ikisinin arasındaki ilişkinin türlerinden sevap kazanırsın, günah kazanırsın, zulüm yaparsın. Biz bu ikisi arasındaki denge noktasını (sırat-ı müstakim) belirlersek işte o zaman çok şey kazanırız. Peki bu denge noktası, bizim inanç değerlerimizde var mıdır? Evet vardır. Peygamberimizin hayatı ve sünneti tamamen bunlarla alakalıdır. Ama bize bu öğretilmedi, kendimiz de kafa yormadık. Düşünme, sorgulama, tefekkür ve tezekkür kabiliyetini yitirdik. Tefekkürü hindi gibi aval aval bakmak, tezekkürü temel kodları (emek, adalet, eşitlik, özgürlük) vurgu ekseninden çıkarıp sadece ritüellere bağlayan bir cemaat ve ana işlevinden (dayanışma, yardımlaşma) uzaklaştırılmış bir cami söz konusu bugün. İmam çıkmış kürsüde faizden bahsediyor. Neden bahsediyorsun, cemaatin hepsi faize bulaşmış, sen dahil… Balatayı sıyırmış arabaya benziyor bu. Debriyajı çekiyorsun ama hareket falan yok. İnsanları kendilerine getirmek, bunun yöntemlerini aramak lazım.<br />
<br />
Bir kere bu gerçeği algıladığın zaman, bir şeyler yapmak mecburiyetindesin. İnanacaksın ya da inanmayacaksın bu meseleye. Eğer inanıyorsan güveneceksin. Bu çağrıyı yapmak lazım. Bu, toplumda karşılık bulur. Ama bu çağrıyı gereği gibi yapmak lazım.<br />
<br />
Ben siyaset denilen kurumu şöyle görüyorum. Birisi dağa karşı bağırır ve dağdan cevap gelmesini bekler. Siyaset budur. Zamanını bilmek lazım. Öğlen bağırırsan bu gürültüde bir ses duyulur mu? Vaktini, yükseltini, ses tonunu ve hangi vadiye doğru bağıracağını iyi bilmen lazım. Bize peygamber sünnetinin öğrettiği budur. Onun için bu söylemi dillendirmek lazım. Yoksa hepimiz vebaldeyiz. Kuran ile insanların arasına birileri bariyerleri koymuşlar, kimsenin Kuran’a ulaşmasına imkan vermiyorlar. Her yerde hurafeler. Yüz tane hurafe radyosu var. Gece gündüz insanları uyutuyorlar, temel prensiplere (hak, eşitlik, adalet, barış vs.) vurgu yok.<br />
<br />
Ne zaman emek-sermaye ilişkisi üzerine konuştuk? Efendim olmuyor. Yahu hiç konuşmadık ki! Bu bizim gündemimiz değil sandık. Ana gündem maddesini dışarıda tuttuk, işin teferruatıyla uğraştık. Bir uğraşalım, bir konuşalım bakalım. Yüzlerce başörtüsü eylemi yaptık. Ama bir gün Müslümanlar işçi hakları için ses çıkarabildi mi? Ne bekliyorsun? Hiçbir şey söylemedik ki. Sonra da diyoruz ki, bu dağdan ses gelmiyor.<br />
<br />
“Müslümanlar işçi hakları için bağırmadı,” diyoruz. Ama o hak, işçilerin kendi hakları aslında. Yani müslüman bağıracaksa, başkası değil, kendisi işçi olduğu için bağıracaktır zaten.<br />
<br />
Biz Müslümanlar olarak, işçileri –bağıracaksalar bile– bağırtmamak için uğraşırız. Ben sorunu başka mahallede aramam. Kendi mahallemde ararım. Niçin? Terbiyeli dediğimiz, hak aramayan, sorgulamayan, itaatkar işçi tipini Müslüman işçi tipi diye sunduk. Yahu kitabı kaptık, yoksula fakire bununla alakalı söz söyleme hakkı bırakmadık. Kendi hakkının o kitabın içinde olduğunu göstermedik biz. Yok dedik, biz sana ne söylediysek sen onu yapacaksın. İşin özeti şu: Bir söz vardır: “Haraba kul olduk bezm-i dünyada, azad olsak da bir olmasak da bir.” Biz haraba kul olduktan sonra, özgürmüş gibi yapamayız, Müslüman gibi göremeyiz. Yanlışa ve kötüye kulluk ederek Müslümanlık taslayamayız.<br />
<br />
Biz topluma hep kötü örnek olduk. Gençliğimizde, Türk filmlerinde zalim ev sahibi olarak gösterilenlerin hep böyle hacı baba, tespih elinde kişiler olduğunu görür ve çok kinlenirdik. Müslümanları hep böyle gösteriyorlar, bilerek yapıyorlar, diyorduk. Bu bir yere kadar doğru olabilir. Ama toplumda bunun karşılığı olmasaydı böyle bir tip ortaya çıkmazdı, sürdürülemezdi, karşılık bulmazdı. Bu gerçekten böyle. “Mülk Allah’ındır” diye yazar. Ama Allah’ın hissesini hiç takmaz. İmamların % 90’ını toplayın şöyle bir soru sorun: Sizin dininizde emek-sermaye ilişkisi nasıldır? Ne diyorsun ya, komünist gibi konuşma, derler. Niye? Çünkü bunlar bizim literatürümüzde yok sayıldı.<br />
<br />
Ama kul hakkı derseniz anlar.<br />
<br />
Kul hakkını da nasıl anlıyor? Bayram namazı öncesi çıkıp fitre diye verdiğin üçkuruşu, birkaç fakiri doyurmayı anlıyor. Bizim imam, safa dizilmeyi, ayak parmaklarının aynı hizaya gelmesinden ibaret sanıyor. Safa dizilmek, yanındakini tanımakla alakalı bir şeydir. Namazda selam veriyorsun mesela, bu nedir? Sağım solum, sizinle barış, kardeşlik ve eşitlik ilan ediyorum, demektir. Ama adam yanındakini tanımıyor. Kimse kimseyi tanımıyor, zengin fakirin halinden anlamıyor. İki adam namazdan çıkınca biri simit satmaya gidiyor, diğeri fabrikasının başına. Aynı safta namaz kılmışlar ama birbirlerinden haberleri yok. Bunu da bize şöyle satıyorlar. Efendim bizim dinimiz öyle bir dindir ki, fakiri de zengini de aynı safa getiriyor, ikisini de secdeye vardırıyor. Yahu Allah zalim mi ki, seni böyle eğip büküyor. Allah seni eşitleyerek ders veriyor. Ama maalesef işin şekilciliğine takılmış, ruhunu kaçırmışız.<br />
<br />
Bir müşahhas örnek vereyim. İkitelli Sanayi Bölgesi’nde iş yerlerinin ortasında insanların evlerine uzak bir yerde bir cami var. Buranın imamını duyuyorum. Şöyle vaaz ediyor, böyle vaaz ediyor, diyorlar. Ben de arada denk geldi, birkaç sefer uğrayıp dinledim. Bir gün de arkadaşlar, Hoca gelecek, sen de gel çay bahçesinde oturalım, dediler. İstemeyerek de olsa gittim. İşte tazim gösteriyor falan. Yahu dedim, bir işe yaramaz bu hoca. Ne diyorsun falan dediler. Yahu dedim 3 defa vaazını dinledim. Allah sana işçi ve işverenin bol bulunduğu bir yerde vaizlik yapma nimeti vermiş. Ama sen hiç işçi hakkı konuşmazsın. Yok caminin mermeri, yok sergiyle para toplamadan bahsedersin. Bir gün de o işçilerin durumunu düşünerek şöyle bir şey dedin mi? “Ey işverenler, duyuyorum, görüyorum, yılda ikişer üçer defa umreye gidiyorsunuz ama bu işçileriniz burada aç, perişan.” Senin yerinde olsam, fabrika fabrika dolaşır, patronlara çıkarın şu işçilerin bordrolarını derdim. Bunu söyleyince kızdı falan. Ama ikinci gün beni aradı ve vallahi doğru söylüyorsun, dedi. Dedim ki, sen söyleyemezsin zaten. Senin paranı oradaki 4 tane fabrikatör veriyor. İlk önce bunu bırak. Geçinmem için şu torbaya 25 kuruş atın, de. Bak göreceksin o işçiler patronlardan çok atarlar. Ama yeter ki hakkı savun.<br />
<br />
Şu temel meseleyi anlayamazsak bu iş yürümez. Ben bugünkü aile içi şiddetin temel nedeninin ekonomik olduğuna inanıyorum. Bir örnek: Meşrubat depom varken bir arkadaşım vardı. Zor bela konuşarak adamı ikna ettik muhtar yaptık. Bir gün aradı, “ben bu muhtarlığı bırakacağım, mahalle sorunlarla dolu, bense bir şey yapamıyorum,” dedi. “Madem beni muhtar seçtiniz, işsiz iki adam var, bunları depona al çalıştır.” Olur dedim. Geldiler, birisi hafif spastik özürlü, birinin de tek gözü görmüyor, bir ayağı da hafif sakat. Su şişeleriyle meşrubat şişelerini ayıklamak lazım. Bunu yapın dedim. Pek de iyi çalışamıyorlar. Onların yaptıklarını başkaları tekrar düzeltiyor. Yurtdışından çok değer verdiğim bir arkadaşım geldi ziyaretime. Birkaç gün bende kaldı. Bu arkadaşları da işyerimizde tanımış oldu. Dedi ki, sen yanlış yapıyorsun, gönder bunları evlerine, maaşlarını evlerinde ver. Hoşuma gitti bu fikir. Neyse, çağırdım bunları, siz evinize gidin, sigortanız devam edecek, burası çalıştığı sürece de ücretlerinizi yollayacağım. Birisi kabul etti. Diğeri, spastik olan arkadaş ise geri döndü. Seninle bir şey konuşabilir miyim, dedi. Dedi ki, ücretimi yarıya indir ama ben bu işe her gün gidip geleyim. Niye dedim? Biraz zorlayınca, eşim iki yıldır bana karılık yapmıyor, çocuğum bana bakmıyordu. Ama şimdi karım yemeği önüme getiriyor, çocuk eve girince boynuma sarılıyor, hani çikolatam diye. Yani adam diyor ki, benim kazandığım bu ekmek bana aslında tekrar şahsiyetimi kazandırdı. Ne müthiş bir ders, ibret alana.<br />
<br />
Yahu evdeki eşlerin durumunu düşün. Evde ne konuşur bu insanlar paradan, ekonomik sıkıntıdan başka? Niye? Aldıkları para yetmiyor da ondan. Yöneticiler diyorlar ki, eskiden asgari ücret şuydu, bugün bu kadar oldu, şu kadar arttı falan. Yahu kardeşim eskiden zaruri gider 5 kalemdi, şimdi 15 kalem oldu. 15 sene önce cep telefonu diye bir giderimiz var mıydı? Şimdi gerekli bir ihtiyaç. Ücret içerisinde zaruri gider kalemlerinin oranı yükseldi. Cep telefonu zaruri bir şey artık. Yetişkin bir çocuğun baba bana kontör yükle dediği zaman alacağı olumsuz cevap karşısında neler olabileceğini düşünebiliyor musun?<br />
<br />
Bütün bunlarda temel sorun, üretim ilişkileri sorunudur. Bugün bankalar kudurmuşçasına para topluyorlar. Yıl sonunda halka açık şirketlerin bilançoları açıklanır. Büyük firmaları inceleyin. Bilançoları şöyle çıkar: Faaliyet gelirleri 5 lira, faaliyet dışı gelirler 55 lira. Nedir bu faaliyet dışı gelir?<br />
<br />
Devlete verdiği borçların faizi…<br />
<br />
Evet. Büyük firmalar aslında banka gibi, devlete borç vermekle geçiniyor. Bizim başbakanımız da çıkıyor manşet attırıyor: Good bye IMF. Yahu Mehmet’e borcun olacağına Ahmet’e olmuş. Türkiye’deki ihracatın ithalatı karşılama oranına bir bakın. İhracatın ithalatı karşılama oranı gittikçe geriliyor. Ana veri budur, üretim-katma değer bununla değer bulur.<br />
<br />
Bir arkadaşım var. 25 kişi çalıştırıyordu, kapı kolları yapıyordu. Bir gün gittim fabrikada tık yok. Ne yapıyorsun, dedim. Dedi ya dayanamadım. Kapattın mı, dedim. Yok dedi. Artık oğlanı Çin’e yolluyorum. İki ayda bir konteynıra yükletiyorum orada malları, burada satıyorum. Burada sigorta falan bunu karşılayacak durumum yok dedi. Katma değere bakar mısın. Oradan geliyor mal. Sadece civatalarını takıyor. İthalat büyüyor. Bunu ihraç ettiğini farz et başka bir ülkeye; ihracat da büyüyor. Böylece, gayrisafi milli hasıla da büyümüş oluyor, sonra fert başına düşen milli gelirde artıyor görünüyor. Ancak, ana veri olan ihracatın ithalatı karşılama oranı düşüyor. Buna bağlı olarak gerçek üretim geriliyor.<br />
<br />
Türkiye’de enflasyonu canavar olarak yansıttılar, yeneni de kahraman gibi gösterdiler. Halbuki enflasyon canavar filan değildir iktisatta. Enflasyonun çoğu canavardır. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için biraz enflasyon iyi bir şeydir. Ateş gibidir, canlı tutar, diri tutar. Doğru iktisat politikalarıyla yukarıdakilerle aşağıdakilerin arasındaki makasın kapanmasında kullanılabilir.<br />
<br />
Memur zamlarına ne diyorsunuz?<br />
<br />
Geçen gün açıklandı işte zamlar. Bu ülkede her şey güllük gülistanlık, ekonomi müthiş, büyüme oranımız Çin’e yaklaştı. Sayın Başbakan çalışanlara % 3 zam açıklarken, daha fazla verirsek Yunanistan gibi oluruz, diyor. Bu çelişki değil mi? Yahu arkadaş, sen uçtuk yükseldik, işte Çin % 11 büyüdü, biz de böyle büyüdük diyordun. Bu büyümeden bu çalışan pay almayacak mı? Almayacak.<br />
<br />
Bunları daha birkaç gün önce, 1 Mayıs’ta işçinin-memurun hak taleplerini dile getirecekleri yerde kürsülerine bakanı çıkarıp alkışlatan sarı sendikalara sormak lazım. Neye benziyor biliyor musun? 11 Eylül’de kan gövdeyi götürüyordu, 12 Eylül’de her şey sustu diyorlar ya. Neydi bu? Darbeye zemin hazırladılar, olayları manipüle ettiler, deniyor. Ben aynı ona benzetiyorum. Bakanı kürsüye çıkarıp alkışlatanlar üç gün sonra % 3’le karşılaşıyorlar ama ciddi bir tepki vermiyorlar. Bu nasıl yaman bir çelişki? Peki Memur-Sen temsil hakkını bileğinin hakkıyla mı kazandı? Hangi siyasi baskılarla yapıldı bunlar? Bunlar sendika değil, sarı sendika. Ben üniversitede mezuniyet tezimi sendikalar üzerine yazdım. Bu sendikalar çalışanın hakkını savunmak için kurulmamıştır. Hiçbir şey de savunamazlar. Şimdi dananın kuyruğu kopacak. Sendikalarla zam pazarlığı yapıyorlar. Eğer % 3’te ısrar ederlerse demeyecek mi insanlar, “hani ekonomimiz büyümüştü, bu oran nedir?” diye. Merak etmeyin dananın kuyruğu kopmaz %4 yapar, anlaşırlar nitekim anlaştılar.<br />
<br />
Bizi Yunanistan’la korkutuyorlar. İşçiye gelince Yunanistan’ı, büyümeye gelince Çin’i hatırlıyorlar. Çin de işçisini ezdiği için büyüyor. Başka bir şey değil. Adamların tuvalete bile gitmeye izni yok. Birleşik kaplar teorisi işte. İşte belediye şirketi kâra geçti. Hangisi kâra geçtiyse gidin bakın işçisini eziyor. Efendim çıkıyor, çok zeki iş adamı. Yahu onun zekiliği çalmakta. Zekiliği, uyanıklığı, işçisinin hakkını yiyen, bu verilerle işini büyüten adam olarak gördük.<br />
<br />
Antikapitalist Müslüman Gençler hareketine nasıl bakıyorsunuz?<br />
<br />
Arkadaşlar güzel söylediler, biz camide namazımızı kılıp, meydana namazımızla geldik, namazımızı bırakıp gelmedik, dediler. Ermeni meselesi, kürt sorunu, bunları kendi aralarında tartışabilirler. başka meseleler de tartışılmalıdır ancak isimlerine atıfla daha çok emek-sermaye ilişkileri ve bu konularla alakalı kapitalist sisteme dönük eleştirilere, kendi yaklaşımlarına, alternatif önerilerine yoğunlaşmalıdırlar kanaatindeyim. Felsefi tartışmalardan çok hayatın pratik gerçekleriyle ilgilenmenin gerekliliğine inanıyorum. Biraz sindire sindire, boşlukları doldurarak uygulama pratikleri geliştirerek sürdürmek lazım. İşçilerin, ezilenlerin, mağdurların hakkı için bir araya geldiklerine göre, pratik hayatla ilgilenmek mecburiyetindedirler. Ana söylemindeki hamlıkları, boşlukları gidereceksin. Sen kendi köklerinden, değer yargılarından, imanından koparsan, aynı bazı solcuların yaptığı gibi teferruatlarda ve felsefi tartışmalarda boğulursun, hiçbir şey yapamazsın. O temel kodun duracak. Bu tür çıkışları pohpohlarlar, bu arkadaşlar da genç, sen başkalarını eleştirirken bu gaza gelir, bu trene binersen yazık olur. Ne yaptığını bilen kararlı bir şekilde gitmek lazım. Bununla birlikte önemli bir çıkış, vicdanlı bir çığlık olarak görüyorum.<br />
<br />
İslam iktisadı alanında çalışan bazı akademisyenler var.<br />
<br />
Bir şeyleri teorik olarak söylemek kolay, eşitlik adalet özgürlük… Bunu pratikte nasıl uygulayacaksın, mesele burada. Dünyadaki örnekleri bilmek lazım. Trampa mrampa bir şeyler söylüyor mesela bazıları. Bunlar bana bu zamanın söylemi gibi gelmiyor pek. Biz bu zamanda bu şehirde söylem geliştirmek mecburiyetindeyiz. Yani her konuda zamanın sözünü söyleyebilmeliyiz.<br />
<br />
Olacak inşallah. Bazı insanlar var, tam gerçekliğin ortasında, hayatın içinde, somut durumu biliyor. Bazıları da bunun teorik temellerine, tarihte nasıl yapıldığına bakıyor… Ne o tek başına yapabiliyor, ne o tek başına yapabiliyor. İşin akademik tarafı da değerli çünkü bunun tarihte nasıl yapıldığını anlamadan bu zamanda gerçekleştiremeyiz. İslam iktisadıyla ilgilenen ve emek meselelerine giren insanlar var. Bunları buluşturmak, kaynaştırmak, söylediklerini sentezlemek lazım. Akademisyen diye kenara ayırmaktansa değerlendirmek lazım. Onlar değerlendirmesin kendi fikirlerini, o problem değil, biz değerlendirelim.<br />
<br />
Karşılaştırmalı şeyler de yapabilirler, başka şeyler de yapabilirler. Müşahhas bir örnek vereyim, ben şuna çok karşıyım mesela. Bizim Çerkes derneklerinden arkadaşlar dediler ki, “kültürümüzü kaybediyoruz, temel değerlerimiz yok oluyor, bunları yaşatmamız lazım, bunun için Tekirdağ tarafında bir arsa alıp köy kuralım, müthiş bir şey olur.” Ben ise, bu yönteme kökten karşıyım, dedim. Siz hayatın içerisinden çekilip bir fanus içinde yaşamaya başlayacaksınız ve bunu bir model olarak sunacaksınız. Toplum mühendisliği gibi bir şey bu, doğru değil ki. Herkes yazın köylerinde, kültürünü yaşasın, bu olumsuzlukları mahallinde tartışalım, konuşalım, dese… Demiyor, çünkü o hayatın gerçeği. Öbürü film. Hayat yaşamın içerisinde pratikle yüz yüze gelinerek çare aranırsa inandırıcı olur. Biz çözümü ve çareyi hayatın içinde aramalıyız.<br />
<br />
Bir de daha büyük özelleştirme hikayeleri var.<br />
<br />
Bakın, dikkat edin, şimdi otopark mafyası diye bir muhabbet çıkardılar, bugünlerde konuşuluyor. Türkiye’de hiçbir şey kendiliğinden gelişmez. Durup dururken Değnekçi Yasası nereden çıktı? Paraya müteallik bir şey varsa, bunun arkasındaki bilmeniz gerekir. Hatırlayın, İDO 860 milyon dolara satıldı, özelleştirmeden hemen sonra Yeni Şafak manşet attı: konu ile ilgili bakan için “TAV Bakanı” dedi.. Hükümetin bakanı için Yeni Şafak gazetesi “TAV Bakanı” yazar mı? Ne oldu biliyor musunuz? İhale dosyasında zeytinin kalibresiyle oynadılar burada da. Açık artırma olduğu için, 860 milyon dolara bağladılar, çıktılar işin içinden. Sonra ne oldu? Bir yönetmelik değişikliği yapıldı ve TAV’a Türkiye’nin bütün limanlarında sefer yapma yetkisi verildi. Eskiden İDO’nun hattı belliydi. İhaleye katılan başka bir firma dedi ki: “Biz 800 milyonlarda kaldık. Eğer bu yetkinin verileceğini bilseydik, 1 milyar 300 milyon dolar verirdik.” gazete aynen böle yazdı. Önce ihale edip daha sonra yönetmelikle işi kârlı hale getirmek vs.<br />
<br />
Bakın, izleyin şimdi. İstanbul’un bütün otoparklarının % 99’unu, büyük bir başarı diyerek, hatırlayın, değnekçileri temizledik, şunu yaptık, bunu ettik, dediler, İSPARK aldı. Geçen sene Koç, İSPARK’ı özelleştirsinler, 4,5 milyar dolar veririm, dedi. Belediyenin en kârlı, en kral işi; 24 saat tıkır tıkır para kazanacak iş. Şimdi bunu pazarlıyorlar. 3.500-4.000 tane para toplayıcısı var, bahsettiğim şartlarda, taşeron firmalarda çalışan. Şimdi, bunu yasaya bağladıktan sonra özelleştirecekler. Değnekçilere, yani bir köşeyi tutup da park yaptıranlar var ya, bunlara ağır cezalar getirecekler, belki gasp diyecekler buna. Takip edin, önce yasayı çıkaracaklar, Değnekçilik Yasası çıkacak, yasal olarak garantiye alacaklar. Değnekçiliği bitirecekler. Değnekçilik bitince İSPARK’ın geliri en az % 20 artacak. Ondan sonra özelleştirecekler. Bu işler böyle yürütülüyor, böyle kotarılıyor, böyle hallediliyor. Yoksa niye isyan edeyim? Değnekçi alacağına belediye alsın. Belediye alır. Ama belediye kendisine almıyor, bir geçiş dönemi için alıyor. Düzeltiyor, rayına koyuyor, kanunu hükmünü çıkarıyor, sonra birisine postalıyor. Biz bir firma çıkardık ortaya, diyor. Üretim mi yaptınız? Hayır. Bir şey mi yaptınız? Hayır. Milletin elindekini sen aldın. Bir değer üretmiş gibi söylüyor. Milletin yolunu aldın, satıyorsun. Çevre yolları paralı oluyor şimdi, sonra çevre yolları bağlantı yolları… Çünkü bütçe açığı var, kapatamayacaklar.<br />
<br />
Ne oldu şimdi, İDO özelleştirilince? Millet kuyrukta beklerken, sen gelirsin jipinle, 20 lira fazla verip herkesin önüne geçebilirsin. Daha önce İDO halkındı. Zarar mı ediyordu? O zaman Beylikdüzü ısrarla bize hat aç dedi. Beylikdüzü’nde 1 milyon insan yaşıyor. Açmıyor. Özelleştirildikten sonra, onlar açacaklar, göreceksiniz. Korkarım ki, İDO’da yaşanan serüven İSPARK’ta da yaşanabilir. Bekleyip, göreceğiz.<br />
<br />
İhlas Finans hikayesi var bir de…<br />
<br />
Öbür dünyada bu hükümete soracakları en büyük sorulardan bir tanesi İhlas Finans vakasıdır. İhlas Finans sözde faizsiz banka esasta aynen benkacılık yapan bir kuruluştu. Hayır, bu banka değil, dediler. Nasıl ya, finans kurumları hep banka değil mi? Onu banka statüsünde görmeden normal şirket statüsünde değerlendirip, geçirip concordato (iflas tasfiye) ilan ettirdiler. Aslında 200 binin üzerinde mudidedn 1 milyar dolara kadar para toplayıp bunu hortumlayan bildiğimiz bankacılık işlemleri yürüten bir kuruluştu. Dünya alem bilirki İhlas Holding ile bağlantılıdır ancak milletin bildiğini idarecilerimiz göremediler ve holdinge bağloı diğer şirketlerden bağımsız iflas ettirdiler, borçlarını ucu açık süreye yaydılar. Yıllarca da doğru dürüst ödeme yapmadılar. Bu çok büyük bir vebal. Onun için Türkiye gazetesi yarı resmi değil resmi gazete. Ama üzüldüğüm, acı olan şey başka. Bir gün Kayseri’den birisi aradı. Yahu, bizim bir akraba 12.000 dolar yatırmış İhlas Finans’a, bu adam işçi emeklisi, dedi. Ben de kızdım, işçi emeklisinin İhlas Finans’da ne işi var, dedim.Emekli ikramiyesini yatırmış, bu adamın durumu iyi değil, ne etti etti, bir şey yapamadı, buna bir çare bul, dedi. Benim gruba yakın gazeteci bir arkadaş tanıdığım var, şu garibanın parasına bir çare üret, dedim. 3 gün sonra, çağır gelsin, dedi bana. Resmi alacak için, oğluna vekalet verdi. Gitti görüşmeye, sonra geldi. Dedi ki, bir grup iş adamı, bunların adamları, dediler bu senin borcunu biz 8.000 dolara satın alalım. Concordato, para geldikçe, şirket para kazandıkça ödeyecek 30 yılda demek. Biz sana bunu 2 yılda ödeyeceğiz. Dedim, ver, bunlardan kurtul. Böldüler, ilk bir ay 400 dolar verdiler, ikinci ay 200 liraya düşürdüler… Geçen ay dedi ki, 50 dolar veriyorlar ayda. Yani o alacakları da kendi iş adamlarını gruplaştırıp oradan bir daha para kazanıyorlar.<br />
<br />
Bu garibanlara kapkacak vererek hallettiler önce. Ne oluyor şimdi? TOKİ’nin Beyaz Evler’ini o yapıyor. Git, lüks plazaları duruyor hâlâ. Peki bir insan bu hükümete sormaz mı? Bu İhlas Finans’ı İhlas Holding’den ayrı tuttular, banka değil bu, şirket, dediler. Bankaya el koymadan iflas kararı aldırdı hükümet ve onu kurtardı. Hükümet TMSF bünyesinde bir mağduriyete yol açmadan tasfiye sürecini yürütemez miydi? Kimin parasını çarptılar? Garip gurabanın. Bütün yerleri duruyor. Bu nasıl bir iflas, buna seyirci kalmak bir idareci için ne büyük vebal.<br />
<br />
Şuna karşı buna karşı olmak meselesi değil. Söylem geliştireceksin. O cetvele vuracaksın, senin buran yanlış diyeceksin. Yoksa Enver’le, Mehmet’le, Fethullah’la, Ahmet’le, Hüseyin’le tek tek uğraşarak enerji harcamanın bir anlamı yok. Müslümanın yöntemi bu olamaz. Müslüman, temel prensipleri haykırarak, vicdanı olanlara seslenecek. Bir de bu gözle bakın, bundan bu anlaşılmalıdır, diyecek. Biz vicdanlara seslenemedik. Her insanın içerisinde bir vicdan düğmesi vardır. Biz bu söylemi geliştirmek, bu düğmeyi çalıştırmak mecburiyetindeyiz.<br />
<br />
<br />
<br />
Bütün bunları size söyleten nedir, derdiniz ne?<br />
<br />
İçimizde bir sızı var da o. Başka hiçbir şey değil. Bu konu, konuşulmalı, her yerde dillendirilmeli. Konuşmakla kalmamalı, pratiğe de geçirilmeli.<br />
<br />
Benim oturduğum mahalle, üst düzey gelir grubundan müslümanların çokça yaşadığı bir yer. Bir pazar günü çok kar yağmıştı. İşe gidemedim. Hanım dedi, hamur işi bir şeyler yapayım, markete git un ekmek falan al. Ufak kız var, onu da aldım yanıma. Abi markete bir girdim, bir alışveriş var, korkunç. Bir günlük kar adamların iflahını kesmiş. Koliyle süt alıyorlar. Dedim, ne alacağız? Süt, çikolata, un. Bunları alıp gidiyoruz. Bugün özellikle alışveriş yapmıyoruz. Biliyorlar akşam karın eriyeceğini ama artık kodlara böyle yerleşmiş.<br />
<br />
Kafeteryalara bir gelin. Maçlarda, bazı muhafazakar müslümanlar, giymiş takımının formasını, nasıl kendinden geçmiş, bir görün. Kendi takımı bir gol attı mı, kazanmanın zevkini, o kapitalist duygu ruhuna yerleştiği için, nasıl da sonuna kadar yaşar. Bu adamların fakirlik diye bir derdi yok. Kendilerini sorgulama diye bir dertleri hiç yok.<br />
<br />
Bir gün bir siyasi partiden arkadaşlar toplanmışlar Filistin davası, yardım kampanyaları falan konuşuyorlar. Yahu dedim, ne Filistin’i, şu karşıdaki gecekondu mahallesini görüyor musunuz, açlıktan, yoksulluktan sürünüyorlar. Şuraya bir gidin, tanışın, yardımı burdan başlatın. Ne yardımlaşması, oralar görülmesin diye duvarları yükseltmişler, güvenlikler koymuşlar. Kanımca bu tipler yardım bahanesiyle kendilerini avutuyorlar. Çünkü yan mahalleye yardım reeldir, büyük söylemler içermez, gerçektir ama o tipler maalesef gerçekle değil sanalla uğraşarak kendilerini tatmin ederler. Bu benim Filistin meselesini görmediğim anlamına gelmez. O başka bir şey. Bu meseleler kapının önünden, komşundan, işinden başlar. Bunları beceremeyenlerin Filistin davası ne kadar gerçekçi olabilir ki?<br />
<br />
Müslüman geçinen bu adamların çoğu zamparanın dik alasıdır. Hanımlarına bir kredi kartı verir, bir de araba alır, kermesle falan oyalarlar. Sonra da gider, başka yerlerde zamparalık yaparlar. Bunların hanımlarını görürsün, başörtülü, hepsinin altında araba. Mahalle sokaklarında dolaşırlar. O tiplerin önüne yanlışlıkla çıkmayagör. Nasıl celallenirler. O başörtüsünü taktığı için kendisini ayrıcalıklı görüyor. O başörtüsü kendisine adalet, merhamet, vicdan duygusu vermiyor; onu bir asker rütbesi, bir generalin yıldızları gibi görüyor, onun kendisine bir ayrıcalık (üstünlük) verdiğine inanıyor ve o gücü insanların üzerinde üstünlük vesilesi olarak kullanıyor. Ne yaman bir çelişki.<br />
<br />
Son bir olay anlatacağım, dramatik bir olay: Bu kış kar yağmıştı. İşe gitmedik. Bizim apartmanda sabahları bir resmi araba gelir. Şoför, yarım saat apartmanın önünde durur. Bizim daire de oraya baktığı için çay içerken oradan görüyorum. Yahu dedim hanım, kim bu resmi plakalı adam? Çok muhterem bir adam. Neymiş muhteremliği? Apartmana girerken bile, bize bakmamak için kafasını yana çevirerek yürüyor. Bir devlet kurumunda müdürmüş. Neyse, şoför her sabah gelir, 1 saat böyle bekler kapıda. Allah aşkına bu çocuk orada dikileceğine gitse sıcak bir yerde otursa, müdür bey de çıkarken telefonla onu çaldırsan da gelse olmaz mı? Dedim bu adamda bir sakatlık var, yoksa böyle insafsızlık olmaz. Neyse, o gün öğlen vakti baktım aynı araç kapıya geldi. Abartısız anlatıyorum. Araba evin tam kapısının önüne geldi, şoför atladı. Kapısını açtı. İndi bu zat-ı muhterem. Gazetesini bile almadı. Şoför uzandı gazetesini aldı, verdi ona. Buraya kadar kızmadım. Dedim ya, evle kapı girişi arasında iki metre var. Orada bir adımlık kar var. Şöyle bir atlayıp geçecek. Bak ne yaptı? Ben duymadım ama mutlaka bir şey söyledi o şoför arkadaşa. O da eğildi, karları elleriyle küredi. Ben birden yerimden fırladım kapıya yapıştım. Hanım önüme geçti. Dedim Allah aşkına, bu nasıl Müslümanlık? Bu adam yürürken yere baksa ne olcak, bu zulmü yaptıktan sonra? Adam çocuğa insan olarak bakmıyor ki. Arabanın bir parçası işte. İşte makamı kutsayan, onu bir tahakküm aracı olarak kullanan bu Müslüman tipi bizi mahvetti.<br />
<br />
Biz müslüman olarak, hak-hukuk, emek-sermaye konularında ciddi hiçbir şey söylemedik, söyler gibi yaptık, içini doldurmadık. Bu algının üzerine kurulan toplumsal ilişkilerde sakat bir şekilde yürümektedir, bu ise toplumsal ilişkilerde bir iç kanamaya sebep olmaktadır. Bu kanamayı durdırmanın ve sıhhatli toplumsal ilişkiler geliştirmenin yolu Allahın muradını anlamaya Kuran ve sünnet ekseninde kavramaya çalışmak ve buna göre davranmakla olur. İşte şimdi sizler yavaş yavaş dillendiriyorsunuz. Bu konuşulacak, bu böyle yürümez. Netice almak değil benim işim zamanın sözünü söylemek, söyleyenlerle beraber olmaktır. Tabii ki neticesini Allah takdir edecektir.<br />
<br />
<br />
Kaynak: <a href="http://www.emekveadalet.org/abreg-togan-ile-soylesi-1/">bölüm1</a>, <a href="http://www.emekveadalet.org/abreg-togan-ile-soylesi-2-ortaklik-denemeleri/">bölüm2</a>, <a href="http://www.emekveadalet.org/abreg-togan-ile-soylesi-3-din-algisi-musluman-isadami-tipi-ve-ozellestirmeler/">bölüm3</a><br />Unknownnoreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-29318984962952797162012-07-20T14:18:00.002-07:002012-07-20T14:18:30.714-07:00Cihan Tuğal - AKP kendi yoluna dinamit döşeyerek ilerliyor<br />
Cihan Tuğal'ın Sendika.org'daki röportajı, tekmili birden<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>BİRİNCİ BÖLÜM</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b>AKP eskisi gibi olamayacak</b></div>
<br />
Berkeley Üniversitesi’nde Sosyoloji Doktoru olarak çalışmalarını sürdüren Cihan Tuğal, ‘Pasif Devrim: İslami Muhalefet’in Düzenle Bütünleşmesi’ adlı kitabında AKP’nin İslamcı kitleleri ekonomik ve siyasi güç kazanma çabasında düzene nasıl eklemlediğini inceliyordu. Büyük ilgi gören kitabın yayımlanmasının ardından, AKP’nin milliyetçi, otoriter, İslamcı karakterini öne çıkartarak iktidar gücünü pekiştirdiği bir dönem başladı. Tuğal, AKP’nin Anayasa referandumu sonrası ve üçüncü iktidar döneminde yaşadığı dönüşümün dinamiklerini, “pasif devrim”i ve Politik İslam’ın Ortadoğu’da girdiği yeni süreci Sendika.Org’a anlattı. Üç parça halinde yayımlayacağımız söyleşinin ilk bölümünde, Tuğal’ın AKP’nin dinsel söylemi neden bu kadar öne çıkardığı üzerine değerlendirmeleri var. Tuğal AKP’nin din unsurunu öne çıkarmasının bir dava meselesi olmanın yanı sıra iç ve dış faktörlerden kaynaklanan bir sıkıştırmanın sonucu olduğunu söylüyor. Tuğal’a göre AKP için bu çizgiden geri dönmek mümkün görünmüyor<br />
<br />
* * *<br />
<br />
<br />
İlk başta şunu söylüyorlardı: “Biraz büyüyelim; işsizlik, yoksulluk dağılacak.” Ama 10 sene geçti ve büyümeyle bir şeyin dağılmadığı ortaya çıktı...<br />
<br />
AKP ikinci dönemin sonunda, referandumla birlikte net bir milliyetçi, otoriter ve Sünni ama Alevi karşıtlığı anlamında Sünni bir çizgiye oturdu...<br />
<br />
Davanın yaşayabilmesi için, onları genel kitleden ayıracak bir şeylerin de kalması için dini eğitim gerekiyor...<br />
<br />
AKP her zaman milliyetçi, otoriter, devletçiydi. Ama sedece bu değildi. Hem milliyetçi, otoriter, devletçi; hem kısmen İslamcı; hem kısmen liberal demokrattı...<br />
<br />
Geçtiğimiz 10 sene içinde liberal tezleri çürütmek ne kadar zor olduysa şimdi de Kemalist tezleri çürütmek zor olacak...<br />
<br />
Liberallerin ve liberal solun bu partinin otoriter eğilimlerini nasıl hasıraltı ettiği biraz deşifre oldu...<br />
<br />
Onların gazetelerini daha çok okuyan birçok arkadaşımız, “ya, böyle değilmiş aslında” demeye başladı...<br />
<br />
* * *<br />
<br />
<br />
Sendika.Org: AKP’nin üçüncü iktidar döneminde milliyetçi ve İslamcı eğilimlerini söylem ve pratik düzeyinde daha çok öne çıkardığı görülüyor. Buna aynı şekilde otoriter eğilimler, patriyarkal eğilimler eşlik ediyor. Sanki hepsini birden karşımıza çıkardı. Neden üçüncü iktidar döneminde böylesi bir değişim gözleniyor?<br />
<br />
Cihan Tuğal: Aralarında bir zamanlama farkı olmakla birlikte hepsi doğru, böyle bir şey var. İslamcılık meselesinin izleri önceden de çok az olmakla birlikte, din ağırlıklı meseleler daha çok üçüncü döneme özel. Ama milliyetçilik, otoriter ve devletçi eğilimler ilk iki dönemde de zaten yoğun olarak var. Otoriter milliyetçi bir çizgiye doğru net bir vites değişikliği 2010’da var. Ne ikinci dönem, ne üçüncü dönem. Tam ikinci dönemin sonunda, referandumla birlikte net bir milliyetçi, otoriter ve Sünni ama Alevi karşıtlığı anlamında Sünni bir çizgiye oturdu. Bu parti Alevi karşıtı bir parti, çok net bir biçimde oturtuluyor. Fakat Alevi karşıtlığının ötesinde, gerçek anlamda daha İslamcı, dindar boyut, dediğiniz gibi 3. dönemle birlikte ön plana çıkıyor.<br />
<br />
KENDİ SENDİKALARI DA ARTIK İSYAN EDİYOR<br />
<br />
<br />
Bütün bunlar niye oluyor? Şimdi en sondan başlarsak, yani dindar eğilimler niçin üçüncü dönem. Ben birkaç neden olduğunu düşünüyorum. En bariz nedenleri neler? En arka plandaki ve en görünmez olanı ama bizim açımızdan daha ilginç olanı, artık toplumun eşitsizlikleri vicdanen de maddi ve mali olarak da kaldıramamaya başlaması. Bunu son memur eyleminde de biraz gördük. Hani kendi sendikaları da artık isyan ediyor. Ve bu ekonomik meselenin çok daha ön plana çıkacağı açığa kavuştukça din ve milliyetçilik dozu artıyor.<br />
<br />
Burada milliyetçilik artık yetmemeye başlıyor. Çünkü Kürt sorunu var ve milliyetçilik bir şeyi çözerken başka şeyleri kaşıyan bir mesele. Ama, Alevileri ve küçük Hıristiyan azınlıkları dışarıda bırakırsak, din hakikaten bu ekonomik meseleyi arka plana attırabilecek bir şey.<br />
<br />
EKONOMİK OLARAK ÇÖZEMEYECEKLERİ İÇİN, ARAÇSAL OLARAK DİNİ ÖN PLANA ÇIKARTTILAR<br />
<br />
<br />
Bu zaten 2009-10 civarlarında parti içinde de çok ifade edilmeye başlayan bir şey. “Bizim işsizliği, gelir adaletsizliğini çözmemiz lazım” deniyor. Bu Türkiye’de 2009-2010 civarından sonra kamu söyleminin çok merkezine oturdu. İlk başta şunu çok söylüyorlardı: “Biraz büyüyelim, işsizlik ve gelir adaletsizliği zaten dağılacak.” Ama 10 sene geçti ve bu büyümeyle birlikte bir şeyin dağılmadığı ortaya çıktı. Ya bunu bir şekilde halledecekler, ki bu tamamen bütün ekonomi politikalarının değişmesi demek. Biliyoruz, bunu yapmayacaklar. Sol liberal çevrelerde “acaba kendilerine bir çekidüzen verirler mi” gibi bir beklenti oldu; “Acaba bir parça sosyal politikalarını değiştirirler mi?” Böyle bir beklenti oldu ama hayır. O kadar iş çevrelerinin hakimiyetinde bir parti ki, böyle bir rota değişikliği çok zor. İmkansız demeyelim, hiçbir şey imkansız değil. Bütün dünya birden çark ederse o zaman AKP de bütünüyle renk değiştirecektir ama dünyadaki gidişat değişmedikçe bu parti kendi gidişatını değiştirmeyecek. Çünkü hem ekonomistlerin hem iş çevrelerinin hakimiyetinde bir parti. Dolayısıyla bunu ekonomik olarak çözemeyecekleri için, araçsal olarak dini ön plana çıkarttılar.<br />
<br />
DAVANIN YAŞAYABİLMESİ İÇİN DİNİ EĞİTİM GEREKİYOR<br />
<br />
<br />
Fakat bu olayın araçsal boyutu. Bir de araçsal olmayan boyutu var. Kendi davalarına sadakat söz konusu. 10 senedir askıya aldıkları bir sürü şeyi, artık tabanlarına da anlatamayacak duruma geldiler. Belki kendileri de kabul edemeyecek duruma geldi. Artık bir şey yapmak lazım. Veya bu dindar nesil meselesi. Bu basit bir davaya sadakat meselesi de değil. Davanın yaşayabilmesi için, onları genel kitleden ayıracak bir şeylerin de kalması için dini eğitim gerekiyor. Çünkü tek özelliğiniz iktidarda kalmak olursa, o zaman hiçbir ayırdedici özelliğiniz kalmıyor. O zaman gün gelir başka bir iktidar partisi, başka bir pragmatik merkez parti gelir yerinizi alır.<br />
<br />
<br />
Yani AKP herhangi bir muhfazakar parti olamaz…<br />
<br />
Evet, yani öyle olmak istemediler. Bunun yolu da eğitimden geçiyor. Yani bu hareketin kendi kendini yaşatabilmesi için böyle bir şey gerekiyor bence. Bu, ikinci neden.<br />
<br />
ESKİ UFUKLAR, ESKİ UMUTLAR, ESKİ DÜŞLER DEPREŞTİ<br />
<br />
<br />
Üçüncü neden, ve bence en öngörülemez olanı buydu, uluslararası ya da bölgesel değişiklikler diyelim. 2011’le birlikte bölgede keskin biçimde bir İslami yükseliş oldu. Bence zaten Türkiye’de bu pasif devrimi mümkün kılan şey başka yerlerde artık İslami devrim ya da İslam devleti ihtimali kalmamış olmasıydı ve de kalmamış gibi gözükmesiydi. Fakat 2011 devrimci süreçleriyle birlikte artık İslam devletleri mümkün. Ya da bu liberal ya da sosyal demokratımsı gibi başlayan devrimleri İslam devrimlerine dönüştürmek mümkün. Böyle bir yeni ufuk açılınca eski ufuklar, eski umutlar, eski düşler depreşti diyebiliriz.<br />
<br />
<br />
Liberal çevrelerde, AKP’nin aslının böyle olmadığına, demokrat ve halkçı bir parti olduğuna, AKP’nin referandumdan sonra birdenbire değişip gaddar, milliyetçi bir partiye dönüştüğüne ilişkin bir görüş var. Onları da anlamaya çalışırsak, böylesi bir görüşün sahici bir karşılığı var mı sizce? Yoksa AKP ve İslamcı hareket kendi gelişim seyri içinde mantıksal sonucuna mı varmıştır?<br />
<br />
AKP her zaman milliyetçi, otoriter, devletçi bir partiydi. Ama sedece bu değildi. O kadar eklektik bir parti ki bu. Hem milliyetçi, otoriter, devletçi; hem kısmen İslamcı; hem kısmen liberal demokrat olabiliyor. Dolayısıyla liberallerin söylediği, bu haliyle doğru değil. “Eskiden böyle değillerdi, şimdi böyle oldular,” diye bir şey yok.<br />
<br />
Ama şu da yanlış bir tahlil bence. Ki bu Kemalist tahlil bugün akla çok daha yatkın geliyor. 10 senedir kendilerini saklıyorlardı, şimdi gerçek yüzlerini görüyoruz. Son 1 senedir öyle gelişmeler oldu ki, hakikaten Kemalistlerin 10 senedir söylediği her şey doğru gibi gözüküyor. “Saklıyorlarmış adamlar kendilerini, hepsi şimdi ortaya çıkıyor.” Şu andaki veriler bunu o kadar destekliyor ki ve bence geçtiğimiz 10 sene içinde liberal tezleri çürütmek ne kadar zor olduysa şimdi de Kemalist tezleri çürütmek zor olacak.<br />
<br />
AKP İLK İKİ DÖNEMİNDE DAHA LİBERAL BİR PARTİ OLMASINA RAĞMEN, ARTIK BUNU OLAMAYACAK<br />
<br />
<br />
Ama niye katılmadığımı söyleyeyim. Çünkü bölgedeki değişiklikler olmasaydı, ekonomi ilelebet rayında gidebilseydi, böyle liberal bir cennet var olsaydı, dünya çapında liberalizm yaşayabilseydi, bölge çapında otoriter devletler yaşayabilseydi, o zaman AKP bu liberalizm, otoriteryanizm, din karışımını sürdürebilirdi. Ama bu hipotetik durum gerçeğe aykırı bir şey. Böyle bir şey mümkün değil. Liberal bir ekonominin sonsuza kadar büyümesi mümkün değil, dünya tarihi de, ABD tarihi de, 2008 krizi de bunu gösteriyor. Bu süremediği için, AKP ilk iki döneminde görece daha liberal bir parti olmasına rağmen, artık bunu olamayacak. Hem ekonomi onu sıkıştıracak, hem bölgesel şartlar önünde yeni ufuklar açacak ve başka bir yöne doğru gidiyoruz.<br />
<br />
ONLARIN GAZETELERİNİ DAHA ÇOK OKUYAN BİRÇOK ARKADAŞIMIZ, “YA, BÖYLE DEĞİLMİŞ ASLINDA” DEMEYE BAŞLADI<br />
<br />
<br />
Liberallerin görmediği şuydu. Aslında görmediği bile diyemiyorum, o kadar köklü, zeki ve kıvrak kalemler var ki bu liberal ve liberal sol entelijensiyada, görmemelerinin imkanı yok. Sadece birtakım siyasi hesaplar yüzünden hasıraltı ediyorlardı. Hani müttefikleridir, sataşmamak lazım, az sataşmak lazım vs. Görmek ve göstermek istemedikleri şeylerdi bunlar ama her zaman vardı. İşte parti içi yönetimde vardı, sol muhalefetle uğraşma biçiminde vardı. Aşağı yukarı 2008 itibariyle de Kürt muhalefetiyle uğraşırken çok ön plana çıktı. 2011’i ya da üçüncü dönemi de beklememize gerek yok ama 2010’da artık şu da çok ortaya çıktı. Liberallerin ve liberal solun bu partinin otoriter eğilimlerini nasıl hasıraltı ettiği biraz deşifre oldu. Dolayısıyla 2010 sonrası süreçte belki tam referandumda değil ama referandum sonrası birkaç ayda liberal ve liberal sol entelijensiyanın ikna kapasitesinin de düştüğünü düşünüyorum. Yani bunun çok bir ölçüsü, verisi yok elimizde. Ama nereden çıkarıyoruz? Onların gazetelerini daha çok okuyan birçok arkadaşımız, “ya, böyle değilmiş aslında” demeye başladı.<br />
<br />
<br />
Dindarlaşmadan çok muhafazakar liberalleşme demenin daha doğru olduğu şeklinde bir ifadeniz var. Peki dindarlaşma derken tek bir ideal formu mu tanımlayacağız? Muhafazakar liberalleşme dediğiniz şey bugünün özgün dindarlaşma biçimi olamaz mı?<br />
<br />
İslamcı diyebilir miyiz, ya da niye dindar demeyelim. İslam’ın böyle bir özü mü var ki, buna din demeyelim muhafazakarlık diyelim. Dindarlaşma yok demiyorum. Dindarlaşmanın başat eğilim olmadığını söylüyorum sadece. Yaşanan dindarlaşmanın merkezde olmadığını söylüyorum. Merkezdeki süreç daha çok paraya ve kariyere yönelme. Daha çok güç, mevki, para, kariyer. Dolayısıyla muhafazakarlığın değerleri, istikrar gibi. Sizin asıl kaygınız dinse istikrar ikincil bir şeydir. Tabii Sünni İslam geleneğinde bunlar barıştırılıyor, böyle bir şey var. “Bizim insanları daha dindar yapabilmemiz için istikrarlı bir ortam gerekiyor zaten” gibi bir hikaye var, ana damarda.<br />
<br />
Ama potansiyel olarak çatışabilecek şeyler bunlar ve şu anda istikrarın ve diğer saydığım şeylerin (para, güç vs) çok çok daha ön planda olduğunu düşünüyorum. Dindarlık tamamen bunun hizmetine koşulan bir şey şu anda.<br />
<br />
Son ortaya çıkan şeylerden biri umreye giden insan sayısında patlama olması. Biz buna dindarlaşma değil diyemeyiz. Daha çok insan umreye gidiyorsa tabii bu dindarlaşmadır. Ama o kadar net bir şey ki, bu, o insanların ve ailelerin hayatlarını daha fazla din etrafında örgütlemelerine yol açmıyor. Asıl bunu yaşasak, adam ya da kadın umreye gidiyor ve dönüyor, çevresine şunu içemezsin bunu yapamazsın dese. Tabii böyle yapanlar da vardır ama ben yine başat eğilimlerden bahsediyorum. Başat eğilim ne, umrenin böyle bir etkisinin olmasından ziyade, umrenin etkisinin, “Abi ben gittim, şurada kaldım, şunu yedim, şunu içtim, şunu giydim”… bunun bir turistik tüketim ve de ayrıcalık fenomenine dönüşmesi.<br />
<br />
<br />
---<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>İKİNCİ BÖLÜM</b></div>
<br />
Cihan Tuğal’la, AKP’nin Anayasa referandumu sonrası ve üçüncü iktidar döneminde yaşadığı dönüşüm üzerine söyleşimizin ilk bölümü dinsel söylemin neden ön plana çıkarıldığına ayrılmıştı. Tuğal, iç ve dış faktörlerin sıkıştırması altında bu rotaya giren AKP için artık geri dönüş olmadığını söylemişti. Söyleşimizin ikinci bölümünde ise muhafazakarlaşma-neoliberalizm-liberalizm ilişkisine ilişkin tartışmaları bulacaksınız. Tuğal, İslamcılık ile neoliberalizmin bir uyum içinde ilerlemesine karşın; para, mevki, kariyer kuşatmasının İslamcılar açısından zor bir sürece işaret ettiğini, dünyevileşme tartışmalarının bu nedenle şiddetlendiğini söylüyor<br />
<br />
* * *<br />
<br />
<br />
Ben 2006’da saha çalışması yaparken, ulusal çapta böyle Ak Parti’nin inanılmaz açılımcı görüldüğü dönemdi o. Sahada baltığımda bambaşka bir şey görüyordum<br />
<br />
İlk kimliğini liberal diyen yüzde 1 ya da 1,5 çıkıyor. İnanılmaz zayıf bir ideoloji bu Türkiye’de<br />
<br />
Artık her mahallede, her kurt siyasetçi ve her kurt girişimci biliyor ki bu adamlarla biraz iş görmek lazım.<br />
<br />
Hayır kuruluşları artık neoliberal zeminde hareket ediyor<br />
<br />
Bu dinî saflığı korumaya çalıştığınızda siz zaten Gülen Cemaati’nden olmazsınız<br />
<br />
Artık insanlar illallah demiş durumda. Bu kadar bol para, bu kadar bol mevki olunca bir istila olmaya başlıyor.<br />
<br />
Weber’in kitabında anlattığı süreci de bildikleri için, “aynı şey bizde de yaşanır mı” kaygısı da var<br />
<br />
* * *<br />
<br />
<br />
Liberalizmin muhafazakarlığa mahkum olduğu uzun zamandır söylenegelen bir şey. Bir taraftan da bu mahkumiyetin derecesi çok arttı. Türkiye’de bütün muhafazakar merkez partiler açısından din, milliyetçilik, devletçilik, otoriter söylemler önemliydi. Fakat bu seferki muhazakarlık din meselesini çok daha yoğunlaştırılmış bir biçimde kullanıyor değil mi?<br />
<br />
Evet böyle bir şey var bence. Bunun da ekonomik dinamiklerle, bölgesel dinamiklerle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bir taraftan Kürt hareketi sıkıştırıyor tabii, onu hiç ıskalamamak lazım. Hani baştan çözümsüzlüğünü görmek çok kolaydı. Ben 2006’da saha çalışması yaparken, ulusal çapta böyle Ak Parti’nin inanılmaz açılımcı görüldüğü dönemdi o. Sahada baltığımda bambaşka bir şey görüyordum. Partinin yerel yönetimindeyedi -merkezden Kürtlere de yer verin falan yapmaya çalışıyorlar fakat yapı bunu kaldırmıyor. Siyasi yapı, siyasi kültür bunu kaldırmıyor. Bu tabanda geri tepmeye başlamıştı yavaş yavaş.<br />
<br />
KÜRT HAREKETİNİN ONLARI NE KADAR SIKIŞTIRDIĞINI GÖZARDI ETMEMEK LAZIM<br />
<br />
<br />
Şunu da söylemek istemiyorum, liberallerin çok söylediği bir şeydi: Merkez çok liberal de, bu halk yüzünden böyle oluyor. O noktaya da düşmek istemiyorum. Merkez de o kadar çok bastırmıyordu aslında. Biraz, proforma denir ya… “Yapmak gerekiyor bunu, yapalım.” Avrupa Birliği sürecinin bir gereği olarak da bunları yapmaları gerekiyordu. Aslında bütün bunlar var ama Kürt hareketinin onları ne kadar sıkıştırdığını gözardı etmemek lazım.<br />
<br />
Bir de sorduğunuz o daha büyük soru var. Dünya çapında bu işin nasıl olduğu. Hani liberalizm muhfazakarlığa mahkum mudur? İşin teorisyenlerine baktığımızda kesinlikle böyle bir şey var. Pratikte iş biraz daha karmaşık olabilir. Özellikle liberalizmin daha hegemonik olduğu ülkelerde. Bizim ülkemiz liberalizmin çok hegemonik olduğu bir yer değil.<br />
<br />
LİBERALİZM TÜRKİYE’DE İNANILMAZ ZAYIF BİR İDEOLOJİ<br />
<br />
<br />
Liberal entelijensiya ilk yükselişe geçtiğinde hatırlıyorum. Bir araştırma kuruluşu siyasi kimliğinizi tanımlayın diye bir anket yapmıştı. Muhafazakar milliyetçi vs gibi şeyler çok yüksek çıkıyor. Yüzde 40’larda. Onu Kemalist, Ulusalcı vs gibi şeyler takip ediyor. Yüzde 20’lerde. Sonra işte sosyal demokrat gibi bir kategori var. Yüzde 14 gibi bir şey. Ama tabii ilk kimliğini soruyor, belki çoklu sorsa sosyal demokrat daha yüksek çıkar. İlk kimlik komünist ya da sosyalist diyen yüzde 3. İlk kimliğini liberal diyen yüzde 1 ya da 1,5 çıkıyor. İnanılmaz zayıf bir ideoloji bu Türkiye’de. Ama entelejensiyada sosyalist, komünist ve liberal sayısı çok çok daha fazla ama hegemonik potansiyeline baktığımızda çok çok düşük. Dolayısıyla Amerika’yla karşılaştırdığımızda daha hegemonik bir ideoloji Amerika’da. Toplumun yuüzde 25-30’u, belki daha fazlası liberalizmi ilk siyasi kimliği olarak görüyor.<br />
<br />
Amerika’daki liberallik belki muhfazakarlığa bu kadar bağımlı değil. Ama bunun bir de sınırları var. Dünya çapında liberalizmin en büyük teorisyenlerinden biri olan Alexis de Tocqueville de muhafazakar bir liberaldir. Metinlerinin neredeyse yarısı muhafazakardır. Çünkü bir yerde bir boşluk kalıyor. Onu ikame etmek gerekiyor. Çünkü Tocqueville liberalizmin eşitliksiz bir şey olduğunun da farkında. Bunu neyle dengeleyeceksiniz sorusuna güçlü aile, güçlü kilise ve kilisenin toplumu tahakküm altına alması… Tocqueville’de böyle bir beklenti var. Avrupa’nın onun için Amerika’dan bu kadar “geride” olduğunu düşünüyor. Amerika’da kiliseler çok hakim ve Avrupa’da bu olmadığı için insanların devrimlere yöneldiğini, Amerika’da demokratik liberal devrimler olabileceğini ama hiçbir zaman sosyalisti bırakın sosyal bir devrim olmayacağını söylüyor. Kiliseler çok güçlü, yerel yönetimler çok güçlü vs.<br />
<br />
Sosyal sermaye…<br />
<br />
Evet, insanlar sosyal sermaye kurarak eşitsizliği dengeliyorlar.<br />
<br />
Şöyle diyebilir miyiz? Dindarlaşma dediğimizde düşünme kalıplarımız gereği sanki hep geçmişe atıf yapılıyor ama karşımızdaki dindarlaşma kapitalist rasyonaliteyle uyumlulaşmış bir dindarlaşma... Dindarlaşmada kastettiğimiz din aynı din değil. Röportajda “yeni elitlerin dini” vardı. Gülen Cemaati için buna yeni Kalvinizm deniyor. Avrupa’daki kapitalistleşme sürecindeki Protestanlaşma hareketine benzetiliyor. İslamcılar şöyle tartışıyor: “Çok dünyevileşiyoruz biraz dindarlaşalım.” Bu ikisi arasında gerçekte bir karşıtlık var mı?<br />
<br />
Hem var hem yok. Bunu çok iyi bir arada götürebilirsiniz. Ama birbirini öldürebilir de. Bir Suudi Arabistan, Katar modeli diyelim. Hem koyu şekilde Vahabi, Selefi hem de acayip paragöz. Böyle bir şey olabilir tabii. Olmayacak diye bir şey yok. Ama Türkiye’de olan bu mudur ağırlıklı olarak? Ben bunun olmadığını düşünüyorum. Hiç olmadığı anlamında değil, başat sürecin bu olmadığını düşnüyorum. Başat süreç bu paraya ve mevkiye yönelenlerin dinen de gevşemesi.<br />
<br />
Ben şu anda hayır kuruluşları üzerine araştırma yapıyorum. Orada daha net gördüğüm bir şey bu. Eski kuşak hayır kuruluşlarının ve hayır kuruluşları anlayışının aksine çok daha pazara yönelik, çok işletme mantığıyla yürütülen ve de sürekli yanında kuran taşıyıp, sürekli ayet okuyup, sürekli ayetlerle konuşan hayır adamı tipi artık kalkmış. Yani uluslararası bir dil konuşuyor. Amerikanca konuşuyor. Bu bir işletme artık. Kendisini ve karşısındakini daha çok İslamlaştırma girişimi değil. Ama dediğim gibi bu yine hakim olan çizgidir. Büyük kuruluşların çoğundaki çizgidir. İHH da büyük bir kuruluş ve çizgisi başka. Ama ben diğer büyük kuruluşları kastediyorum. Demin dediğiniz mesele. İkisi bir arada gidemez mi? Gider.<br />
<br />
HAYIR KURULUŞLARI ARTIK NEOLİBERAL ZEMİNDE HAREKET EDİYOR<br />
<br />
<br />
Böyle yapmaya çalışan da var. Yani “Eski tip hayırdan kurtulalım. Para saçmayalım.” Yeni tarz hayrın, hayır meselesini bir işletme meselesi kılan tarzın püf noktası şu: “Paramı veririm ve öbür tarafa bakarım”dan ziyade, “paramı veririm ve sonra o yoksul kişinin onu sorumlu biçimde kullanmasını sağlarım.” Yoksul kişiyi bir pazar aktörüne dönüştürme... “Ben al bununla karnını doyur demiyorum sana. Bir kısmıyla karnını doyur. Bir kısmıyla da küçük işletmeni kur. Seyyar satıcı mı olacaksın, bir şeyler örüp birilerine mi satacaksın, senin de artık bir şey olman gerekiyor. Girişimci olman gerekiyor. Bu parayı onun için sana veriyorum.” Yeni tip hayırdan kastım bu. Ama bu da çok dindar, çok İslamcı bir şey olabilir. O da Suudi Arabistan modeli dediğim. Hem çok kapitalist, hem çok dindar. Bunun örnekleri var ama ana kuruluşlardaki eğilim bu değil. Daha böyle kenarda köşede kalmış ve çok insanın adını duymadığı kuruluşlarda hem böyle bir işletme mantığı ve yoksulları pazar aktörlerine dönüştürme kaygısı hemde böyle sürekli bir ayete hadise referans, sürekli “dur kardeşim onu öyle giyemezsin böyle giyeceksin. Sen doğru düzgün pazar aktörü olacaksan zaten tesettüre uygun olman lazım” gibi bir çizgi aynı zamanda.<br />
<br />
Hakan Yavuz, İslamcılığın kendi kamusallığını neoliberal yükseliş içinde oluşturabildiğinden söz ediyor. Hayır kuruluşları, medyası ve burjuvazisi neoliberal süreç içinde oldu. O yüzden İslami kamusallığı korumak denen şey, neoliberal gelişimi korumak denen şeyle de çakıştı. Başat olarak bu süreç sayesinde geliştik o nedenle de bu süreci korumamız gerekiyor. Hayır kurumlarının bu tavrı da bundan kaynaklanıyor olamaz mı? Kendi sürekliliklerini korumak için de buna uymak zorunda.<br />
<br />
Hayır kuruluşları artık neoliberal zeminde hareket ediyorlar. Eski modeli çok yeniden üretme şansları yok. Ya yeni ve neoliberal olmayan bir model üretecekler. Ya da uluslararası hayır kuruluşlarının neoliberal çizgisine gelecekler. Pazar mantığı, işletme mantığı, proje dili vs. Daha inatçı olanlar bahsettiğim küçük örgütler gibi yapabilirler. “Saldırgan neoliberal bir dili, saldırgan bir İslamcı dille birleştirebilir miyiz?” Bunun zor olduğunu düşünüyorum. Daha küçük yerel örgütler arasında eski modeli sürdürenler de var. Ama büyümek ve güçlenmek isteyenler o pazar, proje rotasına giriyorlar.<br />
<br />
Dünyevileşme ile iç içe giden bir dindarlaşma da yok mu? Gündelik kaygıları en çok merkeze koyan gruplardan Gülen Cemaati bunu çok ilerletmiş durumda. Örneğin Yeni Hayat diye bir dergileri var ve ne giyineceğinden ne yiyeceğine kadar gündelik hayatın bütün ayrıntılarını kendi dini dünyasına uydurarak tarif edityor…<br />
<br />
Diyelim ben çok iyi bir Müslümanım, benim de çevremde 5 kişi daha var. Bu mahallede kurduk grubu, Gülen Hocaefendi’yi de takip ediyoruz. Acayip kapitalistiz ve acayip Müslümanız. Yeni Hayat okuyoruz ve ıncık cıncık her şeyimizi ona göre organize ediyoruz. Ama artık her mahallede, her kurt siyasetçi ve her kurt girişimci biliyor ki bu adamlarla biraz iş görmek lazım. Dolayısıyla bizim Kuran okuma gruplarımıza başkaları da girecek ve 6 kişiden 20 kişiye çıktık. O 14’ün kaç tanesi bu ilk 6 gibi olacak. Ki bu ilk 6’nın bile ben o kadar kolay bulunacağını düşünmüyorum. Bir mahallede böyle 6 kişi bulmak çok zor bir iş.<br />
<br />
BU DİNİ SAFLIĞI KORUMAYA ÇALIŞTIĞINIZDA SİZ ZATEN GÜLEN CEMAATİ’NDEN OLMAZSINIZ<br />
<br />
<br />
Benim bugüne kadar okuma çevreleri, sohbet grupları vs’den gördüğüm, özellikle Gülen Cemaati gibi merkeze yakın gruplarda, cebini düşünen insan sayısının çok daha arttığı. Tehlikeli bir iş yapıyorsanız ya da tehlikesiz olsa bile cebinize yaramayacak radikal bir iş yapıyorsanız para kaygısı daha arka planda insanlar daha yoğunlaşabiliyor. Ama daha büyük, daha merkeze yakın, devlete eklemlenmiş cemaatlerde, bunların yerel sohbet gruplarında bunu yapamazsınız. Yapsanız zaten siz siz olmazsınız o zaman. Bu dini saflığı korumaya çalıştığınızda siz zaten Gülen Cemaati’nden olmazsınız.<br />
<br />
Dolayısıyla ne yapmaya çalışıyor cemaatler? Bu işi halka halka kurmaya çalışıyor. “Çekirdeği koruyalım, etrafına bina ettiğimiz halkalarda ideolojik olarak liberal olanı da olur, hiçbir ideolojisi olmayan, ideolojisi para olan adam da olur. Hepsini biz çekirdek kadro ile idare ederiz.” Bunu hedef olarak belirlersiniz de, bunu yapmak çok çok zor bir iş. Onun için bu dünyevileşme tartışması şiddetlenmiş durumda.<br />
<br />
ARTIK İNSANLAR İLLALLAH DEMİŞ DURUMDA<br />
<br />
<br />
Çünkü artık insanlar illallah demiş durumda. Bu illallah diyenler hiç para düşünmeyen o 5-6 kişi değil. Bir sürü insanın hayatında bir denge var. Parayı da, mevkiyi de, kariyeri de düşünüyor ama din de merkezi bir yerde. Bu kadar bol para, bu kadar bol mevki olunca bir istila olmaya başlıyor. İnsanların duygu düşünce dünyasında da oluyor bu. Çevresinde de bunu görüyor. İllallah deme durumu böyle bir şey. Hem çevresinde gördüklerinden rahatsızlık, hem ülkede gördüklerinden rahatsızlık... Bunu bu kadar yoğun biçimde yaşadıkları için kendileri de bu kadar şikayet etmeye başlıyorlar.<br />
<br />
Bu çok krizli bir şey. Evet din algısı yeniden yapılandırılıyor ama eskisinden çok daha fazla çelişki barındıran bir yeniden üretim bu. En başa gelirsek, AKP niye İslamcılığın tonunu artırıyor, çünkü ekonomik çelişkiler şiddetleniyor. Ama dindarlaşma dalgasının sürekliliği de krizsizliğe bağlı. Bunun taşıyıcısı bir “orta sınıf”ın kendisini orta sınıf olarak hissetmesine bağlı. Bu kırıldığı an sorun çıkıyor…<br />
<br />
Ama sadece ekonomik nedenle değil. Bölgesel gelişmeler nedeniyle de kırılıyor. Erdoğan’ın bu kadar cellalenmesinde bölgedeki derimci süreçlerin çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü artık kapatılan defterler, artık körelen umutlar tekrar gündeme geldi. “Olabilir aslında. Ne kadar çabuk vazgeçmişiz” diye düşünmeye başladılar. Kemalistlerin, komplo teorisyenlerinin görmediği de o. 10 senedir bu defterler kapatılmıştı.<br />
<br />
WEBER’İN KİTABINDA ANLATTIĞI SÜRECİ DE BİLDİKLERİ İÇİN, “AYNI ŞEY BİZDE DE YAŞANIR MI” KAYGISI DA VAR<br />
<br />
<br />
Bu Kalvinizm, yeni elitlerin dini bahsinde bir şey daha söyleyeyim. Kalvinizm tartışmalarının ana sosyolojik referansı olan Weber’in kitabında anlattığı süreci de bildikleri için, “aynı şey bizde de yaşanır mı” kaygısı da var. Çünkü kitapta anlatılan süreç, ilk başta bu ikisinin bir arada gitmesi, bir yandan acayip dini bir hayat, bir yandan acayip kapitalist bir hayat. Fakat orada yüzyıllar içinde yaşanmış bizde çok daha hızlı. Birkaç yıl içinde çok daha hızlı bir çözülme yaşanıyor. Evet, mantıki olarak mümkün ikisinin bir arada durması. Ama süreç içinde hep para kazanıyor.<br />
<br />
Acaba Weber’in öngörüsü tarihte doğru mu çıkmış, lineer bir rasyonalleşme var mı?<br />
<br />
Dalgalanma şeklinde ama uzun vadede kazanan para.<br />
<br />
<br />
<br />
----<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b>ÜÇÜNCÜ BÖLÜM</b></div>
<br />
Cihan Tuğal’la, AKP’nin Anayasa referandumu sonrası ve üçüncü iktidar döneminde yaşadığı dönüşüm üzerine söyleşimizin ilk bölümü dinsel söylemin neden ön plana çıkarıldığına ayrılmıştı. Tuğal, iç ve dış faktörlerin sıkıştırması altında bu rotaya giren AKP için artık geri dönüş olmadığını söylemişti. İkinci bölümü ise muhafazakarlaşma-neoliberalizm-liberalizm ilişkisine ayırmıştık. Nihayet yayımladığımız üçüncü bölümde ise Siyasal İslam’ın Ortadoğu’da yaşadığı toplam süreç, bunun AKP’ye etkileri ve pasif devrim kavramı üzerine tartışmaları bulacaksınız. Tuğal 2011’de “Siyasal İslam’ın krizi”, “post-İslamizm” ve “Siyasal İslam’ın iflası” tezlerini doğrulayan gelişmeler yaşanmakla birlikte İslamcılığın hegemonyasını yeniden tesis etmekte çok avantajlı olduğunu ancak sonucu tabandan gelen basıncın belirleyeceğini belirtiyor. Siyasal İslam’ın 1970’lerden bu yana Türkiye’de yaşadığı serüveni de, pasif devrim kavramsallaştırması ekseninde değerlendiren Tuğal, Siyasal İslam’ın mevcut iktidar sürecinin motoru olmasına rağmen gerçek kontrol sahibi olmadığını ve bunun da AKP’nin önemli bir zayıflığına temel oluşturduğunu söylüyor. (Bu söyleşi yapıldığında henüz Mısır seçimleri yapılmamış, Suriye ile uçak krizi yaşanmamıştı.)<br />
<br />
<br />
<br />
Sendika.Org: Tayyip Erdoğan’ı sıkıştıran bir şey de Ortadoğu’da Arap halk hareketleri ekseninde yaşanan süreç. Tunus’la başlayan bu dalganın öncesinde 2009’da da İran’da molla rejimini zorlayan bir hareket gündeme gelmişti. Siyasal İslam iktidara bu kadar yakın olduğu bir anda aslında krizini de yaşıyor. Buna Türkiye’yi de, İran’ı da, Kuzey Afrika’yı da dahil edebiliriz. Örneğin Mısır’da Müslüman Kardeşler’in sokak hareketi ile arasındaki kopukluklar, ayrı bir güç olarak Selefiler’in yükselişiyle karşı karşıya kalması; Ürdün’de, İran’da yaşadıkları iç çelişkiler; AKP’nin iç çelişkileri… Acaba Siyasal İslam’ın en güçlü olduğu anda bir yandan da neoliberalizmin krizi ile bağlantılı olarak Siyasal İslam’ın krizini mi yaşıyoruz?<br />
<br />
Cihan Tuğal: Evet ama bu bir güçsüzlük belirtisi değil illaki. Çünkü hani birden devleti yönetmeye başlayınca elbette bir sürü sorun olacak. Dolayısıyla bu İslami hareket ya da İslamcılık ya da İslam dini açısından illa kötü bir durum anlamına gelmiyor. Bu kadar sorumluluk bu kadar güç olunca sorunlar artacak tabii ama ayrıntılara girdiğimizde belki biraz daha farklı bir tablo çıkar. Mesela şimdi Müslüman Kardeşler’den başlarsak, Mısır’dan başlayacak olursak hani herkes şuna yoğunlaştı: “Tahrir’in ilk günlerinde Türkiye hazırlıksız yakalandı.” Ama Amerika da hazırlıksız yakalandı, Mübarek de hazırlıksız yakalandı…<br />
<br />
<br />
Müslüman Kardeşler de hazırlıksız yakalandı…<br />
<br />
Evet, buna niye vurgu yok? Bu anlaşılabilecek bir şey değil. Müslüman Kardeşler’in ilk gün yaptığı çağrı şu: “Sokaga çıkmayın, gösterilere katılmayın!” İş çevrelerinin Müslüman Kardeşler’deki artan etkinliği dolayısıyla anlaşılabilecek bir şey, yani işte yine istikrar meselesi. Müslüman Kardeşler Türkiye’dekilere nazaran Sünni İslam geleneğine daha sadık, dolayısıyla da bu ikisini (İslamileşmeyle istikrarı kastediyor, s.o.) bir arada götürmeye çalışan bir örgüt. İstikrar ve kâr, Türkiye’deki kadar ön plana çıkmış değil. Ama onlar bile orada istikrarı düşünüyor ilk başta. Mübarek rejimi sürsün istiyorlar. Müslüman Kardeşler’in son 30 hatta 40 yıllık çizgisi bu. İster silahlı mücadele ile olsun ister kitle ayaklanması ile, rejime karşı savaşmak isteyenleri içlerinden atmış durumdalar. Son 30 yıldır Müslüman Kardeşleri tanımlayan şey bu. Her istediklerini atamazlar tabii ama bunu örgütleyenleri atmış durumdalar. Ama isteyen herkesi de atamayacakları için bir sürü kişi onları dinlemeyip yine de Tahrir’e gitti. Ve sonra içinde konum değiştirmek, pozisyon değiştirmek zorunda kaldılar.<br />
<br />
<br />
Gençlik kanadı örgütten ayrıldı…<br />
<br />
Gençlik ayrıldı işte. Tayyar el Mısri’yi (Mısır Akımı) kurdu. Hani o ne olacak, bütün mesele o zaten şu anda. Türkiye gibi rakam vermek zor. Türkiye’de işte görüyoruz Saadet’le AK Parti’nin ayrı yürümesi yüzdelere nasıl yansıyor vs. Yani rakama dökülebilecek şeyler. Mısır’da gençliğin ayrılmasının ne hükmü olacak, şu anda hiç belli değil.<br />
<br />
<br />
Mısır’da 2005’ten bu yana işçi eylemleri yoğunlaşmıştı. Müslüman Kardeşler karşı duruyordu grevlere. Derken Mahalla’da etkili bir grev hareketi yükseldi. 6 Nisan gençlik hareketinin ismini de veren grev yaşandı. Sonra bir şekilde Bağımsız Sendikalar oluştu. Ve bu 6 Nisan hareketi… İşadamları ve toprak sahipleri ile ona yaslanan bir Müslüman Kardeşler örgütü böylesi bir sokak hareketi karşısında tabanıyla ters düşmeye başladı. Bu da gençlikteki gibi kimi ayrılıklara yol açtı. İran’a geliyoruz mollalar çok zenginleşiyor ama orta sınıf çözülüyor ve işte İslamcıları iktidara geitren çarşı esnafı tutuyor, mollara karşı grev yapabiliyor. Krizden kastımız biraz da bu…<br />
<br />
Evet, evet. Ama şu anda bunun tam olarak nereye gittiğini kestirmek zor. 2011’e bakalım, sürece bakalım. O kadar ilginç şeyler yaşanıyor ki. İlk etap “sokağa çıkmayın” demesi ve bir sürü insanın buna rağmen çıkması. Sokağa o kadar büyük rakamlar çıkıyor ki bu yüzden rakamları ölçmek zor diyorum. Tayyar el Mısri’ye baktığımızda çok küçüktür aslında. Saadet Partisi’nden bile küçüktür. Ama bakmamız gereken rakam sadece o değil. Onun için Mısır daha karışık, yani ne kopmak isteyen ne de itaat etmek isteyen büyük bir kitle var. Mısır’daki süreci AK Parti-Saadet ayrışmasından ayıran olay bu.<br />
<br />
Ne o iş çevresinin çizgisinden gitmek istiyor ne de hareketi bölmek istiyor. İçerde kalıp yine de muhalif kalmak istiyor. Böyle çok büyük bir kitle var ve eylemi de belirleyici olan onlar. Zaten sırf 6 Nisan hareketi ya da Hepimiz Halit Saidiz çevresi bir ayaklanma düzenlemiş olsa 3 günde de bastırırsın, 5 günde de bastırırsın. Müslüman Kardeşler 5. günden sonra o kadar kitlesel çıkıyor ki. Bir de hani futbol taraftarları falan da var. Çatışma tecrübesi olan ve devletle, polisle çatışabilecek başka hiçbir kadro yok. Yani Müslüman Kardeşler ve futbol taraftarları var. Ama futbol taraftarları ne kadar sürdürebilirdi ancak hani bu ikisinin birleşimi yani Ultras denilen…<br />
<br />
<br />
Dünyanın her yerinde başa bela olan…<br />
<br />
İşte Mısır’da onlara Ultras diyorlar ve çok siyasileşmiş durumdalar. Onlar ve Müslüman Kardeşler çatışarak, barikat kurarak vs. rejimi, rejimi demeyelim de Mübarek’i çözdüler. Geçici olarak rejimi de dize getirdiler birkaç aylığına.<br />
<br />
Sonra ne oluyor? Orada bir kriz var evet. Resmi liderlik birden fiili liderliğini kaybediyor. Sokağın liderliğini kaybedince örgüt içi liderliği kaybetmiş oluyorlar. Fakat neden kriz demekte tereddüt ediyorum? Şundan tereddüt ediyorum; liderliği çok kolay yeniden tesis ediyorlar. Ne oluyor? İşte ilk aylarda talepler hep demokrasi, çoğulculuk, şeffaf seçimler, Mübarek’in gitmesi, temiz yargı, toplumsal adalet sendikal özgürlük, gelir adaleti vs. idi. Bunlar ilk 2 ay. Fakat ocaktan temmuza bi geliniyor, artık bu taleplerle çok insan sokağa çıkamıyor. İlk başta işte yüz binler milyonlarken önce on binlere düşüyor, sonra binlere, sonra yüzlere… Derken temmuzda birden şeriat talebiyle yüz binler sokağa çıkıyor.<br />
<br />
Bu moment pek gitmiyor yani, öbür moment çok çabuk gidiyor. Yani bir açık pencere bulduğu zaman, İslam hukuku çevresindeki mobilizasyon, örgütlülük o kadar köklü, o kadar sağlam ki, o momenti koruyabiliyorlar. Dolayısıyla o anlamda bir kriz yok. O kadar sağlam bir hegemonya ki Müslüman Kardeşler’in ve İslamcıların hegemonyası… Yani böyle bir gedik açılabiliyor, böyle iki üç ay nefes alabiliyor toplum. Bir çoğulculuk, yeni talepler, İslami olmayan talepler ya da şeriatçı olmayan talepler ön plana çıkabiliyor. Fakat bunun örgütsel arka planı yok, ideolojik arka planı bile yok artık Mısır’da. Dünya çapında da çok yok. Hani programınız ne belli değil. Örgütlülük zaten yok da, yani programınız ne o da belli değil. Yani her şeyi devletleştirmek mi mesela, bunun bi reçetesi yok şu anda. Ama öbür tarafın kendi talepleri etrafında reçeteleri (ekonomik reçeteden bahsetmiyorum) olduğu gibi örgütlülükleri de çok sağlam, liderlik yapısı da çok sağlam.<br />
<br />
Darbeyi vuran ve sokağı açan liberaller, solcular, daha toplumsal adaletçi müslümanlar ya da İslamcılar oluyor. Ama toplumsal adaletçi olmayan İslam, yani yerleşik hegemonik İslamcılık o sokak açıldıktan sonra sokakta hakimiyetini birkaç ay içinde kuruyor. Dolayısıyla orda da bir kriz görmüyorum. Ama evet, Selefiler diye bir çatlak çıkabiliyor.<br />
<br />
Dolayısıyla Türkiye’yle karşılaştırdığımızda çok çok daha zor olacak bence. Hadi AK Parti modelini ihraç edelim gibi bir şey olmayacak.<br />
<br />
<br />
Zaten biraz abartılmıyor mu?<br />
<br />
Onu yapamayacaklar. Türkiye onu ihraç edemeyecek, ithal etme hevesinde olan varsa da ithal edemeyecekler. Dolayısıyla Türkiye’den çok daha fazla zorlu bir süreç bekliyor, böyle bir muhafazakar Sünni istikrar isteyen çevreleri çok daha zor bir süreç bekliyor. Aslında sizinle belki de sadece büyük ana başlıkta ayrışma oldu, tahlilde o kadar ayrışmayız. Yani Siyasal İslamın bir krizi var demekte çok ciddi tereddüdüm var.<br />
<br />
Bir de şundan dolayı tereddütüm var. Akademik düzeyde böyle bir tartışma, böyle bir argüman vardı ve ben o argümana hep karşı çıkıyordum. 2011’in ilk aylarında artık bu argüman neredeyse ispatlanmış oldu. “İslamcılık bitti, post-İslamizm başladı.” Yani artık İslami talepler demokratik liberal taleplerle iç içe geçiyor…<br />
<br />
<br />
Asef Bayat böyle tartışıyordu…<br />
<br />
Evet Asef Bayat. Oliver Roi da başka biçimde söylüyor bunu. Tam aynı şeyi anlatmıyor ama aşağı yukarı aynı şeyi söylüyorlar. Artık böyle İslamcılık diye ayrı bir akım yok veya var da çok önemsiz artık. Artık önemli olan, dinamik olan, belirleyici olacak olan İslami taleplerle liberal demokratik taleplerin, kişisel hak ve hürriyet talepleriyle iç içe yürüyecek olması. Tahrir olduğunda, Müslüman Kardeşler de sonradan bu talepler için net destek çıktığında, bu Bayat ve Roi ve öğrencileri “Tamam” demişler, “bakın hani bizlere inanmayanlar vardı.”<br />
<br />
O kadar net bir şey ki hakikaten, hakikaten yani İslamcılar sokağa çıkıp bu talepler için savaştılar, can verdiler. Fakat işte temmuzda süreç tekrar eski rotasına oturdu. Ama burada iki hataya düşmemek lazım. Post-İslamizm dememek lazım ama dolayısıyla evet İslamcı hegemonya vardır da dememek lazım. Çünkü Türkiye’ye nazaran çok daha zayıf bir hegemonya olduğunu düşünüyorum. Yani yine de bi hegemonik yapı var. Nedir o hegemonya ve neden zayıftır? İşte bu Selefilerin ayrımı, sağdan sıkıştırma çok net. Bir de soldan sıkıştırma çok net. Soldan sıkıştırmanın içine sosyalistleri, komünistleri, liberalleri ve toplumsal adaletçi Müslümanları katıyorum. Toplumsal adaletçi Müzlümanlar hani Türkiye’deki gibi böyle 200-300 kişi değil; Türkiye’deki gibi bir netlik de yok ama rakamlar daha büyük.<br />
<br />
<br />
Orada bir hareket, burada bir ideolojik akım gibi…<br />
<br />
Orada da hareket değildi ama böyle kalabalık ve dağınık bir yapı var. Bunu neoliberal bir kalıba dökmek Mısır’da çok çok daha zor olur. Burada kitlenin çoğunu neoliberal kalıba dökmek görece kolay olur. Fakat Mısır’da devrimci bir süreç var. Yani siz bu insanlara neoliberalizmin ceketini böyle empoze edemezsiniz. Bu kadar mobilize bir gençlik varken, bunun bu kadarı İslamcı bir geçmişten geliyorken, bu kadar can verilmişken, sokak savaşı yapılmışken o iş kolay olmayacak. Dolayısıyla soldan ve sağdan çok ciddi tehdit var bu neoliberal İslam sentezine.<br />
<br />
<br />
Devrim Sürüyor Koalisyonu içindeki gruplara referansla mı söylüyorsunuz, yoksa…<br />
<br />
Yani net çekirdek o ama yani sayıya dökülemeyecek olan kısmı beni daha çok ilgilendiren, hakikaten onu hissetmek çok zor. Bence 2-3 yıl sahada olup sosyolojik okuma kapasitesi çok yüksek olan bir siyasi önder bunu hisseder. Ben şu anda bir rakam veremiyor, niceliksel bir önem atfedemiyorum. Ama net olarak söyleyeceğim kısmı şu; Devrim Sürüyor Koalisyonu ya da Tayyar el Mısri gibi net olarak kendini ayırmış ve örgütsel olarak ayrılmış gençlerin çok çok ötesinde bir kitle var. Bu kitle demin bahsettiğim kitle, ne Hayrat Şatırlara, Muhammed Mursilere tamamen tabi olmak istiyor ne de kopmak istiyor. Örgütsel birlikteliği korumak istiyorlar ama bu örgütsel birlikteliğin iş çevrelerinin hakimiyetine girmesinden çok rahatsızlar.<br />
<br />
<br />
Bu bir kopuşa gidebilir mi?<br />
<br />
Bence kopuşa gitmez. Benim bilemediğim şu, alttan ne kadar sıkıştıracaklar. Yani bunun kavgasını ne kadar verecekler? Bunun kavgası verilecekse, bence dışardan verilirse hüsrana uğrar diye düşünüyorum. Yani onun için Wasat nasıl ki bir yere gidemediyse, Tayyar el Mısri gibi koparak net bir sosyal adaletçi İslam çizgisinden ilerleyenlerin çok bir şey başaramayacağını düşünüyorum. Ama alttan sıkıştırırlarsa o biraz farklı bir durum olur. Ama alttan sıkıştıranların sıkıştırma kapasitesi neye bağlı? Aslında Müslüman Kardeşler’in dışında olanlara bağlı. Yani seküler işçi hareketi, sosyalistler, liberaller bir baskı uygulayabilecek mi dışarıdan? O moment sürdürülebilecek mi? Ya da ne kadar sürdürülebilecek? O moment sürerse aşağıdan şıkıştırmanın bir anlamı olabilir, yoksa yani bunun örgütsel bir arka planı yok ki, ideolojik arka planı yok ki aşağıdan sıkıştırmanın bir manası olsun.<br />
<br />
<br />
Türkiye’de de solun İslamcılarla ilişkisi açısından, belki bu dediklerinizle bağlantılı düşünülebilecek deneyler var. Örneğin emek hareketinde Memur Sen gibi İslamcı yapılarla birlikte hareket etmek Memur Sen’i daha mücadeleci yapmıyor KESK’i etkisizleştiriyor. Ama bağımsız hareket edildiğinde bir tür sıkıştırma oluyor ki, Memur-Sen kısmen de olsa greve katılmak zorunda kalabiliyor ya da sağcılarla ayrı 1 Mayıs örgütlendiğinde Anti-Kapitalist Müslümanlar diye bir grup 1 Mayıs’a solcuların yanında katılıyor…<br />
<br />
Ben formüllerden kaçınma taraftarıyım. Türkiye’de bu genelde taktik bir mesele olarak tartışıldı. Taktik boyutu var ama sadece taktik olarak görmemek lazım. Çünkü taktik olarak bakıldığında aslında bazen bir taktik daha manalıdır, bazen diğer taktik daha manalıdır. Baştan “Oturalım beraber iş yapalım da” denilemez bence ama “Yapmayalım” da denilemez. Yani gerçekten o dönemsel bir şey. Daha önemli olan tartışmanın, “Uzun vadede stratejik olarak nasıl ilişkiler geliştirilmeli ya da geliştirilmeli mi?” tartışması olduğunu düşünüyorum. Orada söyleyecek çok şey var. Yani bir taraftan solun geleneğini, örgütlülüğünü sürdürmesi lazım. Ama “Emek ve adalet” diye bir çevre kurulduğunda ya da “Anti-kapitalist Müslümanlar” gibi çevre ortaya çıktığında, ben bunları “eyvah kırılmalar oluyor, solun kafası karışıyor, sol dindarlaşıyor” diye düşünmüyorum. Buna komplo diye yaklaşanlar var, bir de kafa karışıklığı diye yaklaşanlar var. Ben iki türlü de bakmıyorum.<br />
<br />
<br />
Burada iktidarla çok iç içe olmayan, eleştirel duran bazı gruplar için belki bir tür ütopik sosyalizm nitelemesi yapılabilir, komplocukluktan ziyade. Aslında bir taraftan da Refah Partisi’nin ilk dönemlerini andırıyorlar…<br />
<br />
Şimdi şöyle bir şeyde var. Aşırı saf olmamak lazım. Hani devlet derin, rejim derin, her türlü siyasi gücün komploları vardır. “Yoktur” denilemez ve olayın böyle bir boyutu olabilir. Ama buna indirgemek hani yanlış bir şey. Bu iş aynen Tahrir meselesi gibi, Tahrir’de ya da sonrasında hiçbir devletin, hiçbir gizli servisin dahli yoktur demek biraz safça olur. Ama Tahrir’i, Tunus ayaklanmasını buna indirgeyemezsiniz. Suriye’ye filan bakınca iş iyice karışıklaşıyor tabi. Ama orda yani bile bir, dış müdahale olayına yada bir gizli servis olayına indirgemek yanlış olur. Bu, işin bir tarafı.<br />
<br />
Bu gibi süreçlere ya da “Emek ve Adalet Platformu” gibi yerlere yöneltilen daha ciddi bir eleştiri şöyle: “Bu zaman kaybıdır. Buradan bir şey çıkmaz. Solun reflekslerini genişletir vs.” Bu tip eleştiriler de var. Mesela ona da katılmıyorum. Ama katılmamamın nedeni belki ütopik sosyalizm meselesine nasıl bakacağımız, ütopik sosyalist geleneğe nasıl bakacağımız. Ben orada Marksist gelenekten ayrılıyorum açıkçası. Marks’ın ütopik sosyalizme eleştirisinin zamanında, yerinde bir eleştiri olduğunu ama 21. yüzyılda daha geniş düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum. “Bilimsel sosyalizm”i bırakalım “ütopik sosyalizm”e geri dönelim anlamında değil ama hani bu ayrımın zaten eskisi kadar anlamı kalmadığını ve ütopik sosyalist gelenekten de öğrenilebilecek bir şeyler olduğunu düşünüyorum. 21. yüzyılda ya da sonrasında sosyalizm kurulacaksa, bunun zaten eklektik bir şey olacağını, yani bilimsel sosyalist gelenekten de bir şeyler alacağını ama ütopik sosyalist geleneklerden beslenilebileceğini düşünüyorum.<br />
<br />
Dolayısıyla hani bu İslami sosyalizm, Adil Düzen, Refah Partisi vs. gibi şeylerin de buraya oturtulması gerektiğini düşünüyorum. Yani şöyle bir çizgi bence isabetsiz; solda genelde kafa yorma olduğu ölçüde söylenen şeyin şu olduğunu düşünüyorum: “Bu işte bir ütopik sosyalizmdir, dolayısıyla aynen Refah Partisi özelinde olduğu gibi, Adil Düzen’de olduğu gibi ya zaman içinde kapitalizme dönüşecek ya da sosyalizme dönüşecek.” Meselenin böyle bir netlik arz etmediğini, meseleye böyle bir netlik atfedersek, bunun kapitalizme dönüşmesini sağlayacağını ya da ona katkı yapacağını düşünüyorum. Yani biz sosyalizmi kuracaksak, yani uzun vadede kuracaksak, Ortadoğu’da, Türkiye’de, bölgede ya da işte Doğu Avrupa’da, Güneydoğu Avrupa’da, Balkanlar’da bunun ilk bakışta kafası karışık, ucuz gibi gözüken şeylerden beslenerek kurulabileceğini düşünüyorum.<br />
<br />
Bu tür gelenekleri ciddiye almak gerekir. Başlı başına Adil Düzen bir çözümdür ya da başlı başına Anti-kapitalist Müslümanların söyledikleri bir çözümdür diye bir şey söylemiyorum. Zaten şu anda çok net bir şey de söylemiyorlar. Ama belki hani 10 sene içinde söyleyecekler. Bunların sosyalist projede bileşenler olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla, deminki soruya geri dönecek olursak, nasıl bir ilişki kurmak gerekiyor? Bunlara gelecekte kurulacak olan sosyalizmin potansiyel bileşenleri olarak bakmanın en doğru çizgi olacağını düşünüyorum. Yani “Bir tek sosyalizm olacak, o da seküler olacak” şeklinde değil de, bir seküler sosyalist gelenek olacak, inşallah olursa bir İslami sosyalist gelenek olacak; başka şeyler de olabilir, yani bir Alevi sosyalizmi olabilir, Balkanlarda bir Hıristiyan sosyalizmi olabilir, bunların çabaları bir araya geldiğinde sosyalist bir toplum kurulabileceğini düşünüyorum. Buna anarşistleri de katabilirsiniz vs.<br />
<br />
<br />
Mesele biraz da şu. İslami bir Kurtuluş Teolojisi çıkar mı? Çıkabilirse şimdiye kadar neden çıkmadı? İşler o boyuta vardı ki AKP çizgisini bir Kurtuluş Teolojisi’ne benzetme çabaları, kastırmaları oldu bir yerde...<br />
<br />
Maalesef sorun kısmen de orda zaten, sorun sadece İslamcılarda değil. Sorun solcuların sokak gibi yerlerde umut türetmemesi, umut olan yerlerde umudu görmemesi. Yani solun bazı kesimleri AK Parti’nin bu “bürokratik oligarşi” vs. gibi söylemlerine çok çabuk atladı.<br />
<br />
<br />
Biraz da eleştirel bir soru soralım. Refah Partisi’nin, Adil Düzen’in az önce de bahsi geçti. Pasif Devrim deyince şimdi Refah Partisi, Adil Düzen çizgisi için başta sistem karşıtlığı anlamında bir muhaliflik atfediyoruz. Ama acaba baştan yanılıyor muyuz? Refah Partisi düzen içi bir muhalefet biçimi değil mi zaten? Sonuçta baktığımızda Keynesyen, kalkınmacı. 1970’lerin ideolojisi aslında Keynesyen olmak, kalkınmacı olmak, “ağır sanayi hamlesi” demek. Bunlar o dönemin muteber kavramları. Ama bugünün kapitalizminin muteber kavramları onlar değil ve Refah Partisi açısından da sadece bir ray değişikliği gerekiyor. Yani, 1970’lerde “Adil Düzen”, ağır sanayi hamlesi, kalkınma diyerek sermaye içi adaleti vurguluyor aslında. Belki 2000’den bakınca muhalif gibi görünebilir ama o zamanın ana akımıydı bunlar.<br />
<br />
İsabetli bir eleştiri bence. Kısmen doğru. Hem neye katıldığımı hem neye katılmadığımı söyleyeyim. Bir muhalefet ama çoğunlukla düzen içi bir muhalefet bence. Bi tarafta 70’ler ile 80’lerin-90’ların başının farklılık arz ettiğini düşünüyorum. 70’lerdekinin daha bildik çerçevede bir şey olduğunu, daha Keynesyen çerçevede bir şey olduğunu düşünüyorum. Fakat, 80’lerde ve 90’larda daha muhalif bir yere gittiğini düşünüyorum. Neden? İki temel nedenden dolayı. Birincisi, bir kere bu Seyyit Kutup okumaları ve İran devrimi 70’lerde de yapılıyor ama bunun asıl ağırlığı 80’lerde hissedilmeye başlanıyor. Bir de özellikle İran Devrimi. Ve “üçüncü ekonomi mümkün” düşüncesi. “Üçüncü ekonomi” lafı hep var, belki hala var. Ama yani bunun bir ağırlığının olması aslında 80’lerde söz konusu. Çünkü yanıbaşımızda bir üçüncü ekonomi deneyimi var.<br />
<br />
Ben orada genel solda hakim olan yorumlardan yine ayrışıyorum. 80’lerde İran’da ne oldu, temel okuma nedir? Solcularla ittifak yapıldı, solcuların hepsi öldürüldü. İşte kapitalist İslam hakim oldu. Halbuki mesele tam öyle değil. Bir kere farklı solcular ve farklı İslamcılar var. Evet, solcuların hepsi öldürüldü, ama net İslami Marksist olan Halkın Mücahitleri var. Onlar da katlediliyor, çok hızlı bir biçimde. Fakat, anti kapitalist Müslüman olup, Marksist olmadığını söyleyen (Ali) Şeriati tayfası, rejim içinde, yani 80’ler boyunca rejim içinde. Parlamento onların hakimiyetinde, ulema onların hakimiyetinde değil. Dolayısıyla parlamento ve ulema savaşları var. Parlamentonun kendi içinde savaşlar var. Ve orada bir üçüncü ekonomi deneyimi var hakikaten. Hani sonuçları ordan ne olur? Sonuçları kapitalizm eyvallah, bir şey demiyorum. Ama bir itki var, anti-kapitalist bir itki. Ama anti-kapitalist bir deney var diyemiyorum. Anti-kapitalist bir deney girişimi var ve bu girişim öldürülüyor. 89’da artık onun son noktası konuluyor İran’da.<br />
<br />
Ama yani bütün bunlar olurken elbette bunun Türkiye’de rüzgarları hissediliyor. Adil Düzen budur, demiyorum yine. Ama Adil Düzen bunun etkisi altındadır, hem parti içinden hem parti dışından. Parti dışından da çok ciddi baskı var. Net biçimde antikapitalist, net biçimde İrancı olanlar bi kere partinin dışında. Hani Müslüman Gençlik vs gibi çizgiler. Ama partide hiç etkisi yoktur diyemeyiz çünkü partiyle bunlar arasında çok geçişlilik var. Bir sürü insan partiden kopup bu antikapitalist çevrelere katılıyor. Bir sürü insan da anti-kapitalist çevrelerden kopup partiye katılıyor. Sultanbeyli’de bu geçişlilikleri çok gördüm ama Sultanbeyli dışında da bunun ne kadar çok olduğunu duydum. Entelijansiyada zaten ordan, görüyoruz. Dolayısıyla Adil Düzen aslında bir karma bi proje, çok karman çorman bir şey olması da kısmen oradan kaynaklanıyor zaten.<br />
<br />
<br />
Herkes de farklı farklı algılıyor…<br />
<br />
Evet öyle bir şey de var, herkes farklı algılıyor. Ama en sonunda her iki çevre de “Ya tamam saçmalamayalım” deyip bu işe son veriyor. Ama o son noktaya gelene kadar çok şey yaşanıyor. Hem anti-kapitalist baskı var, parti içinden ve parti dışından. Bir de işte, yani işin, lafın üretildiği yer olarak Akevler Kooperatifi, tam İrancı ya da net antikapitalist bir yer değil, daha böyle ütopik sosyalist. Ütopik sosyalist referanslardan beslenen işte Mazdek Cemaati diyorlar, Robert Oven diyorlar.<br />
<br />
Dolayısıyla kesinlikle “Bu muhalif ve devrimci bir partidir” demiyorum. Yani Refah Partisi elbette devrimci bir parti değildir. Ve muhalifliği de işte böyle arada derede bir muhaliflik. Soldan sıkıştırılan, Akevler Kooperatifi’nden gelen, ütopik sosyalist özlemler içeren ve fakat ülke çapında net bir projesi olmayan, ahlaki, cemaatçi, üçüncü yol kurgusu üzerine bina edilen bir şey. Ama soldan yani sol İslam’dan sıkıştırılıyor ve de bütün bunlar sağ İslam hegemonyası altında gerçekleşiyor. Aslında belki kitapta (Pasif Devrim) çok net muhalif bir şey varmış da sonradan düzen içine emilmiş gibi bir vurgu çok, dolayısıyla orda eleştiriyi kabul ediyorum.<br />
<br />
<br />
Pasif Devrim kavramının kendisi?<br />
<br />
Ona geleceğim. Bu ampirik, tarihsel kısmı bir tüketirsek, kavrama geleceğim. Her fırsatta vurgulamaya çalıştığım, 91-94 arasında hani iki Adil Düzen kitapçığı var ve aralarında çok net fark var. Ve hani 91’deki kitapçıkta hem ütopik sosyalist çevreler var, hem en azından antikapitalist olmaya çalışan çevreler var, hem de net reel bir gerçeklik var; bu kapitalist bir parti. Yani yöneten insanlar ya tüccar ya küçük girişimci ya da orta boy girişimci. 91’de bu kadar kafa karışıklığı var. 94’te ise net bir serbest piyasacılık söz konusu. Ama denetimde bir serbest piyasacılık hala, yani 2000’lerdeki gibi denetimsiz piyasacılık değil.<br />
<br />
<br />
Orada (94) biraz Keynesyen sanki…<br />
<br />
Ama 94’teki aslında Keynesyen’in bir adım ötesinde. Net olarak Keynesyen olduğu 70’lerdir ki orada bile net olarak şöyle bir özlem var: “Biz kendi geçmişimizden komünist ve kapitalist olmayan, böyle cemaatçi bir ekonomi kurabilsek…” Onun dışa vurumunu nerde görüyoruz? CHP ile yapılan 74 koalisyon protokolünde. CHP için bir yerden baktığımızda Keynesyen, kapitalist bir parti diyebiliriz. Ama başka bir yerden baktığımızda, nasıl Refah Partisi’nin çok sınıflı okumasını yapıyorsak, 70’lerin CHP’sine de aynı şeyi yapmalıyız bence. Hakim karakter olarak Keynesyen kapitalist bir partidir. Ama işte kooperatifçilik vs gibi ütopik sosyalist özlemlerin ve geleneklerin de ifade bulduğu bir partidir. 74 koalisyon protokolünde ekonomi kurgusu bu iki partiyi hakikaten birleştirebilen bir öge olmuştur.<br />
<br />
Bütün bunlar Refah Partisi’ni kısmen muhalifliğe oturtuyor. Dönem artık neoliberal dönem olduğu olduğu için, yani Özal dönemi olduğu için muhalif bir yere düşüyorlar. Neoliberal dönemde hala Keynesyenizmi korumaya çalıştıkları için yani. Bir de ordan bakmak lazım. Evet, objektif olarak geri kalmıştır ve eskide kalmıştır. Buradan bakıldığında, objektif bakıldığında böyle ama içerden bakıldığında, subjektif bakıldığında böyle değil.<br />
<br />
<br />
Onların yaşadığı da o değil tabii…<br />
<br />
Evet, onların yaşadığı şey direniş. Burada işte objektivizm neden subjektivizm katmanında bir yanılsamadır, ona geliyoruz. Yani objektif olarak böyledir, tarihsel olarak oraya gelmiştir ama biz orada hani sosyalist, devrimci aktörler olarak olsaydık ne yapmamız gerekirdi ve ne yapılmalı? Tamam bu kafa karışıklığıdır. Tamam bu kapitalist bir kafa karışıklığıdır. Tamam hakim eğilim bunun kapitalizme ve düzen içine evrilmesidir. Ama siz “bu, budur” dediğinizde onun oraya gitmesine ek bir katkı yapmış oluyorsunuz. Halbuki hani devrimci duruş tam tersi yani orada sol müdahil olmalıydı ve olabilirdi.<br />
<br />
Ama tabii şimdi ahkam kesmek de kolay. Mesela bir Kağıthane sürecine bakıldığında Refah Partisi’nin karşısında nasıl durmayacaksın, nasıl “Adil Düzen bir aldatmacadır” demeyeceksin. Hani zor bi mesele. Çünkü ne oluyor Kağıthane’de, grevler kırılıyor, grevci işçiler atılıyor. Sadece solcu işçiler falan da değil, grevci muhafazakar, dindar işçiler işten atılıyor. Yerine grev yapmayacak işçiler alınıyor ve bu Adil Düzen adı altında yapılıyor. Hani bunu nasıl söylemeyeceksin? Mecburen sol öyle bir noktaya düştü. Ama bütün bunları bir arada düşünmek lazım. Onun içinde, kısaca “kısmen muhalif” diyebiliyorum.<br />
<br />
Kavramın (pasif devrim) kendisine gelirsek, kavramın kendisi aslında “Çok net bir devrimci ayaklanma vardı ve bu sistemin içine emildi” demiyor. Onun için Akşam röpörtajında da Gandhi örneğini onun için verdim. Yani ayaklanma zaten net devrimci ve net muhalif bir ayaklanma değil. Ayaklanma tam anlamıyla ayaklanma değil, çünkü Gandi hep reddediyor, “Ben siyaset yapmıyorum, bu bir ayaklanma değil, bu bir çatışma değil, ben sadece doğru olanı savunuyorum. Ben sadece ahlaki olan bir yerde duruyorum” diyor. Ve hep o kadar benzer söylemler ki, işte “Bizim sosyalizmimizde devlet yok.” Gerçi hani Refah’ınkinde var. Benzerlikler de var farklılıklar da. Ama yani komünizm de değil, kapitalizm de değil, Nasırcılık da değil, hani daha devlet güdümlü sosyalizmlerden de ayırıyor ahlaka vurgu yapmak için. Dah çok “Gandhi’nin doğru yolda olan ve güzel olan kişiliği” üzerine kurulan bir şey. “Siz benim gibi davranınca zaten sosyalizm kurulacak, zaten o güzel toplum kurulacak. Programa ihtiyaç yok.”<br />
<br />
Hani “O ne derse o” sloganı vardı ya Refah’ta da ve Saadet’te de. Yani bir şey söylemeye gerek yok zaten, onun örneğini takip edince her şey hallolacak. O açıdan bir ayaklanma varsa bile siyaseti reddeden bir ayaklanma. Bu açılardan çok benziyor. Gramsci’nin anlattığı pasif devrimlerde, mesela Garibaldi bir ayaklanma ve devrimci bir ayaklanma. Hani ondan ziyade belki Gandhi örneği ve üçüncü dünyadaki pasif devrim örnekleri bize daha yakın; programatik olamamaları, programı reddetmeleri, siyaseti reddetmeleri vs üzerinden. Refah Partisi’nde ve Fazilet Partisi’nde hep duyduğum aynı şey: “Biz siyaset yapmıyoruz. Burada sadece din var, burada siyaset falan yok haşa…”<br />
<br />
<br />
Şimdi her devrimin sonuçta bir devrimci öznesi olmakta, pasif devrimin devrimci öznesi kim?<br />
<br />
Yine işte hani programın ve örgütlülüğün olmaması gibi böyle bir dağınıklık var aslında yani özne çok yok. İşte geçen de Praksis’te bir Marksist, eleştirdi, burjuvadır dedi. Devrimci özne burada burjuvazi değil bence. İlla bir merkezi aktör varsa parti olduğunu düşünüyorum. Parti ve partinin kadroları burjuvazi ile iç içe geçmiştir tabii ama partinin daha merkezde olduğunu düşünüyorum. Ama o bile çok aktör değil. Yani o kadar bir aktörler ağı var ki, aktörsüz demek istemiyorum ama merkezi bir aktörün, öncü bir aktörün olmadığı bir süreç. Zaten o öncülüğü kuramadığı için de çok kurban gidiyor bir şeylere. Yani her şeyi kontrol ettiklerini düşünüp hiçbir şeyi kontrol etmiyorlar ve hala öyle.<br />
<br />
Yani AK Parti’nin kontrolünü bu kadar kurmuş olmasına rağmen, hala kendilerinde olduğundan çok daha fazla güç görüyorlar. Özellikle bölgesel meselelere geldiğimizde, her şeyi çok kolay kontrol ederiz zannedip, yerleşik bir Sünni-Şii eksenine çok rahat düştüler ve hala “biz bu eksenin üstündeyiz” falan diyorlar. Ama kendi gazetelerini satır aralarını okuduğunuzda bile aslında o hissiyatın içinde olduklarını görüyoruz. Sadece Türkiye için söylemiyorum bölgesel olarak Sünni bir parti durumuna gelmiş durumdalar şu anda. Ve işte bu, bu aktörleri çok kullanmamasından geliyor zaten. Ve belki pasif devrimleri, devrimlerden ayıran da bu. Devrimlerde bir aktör var. Hem bir sınıfsal aktör hem de onun örgütü. Burada yani İslami burjuvazi ve İslami parti bu sürecin motoru diyebilsek bile sürecin kontrolü onlarda değil.<br />
<br />
<br />
Burjuva devlet dedin mi burjuvaziden ibaret bir şey değildir. Sınıf mücadelesi de yansır oraya, bir görece özerklik durumu da yansır, rıza üretimi açısından toplumun genel çıkarını temsil ediyor görünme çabası da yansır. Öznesizlik dediğiniz de böyle bir şey mi?<br />
<br />
Aşağı yukarı böyle bir şey ama devletten bile daha dağınık, yani Türk devletinden bile daha dağınık olduğunu düşüyorum. Bir sınıfın devleti denmese bile, Türk devleti hakkında çok daha net bir şey söyleyebilirim. Poulantzas, Miliband vs anlamında bir sınıf devleti teorisine karşı çıkıyorum. Ama nedir? Webercilerin ve Neo-Webercilerin dediği kadar bağımsız da değil. Nasıl bir şey peki? Valla bir sürü odak, bir sürü kurum var. Bu kurumlar dinamik biçimde birbirlerinin çıkarlarını ve o devlet denilen öznenin çıkarlarıyla dinamik bir süreç içinde tekrar tekrar yeniden aynı çizgiye getiriyorlar. Türkiye burjuvazisinin çıkarlarıyla ve de global burjuvazinin ve de global devlet dengelerinin çıkarlarıyla bu kurumlar toplamının bu aktif çabalarının bir ürünüdür devlet. Yine biraz karmaşık oldu ama yine de tanımlanabilecek bir şey olduğunu düşünüyorum.<br />
<br />
Bunun tersi, pasif devrim sürecinin ve AK Parti’nin çok daha dağınık olduğunu düşünüyorum. Kısmen muhalif, kısmen ayaklanmacı, kısmen devrimci geçmişten geldiği için bu dağınıklığa mahkum olduklarını ve başka bir sürü şeye mahkum olduklarını düşünüyorum. Hani bir devrimci özne kurmuş olsalardı geçmişte bu kurumsal dengeleri okuyup onları yönetebilirlerdi. Hani uzun soluklu bir İslami devrim diyelim, yani böyle bir şey olabilirdi. Ama bunu kuramadıkları için zaten çok karmaşık olan bu dinamiklerin içine girince iyice dağılıyorlar. Yani bugün daha çok NATO çizgisinde, yarın daha çok Sünni-muhafazakar-Körfez monarşilerinin çizgisinde, işte ondan önceki gün daha çok HAMAS çizgisinde bir yere… Toplamda bir yere gidiyor mu? Gidiyor. Var olan dengeler çerçevesinde gidiyor. Ama o dengeler bozulursa… O dengelerin içine sürekli dinamit sokuyorlar. Bu sürecin bence bütün ilginçliği burada.<br />
<br />
Dolayısıyla pasif devrim, basitçe bir statükonun yeniden tahkimi değil. Karşıdevrim, statükonun yeniden tahkimi olurdu. Pasif devrim, statükonun yeniden tahkimi olamıyor. Çünkü hem var olan dengelerin yani Türkiye burjuvazisi, Türkiye devleti ve uluslararası ya da global burjuvazi, uluslararası devlet dengelerinin içine emiliyorlar. Ama emilirken her gittikleri yere bir dinamit bırakıyorlar. Davos, Mavi Marmara ve kim bilir daha neler… Dindar nesil meselesi de böyle bir şey. Dindar nesil meselesi de başka bir dinamit, var olan dengelerin içinde ve bunlar nerde nasıl ne zaman patlayacak? Bunun kimse okumasını yapamıyor. Kimse yapamadığı için de bu nerede patlar, tahmin edemiyor. Kimse tahmin edemediği için gayet ilginç bir süreç.<br />
<br />
<br />
Bir yerde patlayacak bu…<br />
<br />
Patlayarak gidiyor işte. Mavi Marmara çok büyük bir patlama. Mavi Marmara olayı hiç planlanmış bir şey değil ve ellerinde patlamış bir şey…<br />
<br />
<br />
Kaynak: <a href="http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=45422#.T8sEv5cXUKI.facebook">bölüm1</a>, <a href="http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=45543">bölüm2</a>, <a href="http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=46050">bölüm3</a><br />
<br />Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-64192182000738192102012-07-20T14:12:00.001-07:002012-07-20T14:12:17.628-07:00Yusuf Kaplan - Bizanslaşma (Hazal Özvarış Röportajı)<br />
Yusuf Kaplan'ın bu mülakatına <i>Bizanslaşma </i>ismini vermeyi uygun gördük, buyrun.<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>İLK BÖLÜM</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><br /></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b>'Muhafazakâr medya kendisine ihanet ediyor, iktidarla ilişkisi çok iğrenç!..'</b></div>
<div style="text-align: center;">
<b> </b></div>
<br />
<br />
Gazeteci Ali Akel, "Özür açıklanmaz, özür dilenir" başlıklı yazısında Uludere faciasındaki tavrı için hükümeti eleştirdikten sonra 16 yıl çalıştığı Yeni Şafak'tan uzaklaştırıldı. Akel vakasının dumanı tüterken "Medya Mahallesi"nin ablası Ayşenur Arslan CNN Türk'te "erken tatile" çıkarıldı. Medyadaki yaprak dökümünün mazisi malum.<br />
<br />
Biri eski, biri yeni merkez medyanın temsilcilerinden CNN Türk ve Yeni Şafak'ın ortaklaştığı manzarada bir cümle göze takıldı:<br />
<br />
"Diken üstünde yazıyorum."<br />
<br />
Yazının kaleme alındığı gazete Yeni Şafak, kalemin sahibi de, muhafazakâr medyanın vicdan mahallindeki önemli isimlerden olan Yusuf Kaplan'dı.<br />
<br />
Kaplan'ın sözlerini önemli kılan sadece yazarı olduğu gazete değil. Zira Kaplan, aynı zamanda Yeni Şafak'ın bir dönem "köşesinden edilmiş bazı gazetecilere kucak açan gazete" olma vasfını da kazanmasına sebep olan 28 Şubat döneminde gazetenin genel yayın yönetmenliği koltuğunda oturuyordu.<br />
<br />
“28 Şubat bitti, ama bizi de ‘bitirdi'” başlıklı yazısında (27 Şubat 2012) o dönemi bakın nasıl anlatıyor:<br />
<br />
“Hem bu kaset saldırısına (ki, bu nedenle, Hocaefendi'den özel teşekkür mektubu almıştım), hem de genel anlamda 28 Şubat'ın bütün ilkel saldırılarına karşı olanca gücümüzle direnmiştik. (Meselâ ilk yaptığım işlerden biri, dört başörtülü arkadaşı editör yapmak olmuştu!) Bütün İslâmî medya, çok iyi sınav vermişti, başlangıçta.”<br />
<br />
Kaplan, kalemini kendi mahallesine de doğrultmaktan kaçınmayan bir entelektüel. Misal, kâh “muhafazakâr medyanın henüz suçları ispat edilmemiş Ergenekon sanıklarını ‘canavar’ gibi yansıtmasının İslam'la taban tabana ters olduğunu” yazıyor, kâh sağ iktidarların kültürel alandaki icraatını hedef alarak “60 yıldır ‘siyasi’ iktidardınız, ne yaptınız bu ülkede” diyerek “muhafazakâr sanat” çıkışını sorguluyor.<br />
<br />
İslamcı entelektüeller arasında özel bir yeri bulunan Yusuf Kaplan, 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü'nü bitirdikten sonra Londra'da televizyon-sinema alanında yüksek lisans ve doktora yapmış. Geçmişinde, Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü'nde 9 yıl süren öğretim üyeliği de var, “TV5 Genel Yayın Yönetmenliği” de. Kaplan'ın, Türkiye Yazarlar Birliği bünyesinde faaliyete geçen “Sinema Okulu”nun da kurucusu olduğunu not edelim.<br />
<br />
Sinema Okulu'nda verdiği ders sonrasında bizi, kendisini pür dikkat dinleyen gençler ve sigara paketi içindeki kurşun kalemleri ile karşılayan Kaplan, Ergenekon sanıklarına dair yazısının ardından "aforoz edildiğini" söylüyor ve ekliyor:<br />
<br />
"Muhafazakâr medya kendisine ihanet ediyor, kendi ilkelerini çiğniyor."<br />
<br />
Sözü fazla uzatmadan, T24'ün sorularını yanıtlarken açık yüreklilikle konuşan ve kitabın ortasından konuştuğu sohbetin deşifre edilmiş metnini, hiçbir bölümünü çıkarmadan onaylayan Yusuf Kaplan'a bırakalım.<br />
<br />
İşte Kaplan ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümü:<br />
<br />
<br />
<br />
‘Akel’in ayrılmasından patronaj sorumluysa bu işgüzarlıktır’<br />
<br />
<br />
- “Aynaya bakacak cesaretimiz var mı?” diyerek bitiriyorsunuz bir yazınızı. Bugün aynanın karşısına önce Yeni Şafak’ı oturtalım ve soralım; Ali Akel sonrası Yeni Şafak sizin için ne demek?<br />
<br />
Ali Akel, başından beri çalıştığımız bir arkadaştı, çok da yeteneklidir. Türkiye’deki siyasi dengeleri, PKK/KCK’yı yakından takip eden bir arkadaştı. Araştırmacı gazeteciliğin hakkını verirdi. Türkiye’de pek az insanın benzer kaynaklara ulaşabildiği düşünüldüğünde Akel’in ayrılışı, Yeni Şafak için bir kayıptır.<br />
<br />
- 28 Şubat döneminde Akif Emre ile siz, dönüşümlü genel yayın yönetmenliği yaparken Yeni Şafak, işinden olan birçok farklı yazara kucak açan bir gazete olarak da tanınmıştı. Söyler misiniz bugün ne değişti ve patronaj Akel’e “hoşça kal” diyebildi?<br />
<br />
Ben bunun patronaj kaynaklı olduğunu zannetmiyorum.<br />
<br />
- Kimin sebep olduğunu düşünüyorsunuz?<br />
<br />
Açıkçası kimin yaptığını bilmiyorum, ama patronajın böyle bir şey yapacağını zannetmiyorum. Çünkü şimdiye kadar Ali Akel’in kıymetini bilen bir patronajdı. Kendisi de “Ben hakkımı helal ediyorum, siz de hakkınızı helal ediniz” diyerek veda etti.<br />
<br />
- Evet, ama patronlardan “artık beraber çalışmayacağız” tebligatı aldığını da Taraf’ta yazdı. Ayrıca, hükümet yetkilileri de konuyla ilişkili olamadıklarını belirtti. Yanılıyor olabilir misiniz?<br />
<br />
Ama patronajın böyle bir şey yapması... İşgüzarlık olur. Patronajın böyle bir şey yapıp yapmadığını bilmiyorum, ama patronaj böyle bir şey yaptıysa bu işgüzarlıktır, komiktir.<br />
<br />
- Neyin işgüzarlığı?<br />
<br />
Şurası açık; bir arkadaşın fikirlerinden, yazdıklarından ötürü işine son verilmesi, hem de bunun hükümetin bazı politikalarını eleştiriyor diye yapılmasına karşı çıkıyorum. Böyle bir şey olamaz!<br />
<br />
- Bu iklime sebep olan biraz da medya patronlarının kamu ihalelerine girmesi mi?<br />
<br />
Ben o tür işlerle ilgilenmiyorum.<br />
<br />
- Medyanın iktidarlarla ilişkisi ilgi alanınız dışında mı?<br />
<br />
Türkiye’deki medyanın bu konuda verdiği sınav çok berbat. Başka bir açıdan gazete ismi vermeden konuşalım; bir holding gazete çıkarıyor ve gazetelerde baştan sona şirketlerinin haberleri yapılıyor. İnsanların inanılmaz geçim dertleri var, ama ekonomi sayfalarını açtığınızda gördükleriniz hep şirket haberleri... Türk medyası insanların gündelik hayattaki ekonomik sıkıntılarını hiç görmedi. İnsan özne değil. Medyanın öznesi yok.<br />
<br />
Türkiye’deki en solcu medya bile, mesela Birgün gazetesi, bu tür haberleri ideolojik değeri varsa yayımlıyor. Burada ne söylersek boş, herkes medyayı güç aracı olarak kullanıyor. 200-300 yıl geriye doğru gidersek, gazetenin icadından bugüne medyalar bizi iletişim çağına değil, medya çağının eşiğine getirdi. Medya çağında iletişimsizlik en büyük sorundur.<br />
<br />
<br />
<br />
‘Ergenekon yazımdan sonra inanılmaz aforoz yedim’<br />
<br />
<br />
- Söyleşimize “ayna tutmak” diyerek başladık; o yüzden direksiyonu Yeni Şafak’a kıralım istiyoruz. CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner’in Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı iken yürüttüğü soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla dinlenen telefonlara Yeni Şafak’ın sahibi Ahmet Albayrak da takılmıştı. Albayrak’ın bazı işleri için AKP’li bazı isimlerle temas kurduğu da kayıtlara yansıyanlar arasında. Akel’in ayrılması ile patronajın ekonomik çıkarları arasında nasıl bir akrabalık var?<br />
<br />
Bu konulara girmeyelim, bunlar çok basit konular.<br />
<br />
- O zaman şunu soralım; Ergenekon kapsamında Cihaner’e ilişkin yürütülen dava sonuçlanmadan Yeni Şafak “Sanık savcıya ballı tayin”, “CHP’li savcının derin odası” başlıklı manşetlere imza attı. Bu gazeteciliği siz nasıl tanımlarsınız? İlkeli mi?<br />
<br />
Bu gazetecilik falan değil, bu ilkesizlik. Böyle şey olmaz… Ben bunları onaylamıyorum.<br />
<br />
- Yusuf Bey, darbe geleneğiyle hesaplaşmak önemli. Ancak diğer yandan siz Ergenekon sanıklarına yönelik medya diline dair hakkaniyetli bir tavır alarak medyanın tavrını eleştiren bir yazı kaleme almış ve şunu söylemiştiniz: “Suçu ispatlanmamış bir insan, suçu ispatlanana kadar masumdur ve haklarını sonuna kadar gözetmek boynumuzun borcudur. Oysa yapılan habercilik, İslâm'ın yüce adalet fikrine ve ahlâk anlayışına taban tabana terstir.” Yeni Şafak’ın yönetimine veya patronajıyla yapılan haberlere ilişkin konuştunuz mu?<br />
<br />
Suçluymuş gibi değil, “canavar” gibi gösteriliyorlar! Televizyonlarda bir de buna acayip dramatik bir müzik ekliyorlar. Çok korkunç! Bahsettiğiniz yazıyı yazdıktan sonra inanılmaz bir aforoz yedim.<br />
<br />
<br />
<br />
'Dün derin devlet vardı, bugün gizli iktidar var'<br />
<br />
<br />
- Aforoz nereden geldi?<br />
<br />
Nerden, belli!<br />
<br />
- O yazıda “Başta Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki Samanyolu TV olmak üzere iktidar yanlısı bütün televizyon ve gazetelerin Ergenekon soruşturması için kurdukları dilin, laikçi primitiflerin ürpertici, pravdavari dilinden farksız olduğunu” söylemiştiniz.<br />
<br />
İşte kimle ilgili yazdıysam, o çevrelerden geldi. Hâlâ da geliyor... Çok açık konuşmak istemiyorum. Zaten diken üstünde yazdığımı söyledim. “Eleştiriler usturuplu, hakaret edilmeden söylendiği zaman biz anlarız” diyorlar. Ama tüm bunlar boş laf! Ben usturuplu bir şekilde uyardım, bir cümle yazdım ve başıma gelmedik şey kalmadı.<br />
<br />
- Bugün “diken üstünde yazıyorum” dediğiniz konular hangileri?<br />
<br />
Türkiye’de “gizli iktidar” var, Türkçesi bu. Dün derin devletten bahsediyorduk ama bugün de siyasi iktidarın bir “gizli iktidar”ı var. Bu kişiler kurumlarda, şurada burada inandıkları ilkeleri hiçe sayacak işler yapıyorlar. Ben bunu bir Müslüman olarak protesto ediyorum.<br />
<br />
<br />
<br />
‘Muhafazakâr medya kendisine ihanet ediyor’<br />
<br />
<br />
- Eski merkez medyanın sicili malum. Peki, 28 Şubat sürecinde iyi sınav veren muhafazakâr medya için bugün ne değişti ve en dışlananları bile gözetmesi gerektiğini söylediğiniz medyanın bu muhafazakâr kolu kimleri dışlıyor?<br />
<br />
Bence muhafazakâr medya dediğiniz medya kendisine ihanet ediyor, kendi ilkelerini çiğniyor. İkincisi, iktidarın çok fazla yanında, yöresinde dolaşıyor; bu çok yanlış bir şey. “Bundan önce de başkaları bunu yapıyordu” denilebilir, ama ben bunu yapamam. Başkaları yapmışsa yapmış, bunun faturasını ödemiş veya ödememiş. Bu beni ilgilendirmiyor ama ben böyle bir ilkelliği, böyle bir vicdansızlığı yapamam.<br />
<br />
Çok tehlikeli bir sürece gidildiğini düşünüyorum. Medyanın, özellikle muhafazakâr dediğiniz medyanın iktidarla ilişkisi bence çok iğrenç. Böyle bir şey olmaz, bunu kabul etmiyorum… “Niye yazıyorsunuz o zaman?” diyebilirsiniz, ama ben zaten gündelik işlerle ilgili şeyler yazmıyorum, teorik-fikir yazıları yazıyorum. Ama bu gündeliğin pornografisi açıkçası beni ürkütüyor. Ayrıntının pornografisi asimile edici, gerçek, temel sorunlara karşı duyarsızlaştırıcı bir şey ve ben orada kaybolmak istemiyorum.<br />
<br />
‘Avrupa Kültür Başkenti projesinde bizi kullandılar’<br />
<br />
- Elbette “neden istifa etmiyorsunuz” gibi bir sıkıştırma gayreti içinde değiliz. Ancak Bilim Sanat Felsefe Akademisi'nden (BSF) ayrılırken zikrettiğiniz şu cümle çok net: "Ben ticari yaklaşımı önceleyen bir kurumda saniyemi bile vermem." Yeni Şafak için farklı bir durum mu geçerli?<br />
Bunu söylemem çok yakışık almayabilir, ama şöyle bir şey var, önümüz her yerde kesiliyor. Yapılabilecek bir sürü iş vardı, ama AKP iktidarı döneminde bunların önü kesildi. Her noktada bu böyle oluyor.<br />
- Pardon, yanlış mı hatırlıyoruz, “2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul” projesinde başa siz gelmiştiniz.<br />
O başka bir şey. Orada adam bulamadıkları için işi götürecek birini aradılar. Kendilerini aklamak için bizi kullandılar. Bunu sonradan fark ettim, ama iş işten geçmişti. Pespaye bir yerdi.<br />
- Neyi akladılar?<br />
Bence, beceriksizliklerini ve kurdukları sorunlu ilişkileri aklamak için kullandılar. Biraz şifreli bir dil oldu, ama bu şifreleri çözerseniz bu tür işlerin nasıl çığırından çıktığını tahmin etmeniz hiç zor olmaz.<br />
- Peki, AKP sizi neden engelledi?<br />
Ben AKP'nin engellediğini söylemedim. Bu dönemde birileri önümüzü kesti. Üstü kapalı konuşuyorum, farkındayım ama bu kadarı yeterli.<br />
<br />
‘Yeni Şafak’ta yazmak tedirgin ediyor, ceket hazır bekliyoruz’<br />
<br />
- Siz neler yapmak istemiştiniz?<br />
Müslüman olarak bunu benim söylemem şık olmaz. Ama şunu söyleyebilirim, ben bir medeniyet fikrinden bahsediyorum. Köklü bir medeniyet krizi yaşıyoruz. Epistemolojik kopuş, ontolojik yırtılma yaşıyoruz. İş intihara, semantik intihara kadar geldi, dayandı. Bu krizin nasıl aşılabileceğine ilişkin uzun soluklu cümleler kurmaya çalışıyorum. Bu da pek çok çevreyi, konformizm biçimleriyle ayartılan çevreleri rahatsız ediyor. Bunun sivilizasyonla ilgisi yok, yeni bir medeniyet tasavvurundan bahsediyorum. Burada Amerikalıların rolü var. Erhan Göksel rahmetli olmadan Amerikalıların Yusuf Kaplan'ın önünü tıkadığına dair bir sürü şeye ulaştığından bahsetmişti.<br />
- Bu söyleşiden sonra, Yeni Şafak'taki köşeniz de tehlikede mi?<br />
Ben buna her zaman hazırım.<br />
- Ne zamandır?<br />
Böyle bir yerde yazıyor olmak insanı tedirgin ediyor. Sonuçta gazete bizim kurduğumuz bir gazete ve ekip ama bu dünyanın hali belli olmuyor… Ceket hazır bekliyoruz. Ama ben bütün işlere iki prensiple girdim: Hiç çıkmayacakmış ve bugün ayrılacakmış gibi. Bu, yaratıcılığı da kuvvetlendiriyor.<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b>İKİNCİ BÖLÜM</b></div>
<br />
Muhafazakâr medyanın vicdan mahallindeki önemli isimlerden Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ile yaptığımız söyleşinin dün yayımlanan ilk bölümü “Ceket hazır bekliyoruz” sözleriyle bitiyordu.<br />
<br />
Medya-iktidar ilişkilerini sorgulayan Kaplan'ın, “Çok tehlikeli bir sürece gidildiğini düşünüyorum. Medyanın, özellikle muhafazakâr dediğiniz medyanın iktidarla ilişkisi bence çok iğrenç. Muhafazakâr medya kendisine ihanet ediyor” sözlerini de içeren söyleşinin birinci bölümünü bu linkten okuyabilirsiniz.<br />
<br />
Söyleşinin bugünkü bölümünde de objektifi kültür ve sanatın dindar-muhafazakâr sermayedeki yerine, Fethullah Gülen cemaatinin ufkuna ve AKP’nin “gençlik” vizyonuna çevirdik.<br />
<br />
“Gülen cemaatinde de, AKP iktidarında da bir zafer sarhoşluğu var” diyen Kaplan’a göre cemaat, Bedüizzaman Said Nursi’den beslenmesine rağmen “altın nesil” projesiyle entelektüel bir birikim oluşturamadı. Gülen’i “düşünür” olarak kabul eden İslamcı aydınlara “Sapla samanı birbirine karıştırmamak lazım” diye itiraz eden Kaplan, AKP’nin hem “dindar nesil” söylemini, hem de “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin hayatı” gibi seçmeli ders düzenlemesini “araçsallaştırma” olarak değerlendiriyor.<br />
<br />
Türkiye’nin kültürel alandaki asıl sorununu “entelijansiyanın kültürel kaynaklar ile irtibatının kopmasında” gören Yusuf Kaplan’ın şu sözleri ayrıca dikkate değer:<br />
<br />
“1908'den itibaren kayıpları oynuyoruz. (…) Batıda inanılmaz şeyler yaptılar ve tüm bunlar 50-60 seneye sığdı. Peki, biz ne yaptık? İstanbul'a köprü diktik! Rezillik. Hiçbir şey yok. Erol Akyavaş, Sinan bize bir şey söylemiyor. Arabesk ile eurobesk arasında debelenip duruyoruz.”<br />
<br />
Söyleşinin ikinci bölümü için sözü, tek parti iktidarının Milli Eğitim bakanlarından Hasan Âli Yücel'in hakkını da teslim eden İslamcı entelektüel Yusuf Kaplan’a bırakalım. Kaplan'ın T24'ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:<br />
<br />
‘Türkçe Olimpiyatları’nda kompleks var’<br />
<br />
- Gülen cemaati ve ufkuna dair hakkaniyetli yazılarınız var, ancak diğer yandan cemaatin “nihai hedefi” tartışma konusu ediliyor. Şerif Mardin, Neşe Düzel’e verdiği söyleşide “Ne hedeflediğini bilmiyorum, ben hâlâ çözemedim” dedi, Kürşat Bumin Yeni Şafak'ta “hizmet”i sivil toplum kuruluşu olarak görmediği yazdı. Sizce, Gülen cemaatinin ufkunda ne var?<br />
<br />
Şerif Mardin’in orada söyledikleri sadece cemaat ile ilgili değildi. O röportajda Şerif Mardin’e yakışmayacak bir oryantalizm vardı. Gülen cemaatine de, toplumun geri kalanına da çok aşırı oryantalist bakıyordu. Acayip bir fobi vardı.<br />
<br />
- Mardin’e haksızlık yapmıyor musunuz?<br />
<br />
Hayır, çünkü kendisi çok ciddi bir haksızlık yapıyor. Yaşadığımız tarihsel tecrübe, bütün farklılıkları bir arada yaşatabilmiş bir tecrübedir. Avrupalıların farklı kültürleri, medeniyetleri bir arada yaşatabilecek bir tecrübe ortaya koymaları mümkün olamadı. Biz bunu yapabilmemize rağmen Kürt sorununu hâlâ nasıl yaşıyoruz anlayamıyorum. Bize yakışmıyor.<br />
<br />
- Peki, sizin merceğinizden bakıldığında Gülen cemaatinin ufkunda ne var, anlatır mısınız?<br />
<br />
Birkaç düzlemden bakmaktan yanayım. Olumlu düzlem şu: Bence, Gülen cemaati Türkiye’nin tek başına yapamayacağı bir şeyi okullarıyla inanılmaz bir şekilde yapıyor. Bu bir sömürgecilik biçimi midir? Hayır, çünkü gidip oradaki insanların kültürlerine müdahale etme, dönüştürme falan söz konusu değil. Ama Türkçe Olimpiyatları bu açıdan biraz problemli. Bizim ulusal gururumuzu filan mı okşuyor? Anlamıyorum.<br />
<br />
- Türkçe Olimpiyatları’nı “kompleks” olarak mı okuyorsunuz?<br />
<br />
Kompleks tabii ki, kesinlikle. Bir aşağılık kompleksi var ama bu normal, çünkü yaşadığımız anormal durumun bizi götürdüğü bir normallikten bahsediyoruz. Madem 130-140 ülkenin insanını bir araya getiriyorsun, bırak adam kendi dilinde söylesin! Bence asıl müthiş proje budur. Böyle bir şeyi İHH yaptı, Yetim Sempozyumu’nda herkes kendi dilinde söyledi söyleyeceğini, ama bu Türkiye’de haber olmadı. Mesela Zaman bile bunu hiç görmedi.<br />
<br />
- Bir yazınıza şu notu düşüyorsunuz: “Gülen cemaatine dair mutlaka tartışılması gerekilen konular var.” Cemaate yönelik öne sürdüğünüz bu “sömürgecilik” iddiasını mı, yoksa cemaatin sermayeyle ilişkilerini mi kast ediyorsunuz?<br />
<br />
Kastettiğim sermaye değil, post-modernlikle başlayan yeni sömürgecilik dönemiydi. Bu biraz medyatik sömürgeciliğe evrildi. Yeni oryantalizm ve sömürgecilik medya üzerinden çok acayip bir şekilde işliyor. Mesela CNN International’ı veya BBC’yi izlediğinizde bunu çok net görüyorsunuz. BBC mesela Mısır’a gidiyor; camiye, üniversiteye giriyor ve Kur’an okuyan çocukları gösteriyor. Arkasından hemen El Kaide’yi gösteriyor. Ben semiyolojiyi biliyorsam bu şuna çıkıyor: “İslam eşittir terörizm.” Bu çok ahlaksızca bir şey! Çok vicdansızca.<br />
<br />
- Söylediğinizi tersten okuduğumuzda örnekler, Yeni Şafak'taki yazınızda yer alan şu cümlenizde mi yatıyor: “Zaman ve STV’nin Ergenekon davasına ilişkin haberleri Siyonist, zorba şebekelerin yayınlarından farksız.”<br />
<br />
Kesinlikle, aynı mantık işliyor. Üstelik çok primitif (ilkel) bir şekilde işliyor.<br />
<br />
‘Cemaatten ekonomik şeffaflık istenmek vahşilik’<br />
<br />
- Gülen cemaatinin kurumsal yüzü olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın isminin altını çizerek soralım; mesela gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” kitabının toplatılma sürecinde gösterdiği suskunluk sizce olağan mıydı?<br />
<br />
Değildi, en azından şık değildi. Siyasi teoloji üzerinden hareket ediyorlar.<br />
<br />
- Açar mısınız?<br />
<br />
Siyasi teoloji, derken pornografiye teslim olmayı söylüyorum. Amaç, araçsallaştırılıyor. Bu tüm Türkiye'nin de sorunu. Laiklik, teoloji malzemesine dönüştürüldü, şimdi biraz kırıldı gibi gözüküyor ama yeniden patlamak üzere.<br />
<br />
- Sizce bugün de din mi pornografikleştiriliyor?<br />
<br />
Böyle bir şey var, doğru. Bunu da yazmıştım.<br />
<br />
- Şahin Alpay, “Fethullah Gülen’in en önemli telkininin ‘para kazanın’ olduğunu” söylerken AKP MYK üyesi Ayşe Böhürler, cemaatin şeffaf olmamasını eleştirmişti. Şeffaflık sizin eleştirileriniz arasında da yer alıyor mu?<br />
<br />
Cemaatlerde “şeffaflaşma” gibi kavramlar ne kadar karşılık bulur bilmiyorum. Sonuçta, cemaat böyle yeknesak, homojen bir şey değil; ekonomik, kültürel, sosyolojik olarak bir yığın farklı toplum kesimlerinden gelen insan var. Onu şeffaflaştırmak da o kadar kolay değil. Ayrıca bu, cemaati tek bir kalıba sokmak gibi bir şey. Bu çok vahşice.<br />
<br />
-Şeffaflık istemek mi?<br />
<br />
Evet. Ekonomik olarak şeffaflık istenmesi olmayacak bir şey. Siyasi parti veya herhangi bir kurumun mecburen şeffaflaşmasını istersiniz ama aynı durum cemaatler için geçerli değil.<br />
<br />
‘Gülen cemaatinde de, AKP'de de zafer sarhoşluğu var’<br />
<br />
-Ancak MİT krizi ve ardından CMK 250 çerçevesinde Gülen cemaatinin tutumuna yönelik eleştirilerin ana hattında “Hizmetten öte siyasete giriyorsunuz” fikriyatı yer aldı. Cemaatin “hizmet” dışına çıkması şeffaflık eleştirilerinin artmasında sizce ne kadar etkili?<br />
<br />
Bir euphoria yaşanıyor... Gülen cemaatinde de, AKP iktidarında da bir zafer sarhoşluğu var. Bunu hem kendileri, hem de Türkiye’nin geleceği açısından hiç de sağlıklı bulmuyorum; çünkü bu durum çok büyük yanlışlıklar yaptırıyor. Daha da kötüsü kendi hatalarınızı görmenizi engelliyor, gözünüzü körleştiriyor. Bunun faturası orta ve uzun vadede topluma çok pahalıya patlayabilir. Onun için bence hem cemaatin, hem de AKP’nin çok ciddi bir şekilde oturup “Biz ne yapıyoruz, yaptığımız şey ne kadar karşılık buluyor?” diye özeleştiri yapması lazım. Aslında İslami gelenekten geldikleri için kendi özeleştirilerini yapabilecek durumdalar. “Bizim parayla bu kadar ilişkimiz normal mi”, “Bizim her türlü iktidar biçimiyle ilişkimiz normal mi” diye sormalılar mesela.<br />
<br />
- “Biz” derken sanki özneleri genişlettiniz?<br />
<br />
Cemaati, AKP’yi ve bütün Müslümanları kastediyorum. İktidar, bozan bir şeydir, dekadanttır. İlle de Foucault’nun kavramları üzerinden konuşmaya gerek yok, bu tarih boyunca böyledir.<br />
<br />
‘İcat edilen yerli elitokrasi ne kadar yerli şüpheliyim’<br />
<br />
- MİT krizinde “mademki külfetler paylaşıldı, nimetler de paylaşılsın” kavgası yaşanıyor, demiştiniz. Bugünkü “Ergenekoncular çıkacak” diyen Gülen cemaati ile “MİT krizinde gördük, devlet içinde devlet var” diyen AKP, “nimet kavgası”nın ikinci raundunda mı?<br />
<br />
Olabilir, ama çok emin değilim. Ne olup bittiğini aktüel takip etmediğim için bilmiyorum. Ama bu soruda başka bir şey söyleyeyim: Türkiye’de Bizanslaştırma kastıyla da ilintili çok fazla konuşulmayan bir şey var. Türkiye’de yakın zamana kadar bir elitokrasi vardı ve bu elitokrasi bu ülkenin yerli çocuklarının oluşturduğu bir elitokrasi değildi. Burada kimseyi aşağılayan, azınlıkları hedef tahtası haline getiren bir şey söylemiyorum; medeniyet fikrinden söz eden biri olarak böyle bir şey söylemem mümkün mü? Ama bu ülkede çok küçük bir azınlık Türkiye’nin ekonomisine TÜSİAD ile birlikte çekidüzen verdi. Ülkenin kaynaklarını küresel aktörlerin, sistemin çıkarları doğrultusunda kullandı. Hâlâ da Türkiye’de gerçek iktidar, “görünmeyen el” 350 kişilik bu “şebeke.”<br />
<br />
Türkiye’de NATO ve MI5’ın (İngiliz Gizli Servisi) oluşturduğu 1940’lardan itibaren oluşan bir düzen vardı. Derin devletin omurgasını bunlar oluşturuyordu. Şimdi bu yapı çöküyor ki, bu iyi bir gelişme, çünkü dışarıdan güdümlülerdi. Şimdi bu elitokrasi değişiyor ve yerine yerli bir elitokrasi icat ediliyor. Bu yerli elitokrasinin kim olduğunu bilmiyorum, ama ne kadar yerli olduğundan şüpheliyim. Yani gerçekten bu ülkenin yerli insanları mı? Biz bu ülkede birtakım demokratikleşme süreçlerini en tabandan harekete geçiremeyeceksek bizim işimiz zor demektir...<br />
<br />
‘Fethullah Gülen, düşünür değil elbette’<br />
<br />
-Yusuf Bey, hayallerinizin başında medya ve akademi kurmak yer alıyor. Öncü nesilleri önemseyen biri olarak şu soruya vereceğiniz yanıtı önemsiyoruz: Gülen cemaati “altın nesil” projesiyle entelektüel bir birikim oluşturabildi mi?<br />
<br />
Böyle bir şey yok, olmadı. Cemaatin beslendiği kaynak Bedüizzaman, Cumhuriyet tarihinin Osmanlı'ya sarkan sürecinde gelmiş en büyük düşünürdür. Bedüizzaman’dan beslenen cemaatten çok büyük düşünürlerin çıkması gerekiyordu. Maalesef bu konuda çok büyük bir boşluk var.<br />
<br />
- Bu sözlerinizden Fethullah Gülen’i düşünür olarak görmediğiniz sonucu mu çıkıyor?<br />
<br />
Fethullah Gülen düşünür değil elbette. Ama “Kalbin Zümrüt Tepeleri” başlıklı dört ciltlik kitabı son yüzyılın klasikleri arasına girdi şimdiden.<br />
<br />
- “Elbette” dediniz, ama başta İslami çevreden olmak üzere bazı aydınlar için Gülen çok önemli bir düşünür. Siz hangi noktada bu görüşten ayrılıyorsunuz? Fark nerede?<br />
<br />
Sapla samanı karıştırmamak lazım.<br />
<br />
‘İslami çevrelerin entelijansiyası zırcahil’<br />
<br />
- Peki, dindar sermayenin gözünde sanatın, edebiyatın, sinemanın yeri var mı?<br />
<br />
Olmaz olur mu? Henüz çok yetersiz, ama bu bir süreç işi.<br />
<br />
- Bir değişim ihtimali görüyor musunuz?<br />
<br />
Tabii ki. Bunu cemaatle de sınırlamak istemiyorum. İslami çevrelerin sanat yapma, düşünce üretme konusundaki kaynakları Türkiye'deki hiçbir kesimin sahip olmadığı kadar derin; Mevlana, İbn-i Arabi, Gazali, İbn-i Sina, Yunus, Sinan, Itrî vs. Sinan sadece dâhi bir mimar değil, büyük bir düşünürdür aynı zamanda, eserlerinden düşüncesinin gramatolojisini çıkarabilirsiniz. Ama Türkiye yörüngesini yitirdi ve kaynaklarıyla irtibatı koptu. Semantik bir intihar yaşadık. Kendi kaynaklarımızı anlayamayacak duruma düştük. İslami çevrelerin entelijansiyasından bahsediyorum. Zırcahil bir entelijansiya bu.<br />
<br />
Sinemada, mimaride, felsefede, yani düşüncenin bütün alanlarında birinci sınıf sıçramalar yapmamızı sağlayabilecek kaynaklarımız var. Ama Semih Kaplanoğlu bir film yaptı ve gördük ki bu entelijansiya o filmi anlayabilecek bir dile sahip değil. Yine Erol Akyavaş diye bir ressam çıkardık… Dünya tanıyor. Biz Akyavaş’ın estetiğini, dilini çözebilecek durumda bile değiliz. Çünkü Kaplanoğlu’nun da, Akyavaş’ın da beslendiği kültürel, entelektüel ve estetik kaynaklarla ilişkimiz “sıfır.” O yüzden ikisinin ürünlerine de “bön bön” bakıyoruz!<br />
<br />
‘Hasan Âli Yücel'in İslami çevrelerde yanlış anlaşılan tarafı var’<br />
<br />
- “Bir Hasan Âli Yücel çıkartamadık” diyorsunuz. Ne demek Hasan Âli Yücel çıkartmak?<br />
<br />
Hasan Âli Yücel’in İslami çevrelerde yanlış anlaşılan bir tarafı var. "Yücel sadece batılı klasikleri çevirdi" diyorlar. Ama Yücel, aynı zamanda doğu klasiklerini, Mevlana, Yunus Emre, İbn-i Haldun, Firdevsî dâhil tasavvuf ve felsefe literatürünü de aktardı. Biz bunu atlıyoruz. Hasan Âli Yücel'den sonra da Cumhuriyet döneminde kimse çıkmadı. Böyle rezillik olmaz. Kendi kaynaklarıyla barışık olmayan bir toplumun entelijansiyasının kendisiyle ve dünyayla barışık olması mümkün değil. Biz kendimizi kandırıyoruz.<br />
<br />
(“Çok yüksek sesle konuşuyorsunuz” diyen beyaz sakallı, dinç bir adam beliriyor yanımızda. “Belki farkında değilsiniz, özür dilerim" dedikten sonra gidiyor.“Konferansta gibi hissettim” diyerek gülümseyen Kaplan devam ediyor).<br />
<br />
Konuştuğumuz konular cemaat, iktidar vs. bence arızî, geçici konular. Asıl mesele şu: Türkiye nereye gidiyor? Kendisine gelebilecek durumda mı? Kendisiyle barışık mı? Türkiye’nin bir self’i (özü) olacak mı? Türkiye yeniden tarih yapabilecek bir yolculuğa çıkacak mı, yoksa tarihte tatil yapmaya devam mı edecek?<br />
<br />
'İktidarın en büyük suçu; özeleştiri gerekliliğini kavrayamaması'<br />
<br />
- İslami kesim bir özeleştiri vermeden, bu özü oluşturmak ne kadar mümkün?<br />
<br />
Tabii ki mümkün değil. Nefis bir soru. İktidarın da en büyük suçlarından birisi özeleştiri gerekliliğini kavrayamaması. Bence bu bir suç. Faşizan bir şeyden bahsetmiyorum, ama iktidar kültürel sıçrama için bir zemin oluşturabilirdi. Dalga kuramasa bile dalga kırabilirdi. Bunu fark edemedi.<br />
<br />
- Başbakan Erdoğan’ın kitaplara yaklaşımı konusunda bir ipucu, “İmamın Ordusu” kitabı için dile getirdiği "Bazı kitaplar bombadan daha tesirlidir" cümlesinden geldi. Bu ifade sizde nasıl yankı buldu?<br />
<br />
Bombadan tehlikeliyse, o kitap kitap değildir. Başka bir şeydir.<br />
<br />
- Nedir?<br />
<br />
Burada ideolojik bir siyasi teolojiden bahsediyoruz.<br />
<br />
- Kitabı okudunuz mu?<br />
<br />
Kitabı niye okuyacağım ki? Uyduruk bir şey. Bir satırını bile okumam. Değmez.<br />
<br />
- Kitabı okumadan bunu söylemek ne kadar doğru?<br />
<br />
Film teorilerinde doktora yaptım. Oradan cevaplayayım, bir film 10 saniyelik bir kesit o filmin ne olduğunu, dilini anlamam için yeterli.<br />
<br />
- Maksadımız beğeniden ziyade bir kitabın yasaklanmasını sorgulamak...<br />
<br />
Kitaplar yasaklanamaz ve ben bunu kabul etmiyorum.<br />
<br />
‘Din dersleri kaldırılmadığı sürece, din kurtulamaz’<br />
<br />
- Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen'in “muhafazakâr sanat” çağrısını “60 yıldır ‘siyasi’ iktidardınız, ne yaptınız bu ülkede” sözleriyle yanıtladınız. 60 senenin somutlaştığı 10 senede AKP önceliğini nereye koydu?<br />
<br />
AKP'nin yaptığı en önemli iş, Türkiye'nin kendini bulmasını sağlaması oldu. En önemli başarısı bu oldu ama AKP’nin zaafları da burada gizli.<br />
<br />
- Açar mısınız?<br />
<br />
Türkiye'nin kendini bulma yolculuğunda, sömürgeciliğin ardında bıraktığı sorunları göz ardı ettiğimiz için çok ciddi sorunlarla karşılaşmaya başladık. Suriye ile yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu, şimdi kanlı bıçaklıyız. Bu, gerçekleştirilen yolculuğun yanlış olduğu anlamına gelmiyor; o sömürgecilikten çıkamadıkları anlamına geliyor. Şimdi Rusların, Fransızların, İranlıların desteklediği bir direnç var. Bu direncin hem anlamlı, hem anlamsız tarafları var. Arap dünyasındaki bu hareketleri çok masumane hareketler olarak görmüyorum.<br />
<br />
Bizanslaştırma dediğim biraz da bu. İslam’ı Amerikan seküler-kapitalist düzenine itiraz etmeyecek hormonlu bir kimliğe büründürmek istiyorlar. Bu komplo filan değil, yeşil kuşak projesini biliyoruz. Bu çok örtük bir şekilde yapıldı. Baktılar ki Fas’tan Malezya'ya kadar İslami söylemler en güçlü söylemlere dönüştü, bunun durdurulması gerekti. Yoksa bir sel gibi alıp götürecekti. Bu yüzden soğuk savaş dönemi bitirildi. Bu sayede küresel sistem ayakta durabiliyor. AKP bunu görmüyor, zaafı burada.<br />
<br />
- AKP sizce ne yapmalıydı?<br />
<br />
Bir sermaye birikti ve bu sermaye bir türlü kültür, sanat gibi düşünce öğretebilecek kurumları geliştirmeye aktarılamadı.<br />
<br />
- Dindar gençlik, 4+4+4, dini içerikli seçmeli ders çıkışları sizce “öncü nesiller” için geçerli bir adım mı? Yoksa dini araçsallaştırma mı?<br />
<br />
Evet, süper bir soru. Bir araçsallaştırma bu. Din medeniyeti bir tek İslam medeniyeti demek değildir ki. Oradan bir şey çıkmaz, bunlar komik şeyler. Din dersleri kaldırılmadığı sürece, din kurtulamaz. Söylemek istediğim şey şu: İster AK Parti, İster Pak Parti iktidar olsun, bu ülkenin entelijansiya sorunu var. Çünkü bu ülkedeki entelijansiyanın self'i (özü) yok. Ödünç kimlik ve kavramlarla bir dünya kuracağımızı zannediyoruz. Tarihte bunun örneği yok. Bence asıl sorun Türkiye'nin bir şekilde bütün kesimlerinin Marksist, ateist, gayrimüslim, kim olursa olsun beraber yaşayamamasıdır. Gayrimüslimlerin sürülmesi bu ülkenin 100 yılına mal oldu.<br />
<br />
‘Arabesk ile eurobesk arasında debelenip duruyoruz’<br />
<br />
Zaten, 1908'den itibaren kayıpları oynuyoruz. Bir Batı tarihine bakın, bir de bize bakın. Nietzsche'yi, Schopenhauer'ı düşünün; romantikler, ekspresyonistler, Dadacılık, sürrealizm, varoluşçuluk var. Batıda inanılmaz şeyler yaptılar ve tüm bunlar 50-60 seneye sığdı. Peki, biz ne yaptık? İstanbul'a köprü diktik! Rezillik. Hiçbir şey yok. Erol Akyavaş, Sinan bize bir şey söylemiyor. Arabesk ile eurobesk arasında debelenip duruyoruz.<br />
<br />
Bugün mezarları okuyamıyorum. Böyle saçmalık olur mu? Örneğin, Nilgün Abisel Türk sinema tarihini yazmış ama 1928'den itibaren yazmış! Neden biliyor musunuz? Çünkü Osmanlıca bilmiyor? İnanılmaz. Birine sor, çevirt, o kaynaklar oldukları gibi duruyor. Bizim kaynaklarla ilişkimizde bir sorun var. Latin Amerika, Afrika sineması sıçrama yapıyor, İran sineması patlıyor, ama biz yapamıyoruz. Neden? Çünkü biz bunu hak etmiyoruz. Bir fikir, oluş ve varoluş çilesi gerektiren işler, bu tür “işler!”<br />
<br />
18 Haziran 2012<br />
Kaynak <a href="http://t24.com.tr/haber/muhafazakar-medya-kendisine-ihanet-ediyor-iktidarla-iliskisi-cok-igrenc/206522">bölüm1</a>, <a href="http://t24.com.tr/haber/yusuf-kaplan-turkce-olimpiyatlarinda-bir-asagilik-kompleksi-var/206615">bölüm2</a><br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-80085410273443754102012-07-20T14:04:00.002-07:002012-07-20T16:26:30.553-07:00Ali Akel - Özür açıklanmaz, özür dilenirAli Akel öyle bir yazı yazdı ki Ankara'nın münafıkları uyuyamadı, ama onu susturup vicdanlarını edebi uykuya yatırdılar.<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Özür açıklanmaz, özür dilenir!</span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
Başbakan Erdoğan, astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile PKK itirafçısı Veysel Ateş'in Umut Kitabevi'ni bombalamalarından sonra Şemdinli'de gösterdiği duruşu Uludere'de de gösterseydi, bugün kelimelerin etrafında dolaşmak zorunda kalmazdı.<br />
<br />
Önceki yazıyı okumayanlar için kısa bir hatırlatma yapmalıyım. Şemdinli'de Umut Kitabevi bombalandıktan sonra 20 Kasım sabahı ansızın Şemdinli'de ortaya çıkan Erdoğan, oradan Yüksekova ve Hakkari'ye uzanmış, bu olayı çözmek için "el ele vermeliyiz" demişti.<br />
<br />
Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın, "Tanırım, iyi çocuklardır" dediği, çocukların yanında durmamıştı.<br />
<br />
Şemdinli sanıklarının Ocak 2012'de 39 yıl 10'ar ay hapis cezasına çarptırılmalarında siyasi iktidarın "doğru yerde" durmasının etkisi yadsınamaz.<br />
<br />
28 Aralık 2011 gecesi kaçağa çıkan, çoğu yaşları 20'nin altında olan 40 Kürt gencin tepesine ölüm yağdırdı iki Türk F-16 savaş uçağı. 34 tanesinin bedeni atılan bu bombalarla paramparça oldu...<br />
<br />
Başbakan Erdoğan olaydan iki gün sonra 31 Aralık'ta, Cuma namazı çıkışı uzatılan mikrofonlara, "İncelemeler neticesinde gerekli olan neyse bütün bunlar da yapılacaktır" şeklinde cılız bir açıklama yerine,<br />
<br />
3 Ocak'ta ise AK Parti grup toplantısında, Genelkurmay ve komuta kademesine "medyaya rağmen teşekkür ediyorum" demek yerine,<br />
<br />
Bundan yedi yıl önce Şemdinli'de durduğu yerde dursaydı, bugün, "Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık" demek zorunda kalmazdı.<br />
<br />
Tamam, kimse kendisinden Şemdinli olayında yaptığı gibi Uludere'ye gitmesini beklemedi. Ama hata da olsa, kasıtlı da olsa, tuzak da olsa ilk gün vuranın değil, vurulanın yanında dursaydı, bugün özür dilermiş gibi yapmak zorunda kalmazdı.<br />
<br />
Kelimelerle oynamayalım, eğri oturup doğru konuşalım.<br />
<br />
Hata yaptığınızda, "Evet, hata yaptım" dersiniz. Özür dilenmesi gereken bir durum varsa da, "özür dilerim" dersiniz.<br />
<br />
34 gencecik bedenin savaş uçaklarıyla bedenlerinin lime lime yapılmasına kazara da olsa, hatayı itiraf edip özür dilemek ile kurtulamazsınız ama.<br />
<br />
Özür dileyerek giderebileceğiniz hatalar vardır. Öyle hatalar vardır ki, özür dilemeniz yetmez. Bedel ödemeniz, bedel ödetmeniz gerekir.<br />
<br />
Erdoğan'ın Pakistan'da yaptığı açıklama, hatanın açıklanması ve yapılan hata için özür dilenmesi mi, orası da pek belli değil.<br />
<br />
Biliyorum, günlerdir okuyorsunuz ve belki de bıktınız. Ne diyordu Erdoğan Pakistan'da?.. Şöyle diyordu:<br />
<br />
"Ben izlediğim CD'de bir hareket gördüm. Bizzat izledim. Bir konvoy gidiyor. 30-40 kişi var. O yüksekten görebilmek mümkün değil. Gözcülerimizin, (Heronlar) vermiş olduğu CD. Silahlı Kuvvetlerimiz de gerekli adımları atmıştır. Bu bölge terör bölgesidir. Halkın, sivilin oturduğu bölge değildir. Böyle bir bölgede Silahlı Kuvvetler bu Ahmet mi Mehmet mi bilemez ki?<br />
<br />
....<br />
<br />
Bizim silahlı kuvvetlerimiz görevi samimi bir şekilde yapmıştır. Hata da olabilir. Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık. Tazminatı da açıkladılar. Ama birileri istismar ediyor. Bir hatanın olduğunu, hatamız olduğunu söyledik. Allah aşkına tazminatsa tazminat. Resmi tazminatımızın ötesinde yaptık. İlla terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz. Kusura bakmasınlar. (22 Mayıs, Yeni Şafak.)"<br />
<br />
Roboski (Uludere) katliamının ardından altı aydır süren bir soruşturma var. Faciaya giden yolda yetkilendirmenin, yetki kullanımının, ilgili kurumlar ve sorumlulukları belli olduğu halde, Allah aşkına sayın Başbakan, söyler misiniz ne koydunuz yüreği kanayan annelerin önüne!<br />
<br />
"Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık" diyorsunuz.<br />
<br />
Allah aşkına, söyler misiniz hangi hatayı açıkladınız!..<br />
<br />
Allah aşkına, açıklar mısınız? "Özrü de açıkladık" derken, ne demek istiyorsunuz...<br />
<br />
Özür diliyorsanız, Kasımpaşalı gibi ortaya çıkın ve deyin ki:<br />
<br />
"Evet, bir hata yaptık. Hem de öyle bir hata yaptık ki, bu hatamız bizi mezarımızda bile rahat bırakmayacak!.."<br />
<br />
"Özür dilerim, ama yetmez. Vicdanlarınızda açtığımız yarayı bir kuru özür dindirmez."<br />
<br />
"Önce sizlerden hakkınızı helal etmenizi sonra Allah'tan bizi affetmesini dileriz."<br />
<br />
Diyemiyorsunuz, çünkü ilk günden itibaren yanlış yerde durdunuz.<br />
<br />
Roboski görüntülerini izleyen Uludere Komisyonu milletvekilleri, "Terörist olmadıkları her hallerinden belli" diyorlar.<br />
<br />
Milletvekilinin gördüğünü, alanında uzman askerler (veya her kimlerse) nasıl görmez?<br />
<br />
Diyorsunuz ki, "Silahlı Kuvvetlerimiz bu Ahmet mi Mehmet mi bilmez ki."<br />
<br />
Öyle bir silahlı kuvvetleriniz var işte... Uzaktan baktığında 'katırı insan, teröristi çoban, kaçakçıyı terörist' zanneden silahlı kuvvetleriniz.<br />
<br />
İdris Naim Şahin adını taşıyan bir İçişleri Bakanınız var ki, mümkün olsa mezarlardaki parçalanmış çocukların cesetlerini çıkartıp kodese yollayacak.<br />
<br />
İlk gün "doğru yerde" durmamanın sonuçları bunlar.<br />
<br />
Aynı gün İçişleri ile ilgili komuta kademesindekilerin kellelerini alsaydınız, "Evet, bir hata var. O hatayı yapanlar bunun bedelini en ağır şekliyle ödeyecek" deseydiniz, -mış gibi yapıyor, -mış gibi söylüyor, -mış gibi davranıyor zorunda kalmazdınız.<br />
<br />
Pakistan'da konuşana kadar hala bir şeyleri düzeltme şansı vardı.<br />
<br />
O şans var mı emin değilim artık.<br />
<br />
Sizler konuştukça vicdanlarımız kanıyor.<br />
<br />
Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip, gereğini yapın.<br />
<br />
Ya da ebediyete kadar susun.<br />
<br />
Allah aşkına, susun!..<br />
<br />
<br />
25 Mayıs 2012<br />
<a href="http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=32548&y=AliAkel">kaynak </a><br />
<br />
<a href="http://www.dunyabizim.com/manset/10015/ali-akel-ciddiyetin-adi-idi.html">Akel'e dair</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-46375836937627780402012-07-20T13:58:00.001-07:002012-07-20T16:26:26.227-07:00Akif Emre - Arakanlılar neyimiz olur?<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Arakanlılar neyimiz olur?</span></b></div>
<br />
Bir üniversite öğrenci yurduna gelen misafir gençlerin bulunduğu odanın kapsını araladığım o anı hiç unutmuyorum. Esmer tenli çehrelerinde, umuda açılmış siyah gözlerin mahcup ama merakla ışıldayışı... "Arakan'dan gelenler siz misiniz?" sorusunu sorduğumda ilk tepkileri şaşırtıcıydı. "Arakan! Nereden biliyorsunuz bu ismi?" Arakan ismini, varlığını, bağlısı oldukları İslam'ı yok sayan, kolonyalizmin mirası bir ulus-devletin hiçliğe mahkum ettiği bir azınlığın temsilcileriydiler.<br />
<br />
Aradan yıllar geçtikten sonra bir zamanlar Birmanya dediğimiz, daha sonra İngilizceden bozma Burma dediğimiz şimdilerde ise telaffuzunda bile güçlük çektiğimiz Myanmar ismine alışmaya çalıştığımız ülkenin Arakan bölgesindeki Müslümanlarla ilgili haberler geliyor. Yüz binleri mülteci olarak Bangladeş'e sığınan, ana vatanlarında baskı ve asimilasyona karşı direnmeye çalışan Müslümanların çileli hayatları daha kaç nesil devam edecek? En küçük sorun karşısında toplu katliamlara uğrayan bu Müslümanlar, Budist-Müslüman çatışması altında makulleştirilen kitlesel kıyımlarda korunaksız, savunmasız oldukları kadar sığınaksızlar da. Bangladeş son günlerde evlerini terk eden yüz bine yakın Arakan Müslümanının ülkesine geçmesini engellemeye çalışıyor. Gerekçe ise, yeterince mülteci ile zaten başının dertte oluşu...<br />
<br />
Öte yandan devlet politikası olarak sürekli baskıya maruz kalırken Müslümanlıkları doğrudan hedef haline gelen Arakanlı Müslümanlar, ayrıca Budist çoğunluğun dini fanatizminin tehdidi altındalar.<br />
<br />
İsim meselesi açılmışken; Arakanlı Müslümanlar, farklı etnik ve dini kimlikleri inkar edildiği için hem sosyal olarak hem siyasal ve ekonomik anlamda tam bir dışlanmaya tabi tutuluyorlar. Arakan ismini bile kullanmak her türlü belayı davet etmek anlamına geliyor!<br />
<br />
Aslında Arakanlı Müslümanlar, Birmanya'nın Kuzeybatı sahil şeridinin bin mil kadar kısmını oluşturan bölgenin yerlisi ve Rohingalar olarak bilinir. Tarihsel olarak Müslüman bölgesi olan Arakan, daha çok Hindistan'ın Doğu kanadını oluşturur. Erken dönemde İslam Medeniyetine dahil olan bölge, Bengal Sultanlığı ile yakın ilişkileri olan bağımsız bir sultanlık olarak özgün bir tarihe ve kültüre sahip. Arakan ismi bile doğrudan İslam kültürü ile alakalı; "rükn" kelimesinden geliyor.<br />
<br />
1825 ile 1947 arasında geçen İngiliz sömürge idaresinin bitimiyle iyice azınlık durumuna düşen, Budistlerin açlık katliamına maruz kalan Rohinga Müslümanları modern ulus devletin tüm tekelci uygulamalarından nasibini aldı. Artık haritada bile yeri bilinmeyen,sahipsiz bir Müslüman azınlık olarak her anlamda sahipsiz.<br />
<br />
Tüm bu bilgiler, aslında bir bilgisayar tuşu kadar yakın. Bir tıkla ulaşılan bu enformasyon "Arakanlılar bizim neyimiz olur?" sorusuna cevap vermez.<br />
<br />
Türkiye'de İslami düşünüşün temel rükünlerinden biri ve kendisini sağ-milliyetçi-muhafazakarlıktan ayıran yanı, yeryüzünün tümüne ilgisini yoğunlaştırmasıdır. İslam ülküsünün ve insanlığın mazlumiyetine dair bir vicdanın diri tutulmasıdır.<br />
<br />
Ne var ki muhafazakar-İslamcılık gibi garip bir senteze itilen, muhafazakarlaştırılan, muhafazakarlaştıkça merkeze ve iktidara yükselen, iktidar erkini ele geçirdikçe devletçileşen/eklemlenen ve de milliyetçi refleksler edinen bir sürecin gölgesinde kalanlar, bir insanlık vicdanının bilince dönüşmüş halini terk edenler, "Arakanlılar neyimiz olur?" sorusuna cevap veremezler.<br />
<br />
Çünkü sağcılaşarak devletin merkezine oturan güç yanılsaması, yeryüzünü mescid bilen bir bilincin diriliğinden çok Ortadoğu'nun, Balkanların tapusu söyleminin ideolojik kodlanmışlığıyla malul bir vicdana dönüşür.<br />
<br />
<br />
30 Haziran 2012<br />
<a href="http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=30.06.2012&y=AkifEmre">Kaynak</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-53533289065018289202012-07-20T13:56:00.003-07:002012-07-20T16:26:45.713-07:00Akif Emre - Kutsal olan her şey örseleniyor<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="background-color: white; font-size: large;"><b>Kutsal olan her şey örseleniyor</b></span></div>
<br />
<div style="text-align: right;">
<i>Özgürlükler her zaman başka düzeyde köleliğe yol açar. </i></div>
<div style="text-align: right;">
Jean Baudrillard</div>
<br />
Düşünmeyi bilmiyoruz. Düşünceyi polemiğe kurban ediyoruz. Keşke bencil duygularımızın, siyasal öfkelerimizin tutsağı olmadan en değerli bildiklerimizi öfke seline vermemeyi öğrenebilsek. Kutsal olanla profan olanı aynı terazide tartmaya kalkışmadan, ahlakı hazza feda etmeden... Özgürlüğün sınırlarını dinle çarpıtmadan düşünmeyi beceremeyen bir toplum haline geldik. Deneysel olanı inanç meselesi yapıp inancı bedensel tercih kefesine koyarak değerler sistemi kurmaya kalkışıyoruz.<br />
<br />
Politik mühendisliği ahlak üzerinden kurgulayarak, kutsalı gerekçe gösterip aklı karıştıran, daha da nihilistleştiren bir siyasal söylem kasıp kavuruyor.<br />
<br />
Bedenlerin üzerinde tepiniyor birileri... Ya gelip geçici hazzın kaçınılmaz sonuçlarıyla yüzleşmekten korkuyor ve adına özgürlük dedikleri beden siyasetini kutsuyor... yahut siyaset mühendisliğini kutsallık ambalajında sarmalayarak mahrem olanı örselercesine meydanlara sürüyor...<br />
<br />
Karlı dağların arasında öldüren ateşin parçaladığı bedenler; siyasal dengelerin kurbanı edilir, iktidar tutkunluğunun sessizliğine gömüldüğünde alnı secdeye gelen milyonları neden buluşturmaz? Neden aynı kıblenin ikliminde kutsanan mazlumiyet mağrurluğa kurban edilir? Alçaltıcı, ayartıcı, ayırıcı ırkçılığın istismarın tarlasına terk edilir o bedenler... Yere yaprak gibi dökülen bedenler; bir yanda muktedir kibri diğer yanda mağdur kibri ile pörsütülüyor elbirlik.<br />
<br />
Emaneti sahibinden alıp benlik dehlizlerinde sahte kutsallıklara boğuyor çağımızın insanı. Bedeni mutlaklaştırırken, emanetin sahibini aradan çıkarttığının bilincinde modern aklın rasyonelitesi. Ya modernliğin mutlaklaştırdığı aklın sınırlarına sığmayan, müteal olanla irtibatını kesmeyenlere ne oldu?<br />
<br />
Özgürlük insan olmanın en büyük haysiyeti. İnsan mutlak özgürlüğü zaaflarının, nefsinin, arzularının zebunu olmaktan, zaaflarının zincirinden kurtulduğu oranda kazanır. Kulluk bu anlamda gerçek özgürlük bahşeder. Modern aklın mutlakçı kibrine karşın acziyetinin idraki, gerçek özgürlüğün kapısını açar. Dünyayı, tabiatı, kainatı alt eden, egemen olduğunu düşünen aklın putlaştırılmasına karşın aklın sınırlarını ihtar eden o tevazu, bedeni dizginlemesini de, gücünün sınırını da bilir ve kendinin esiri olmaktan kurtulur.<br />
<br />
Emanet bilincini yitiren benlik, kişisel zaaflarının peşinde kendi bedeninin de mutlak hakimi olduğunu düşünür. Beden felsefesi Batı'nın aşamadığı, zaaflarının en çarpık biçimde ortaya serildiği alan. Bedenin mutlaklaştırılması, hazzın beden üzerindeki tahakkümüne yol açtı. Haz, mutlak varlık nedeni oldu adeta.<br />
<br />
Müslüman aklın parçalanmışlığı bedenin anlamı üzerinde somutlaşıyor. Referanslarını yitiren Müslüman'ın söylemi, ödünç aldığı kavramlar üzerinden yeni bir "akide" inşa ediyor adeta... Başkalarının yanlışlarını, yeni yanlışların gerekçesi sayan bir akıl yürütmenin zihinleri muğlâklaştırdığı, vicdanı körelttiği bir ortamda doğru ile yanlış, samimiyetle ikiyüzlülük karışıyor.<br />
<br />
Her şey örseleniyor...<br />
<br />
Akletme melekemiz, modern aklın iğvasına kapılmış. Ruhlarımız hazlarımızın esiri. Kelimelerimiz gayet tıkız. Düşüncemiz yavan. Kavramlarımız başka iklimin rüzgarını taşıyor... Hakikatin ilhamını kurutan bir sam yeli esmiş gibi materyalizme kapı açan çıkarsamalar peşinde erbab-ı hakikat.<br />
<br />
Kutsal olan örseleniyor... Kutsalın maddi tezahürünü de, anlamını da kutsî hakikat peşinde olma iddiasındaki hikmetsizlik örseliyor.<br />
<br />
Bedeni ve aklı abartan, mutlaklaştıran insanla, insanı tanrılaştıran hümanizmin beden politikalarıyla, bedeni emanet olmaktan çıkarırken pörsümüş hazların insafına bırakan çığırtkan vicdan savunusuyla, köleleştirici bir özgürlükçülük tasarımıyla baş başa kalıyoruz.<br />
<br />
Orta yere serilen manzara, kazıtılan bedenlerin en mahrem duygularını faş ederken ne aklın ne de "mutlak ölçü"nün haddine riayet etme kaygısı taşımaktadır.<br />
<br />
Hikmeti, kaybettikten sonra kavrayabildiğimiz işte bu. Edep ya hu!<br />
<br />
2 Haziran 2012<br />
<a href="http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=32663&y=AkifEmre">kaynak</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-6359395954233911532012-07-20T13:54:00.001-07:002012-07-20T16:27:26.822-07:00Rıdvan Kaya - Peygamber, Uludere İçin Susmazdı!<br />
Özgür-Der başkanı Rıdvan Kaya'nın Roboski mülakatı<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Peygamber, Uludere İçin Susmazdı!</span></b></div>
<br />
“Dindar insanların ortamında oturun, Başbakan’ın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tavrın kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama bunu bir gazeteci olarak size söylemezler.”<br />
<br />
“Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Müslümanlık bir adalet çağrısıdır! Peygamber Uludere’de susmazdı.”<br />
<br />
“Başbakan ve hükümet sürekli zikzak çiziyor. Uludere konusunda kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. Bunun İslami açıdan savunulabilir bir yanı yok. Uludere’de susmak Müslüman kimliğini zedeler.”<br />
<br />
***<br />
<br />
NEDEN RIDVAN KAYA<br />
<br />
Uludere katliamından sonra Başbakan’ın ve İçişleri Bakanı’nın sözleri, sorumluların bulunmaması Müslüman camiayı ikiye böldü. Bir kısım dindarlar sessiz kalırken, bir kısım dindarlar da haksızlığa karşı sesini yükseltti. Doğal olarak bunun sonucunda da Türk Müslümanlarda bulunan milliyetçilik damarı tartışmaya açıldı. Zulüm ve Müslümanlık konuları gündeme taşındı. Biz de İslami camianın önde gelen isimlerinden Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ile konuştuk. Müslümanlıkla milliyetçiliği, Müslüman’ın milliyetçi olup olamayacağını, Türkiye’de kaç türlü Müslüman dindar olduğunu, zulümle din arasındaki ilişkiyi ve Müslümanların Başbakan’ın söylemleri karşısında neler hissettiklerini, dindarların bir kısmının Uludere katliamının karşısında neden sustuklarını, Uludere’nin aynısı askerî vesayet döneminde yaşansaydı ve ordu 34 muhafazakârı öldürseydi gene susup susmayacaklarını, Başbakan’ın neden yapması gerekeni yapmadığını, sorumluları bulmak için neden acele etmediğini, Uludere’nin hemen arkasından Genelkurmay Başkanı’na teşekkür etmesinin Müslüman dindarlarda nasıl bir duygu yarattığını, iktidarın son zamanlardaki milliyetçi tutumundan rahatsız olup olmadıklarını, Türkiye’de İslamcı kesimin milliyetçilikten kurtulup kurtulamayacağını sorduk. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi bölümünü bitiren Rıdvan Kaya 1991’den beri Haksöz Dergisi’nde yazarlık yapıyor.<br />
<br />
***<br />
<br />
NEŞE DÜZEL: Uludere katliamından sonra yaşananlar, dindar aydınlarımızın bir bölümünün vicdanını yaraladı. Onlar, bu yaşananlara karşı çıktılar ama, dindarların bir kısmı sustu. Neden susuyor dindarlar?<br />
<br />
RIDVAN KAYA: Uludere’de vicdanların yaralanması için dindar olmaya gerek yok. İnsani duygularını yitirmemiş her insan için Uludere, vicdanı yaralanması gereken bir olaydır. Bu ülkede Uludere herkesin vicdanını yaraladı. Fakat şu var. İslami camianın bir kesiminde, bu olay biraz daha kısık sesle konuşuluyor.<br />
<br />
<br />
Vicdanın sesi niye kısılıyor?<br />
<br />
İslami camianın bir kesimi, Türkiye’de çatışmacı bir süreç yaşandığını düşünüyor ve Uludere olayının arkasında, mevcut hükümeti yıpratmanın olabileceği kaygısını taşıyor. Dolayısıyla hükümeti yıpratarak farklı çevrelerin işini kolaylaştırmamak ve bundan sonraki süreçlerde onların tezlerini, ellerini güçlendirmemek için Uludere tartışmasını kendi içlerinde yürütmeyi tercih ediyorlar. Yani onlar da Uludere’yi tartışıyor ve eleştiriyorlar ama bunu kamuoyuna açıklamıyorlar ve açıklamazlar.<br />
<br />
<br />
Hak ve hukuk mücadelesinin içeriye başka dışarıya başka olmak üzere iki dili olmaz ki! Hak ve hukuk mücadelesi açıkça yüksek sesle yapılmayacaksa, bu neye yarar?<br />
<br />
Bizim açımızdan da başlı başına bir sorun bu. Biz bu tavrı iki açıdan eleştiriyoruz. Bazı tartışmaları içeride sürdürme tavrı, hem Müslüman kimliğe zarar veriyor hem de İslam anlayışıyla ilgili tepkilere yol açıyor. “Müslümanlar bu konuda susuyorlar. Demek ki yapılan bu zulmü onaylıyorlar. Ya da Müslümanlar burada yapılan zulmü bir zulüm olarak görmüyorlar” diye kamuoyunda bir algı oluşuyor. Bu yüzden biz de sessizliğe karşı çıkıyoruz. Özgür-Der olarak Uludere bizim de sürekli gündemimizde. Biz susmuyoruz ve bilin ki susmayan pek çok Müslüman var.<br />
<br />
<br />
Ama susan epey Müslüman da var.<br />
<br />
Evet.<br />
<br />
<br />
Bugünkü suskunluk, İslamcıların iktidarda olmasıyla ilgili bir suskunluk mu?<br />
<br />
Aslında olayı kazırsanız hep aynı şey ortaya çıkıyor. Bugün evet, iktidarda bize yakın insanlar var. Onların yıpratılmasından korkuluyor ama... Belli ihaleler alınsın, belli makamlar korunsun diye yapılmıyor bu. Bireysel olarak böyle kaygılar olsa da genel camia olarak kaygı başka. Bir kere herkeste şu korku var: “Kemalist vesayet şu anda gerilemiş gözüküyor ama geri dönebilir.” Bu korku, insanları daha çekingen ve savunmacı bir tavra sürüklüyor. Eğer kendinizi sürekli bir çatışma ortamında ve tehdit altında hissederseniz kendi tarafınızın zaaflarını da daha az ve daha mazur görürsünüz.<br />
<br />
<br />
Bu yaklaşım dindarlıkla bağdaşıyor mu peki?<br />
<br />
Hayır. Şu anda AK Parti hükümetinin ve etkili konumda olan herkesin ciddi anlamda eleştiriye ihtiyacı var. Zaten eleştiriye herkesin ihtiyacı vardır ve eleştiri herkesi geliştirir. Eğer tarafını tuttuğunuz kesimi eleştirmezseniz, aslında ona iyilik yapmış olmazsınız. Aksine ona zarar verirsiniz, onun daha fazla yanlış yapmasına katkıda bulunursunuz. Ama bu, kolay algılanmıyor.<br />
<br />
<br />
Türkiye’de dindar Müslümanların çifte standardı mı var?<br />
<br />
Zaafları var! “Dindar Müslüman” diye tabir edilen bu kesim, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki baskıların ardından gelen görece özgürlük ortamında, abartılı bir şekilde sağcı, devletçi ve milliyetçi bir kimlik kirliliğine uğradı. İşte bu anlayış, bu kesimde insanların düşüncelerini ve pratiklerini belirliyor. İnsanlara bir tutarsızlık getiriyor.<br />
<br />
<br />
Müslümanlıkta çifte standart olur mu? Çifte standart dinle bağdaşır mı?<br />
<br />
Hayır bağdaşmaz. Müslümanlar açısından tek bir ölçü olması gerekir. O ölçü de adalet ölçüsüdür! Kuran-ı Kerim’de Rabbimizin, Müslümanlara adil olmayı emreden pek çok ayeti var. Hatta düşman olduğunuz kesimle dahi ilişkilerinizde adaletsizlik yapmayın diye emri var. Yani siz, savaştığınız unsurlara dahi adaletsizlik yapamazsınız. Belirlenmiş kurallar çerçevesinde adil davranmak zorundasınız. Kuran-ı Kerim bunu emreder. Ama Müslümanların, Kuran’la ve İslami kimlikle net bir irtibat konusunda eksiklikleri bulunuyor. Sahip olunan kimlik, net olarak Kuranî bir İslam anlayışından beslenmekten ziyade geleneksel algılardan besleniyor. Kuran’a bağlı kalınmayınca da İslam anlayışı bozuluyor. Bir toplumsal dindarlık sözkonusu Türkiye’de.<br />
<br />
<br />
Anlamadım...<br />
<br />
Şöyle anlatayım... Sahip olunan geleneksel anlayışta çok köklü bir devlet kutsaması var. “Devlet-i ebed müddet” diyen ve devleti sonsuza kadar korunması gereken bir varlık olarak gören bu devlet kutsaması, Osmanlı’dan, hatta daha da öncesinden geliyor. Ama İslam böyle bir şeye izin vermez.<br />
<br />
<br />
İslam neye izin vermez?<br />
<br />
İslam, adalet temelinde oluşmayan bir ortamı asla meşru görmez. Çünkü insanlar, adalet yerine devleti kutsadıkları zaman devletin yaptığı zulümleri, haksızlıkları ve adaletsizliği algılamada zorluk çekiyorlar. Mesela F tipi cezaevleri konusu... Tecrit bir insanlık suçudur. Ama biz İslami camiada bu konunun algılanmasında başarılı olamadık. Bunun iki nedeni var. Bir, İslam çok dar anlaşılıyor. İslam’ın adil olma emri anlaşılamıyor. İki, “geleneksel devletçi- muhafazakâr- sağcı” anlayış, hak ve adalet temelinde değil de kutuplaşma temelinde davranıyor. Mağdur olan kesimin kim olduğuna bakıyor.<br />
<br />
<br />
Türk Müslümanlar, öldürülenler Kürt olduğu için mi susuyorlar?<br />
<br />
Hayır. Şükrediyorum ki İslami camia açısından Türk-Kürt diye henüz çok net bir ayırım yok. Ama şu var. Kürt sorununun PKK ile özdeşleştiği yerlerde bir geri çekilme sözkonusu. Eğer PKK ile TSK arasında yaşanan çatışmada, hak ihlaline maruz kalan PKK’lıysa, insanların bu hak ihlalini algılamalarında zorluk çıkıyor. İnsanlar, çatışma süreçlerindeki bu hak ihlallerini dile getirmiyorlar. Yani duyarlılık Kürt oldukları için değil, PKK’lı oldukları için azalıyor. Ama Uludere böyle bir olay değil. Herkes orada öldürülenlerin geçimlerini sağlamak isteyen normal insanlar olduğunu biliyor. Ayrıca şunu da görmek gerek. Başta Başbakan olmak üzere hükümet kadrolarının İslami camia üzerinde ciddi inandırıcılığı var. “Sizin bilmediğiniz şeyler var” dediklerinde, insanlar “evet, bizim bilmediğimiz şeyler vardır” diyor.<br />
<br />
<br />
Bilmediğimiz bütün bilgileri önümüze serseler de, Uludere’de kesin olarak bildiğimiz bir şey var, o da, 34 insan devlet tarafından katledildi orada. Bu katliamı bilmeleri yetmiyor mu dindar Müslümanların?<br />
<br />
Anlıyorum... Evet...<br />
<br />
<br />
Başbakan ve İçişleri Bakanı, Uludere’deki kurbanlar için saygısız bir dil kullandılar. “Ölülerinizi hayırla yâd edin” anlayışı artık Türkiye’nin dindarları için geçerli değil mi?<br />
<br />
Dindar insanların olduğu herhangi bir ortamda oturursanız, Başbakan’ın ve özellikle de İçişleri Bakanı’nın tutumundan çok rahatsız olduklarını görürsünüz. Bu tutumun kabul edilemez olduğunu herkes söyler. Ama onlarla gazeteci olarak konuşursanız, size kimse bu açıklıkta konuşmaz. Uludere olayı olduğunda herkesin zihninde ilk canlanan şey, tek parti döneminde 33 köylünün kaçakçılık suçlamasıyla kurşuna dizildiği Muğlalı olayı oldu. Olay duyulduğu anda Özgür-Der, Mazlumder ve bölgedeki bazı İslami vakıf ve dernekler, Uludere’yi katliam olarak lanetledik ve hemen Uludere’ye gittik, rapor hazırladık. “Sorumlular yargı önüne çıkarılmazsa, bundan hükümet sorumlu ve suçlu olacak” dedik. Aradan aylar geçti, sorumlulardan hesap sorulacak diye hâlâ bekleniyor.<br />
<br />
<br />
Uludere konusunda genelde İslami camia ne düşünüyor?<br />
<br />
<br />
Hükümetin tavrının çok yanlış oluğunu, sürecin çok yanlış götürüldüğünü herkes kabul ediyor. Ama bu eleştirileri, hükümeti harekete geçirici bir şekilde açık açık yapmak yerine, kendi iç sesiyle yapıyor. Yüksek sesle söylemiyor.<br />
<br />
<br />
Sizce neden Başbakan yapması gerekeni yapmadı? Neden sorumluları bulmak için acele etmedi? Neden ölenler için daha saygılı bir ifade kullanmadı?<br />
<br />
İlk günden beri, bazı iddialar vardı. Hükümetin tuzağa düşürüldüğü ve hükümetin, bunu gurur meselesi yaptığı için olayı bir anlamda örttüğü iddiaları vardı. Muhtemelen hükümet, bu olayın zamanla unutulup kapanacağı, gündemden düşeceği zannına kapıldı. Oysa kamuoyunun buna izin vermeyeceği çok açıktı. İlk düğme yanlış iliklenince, gömleğin bütün düğmeleri de yanlış iliklendi işte! Orada görev yapan subayların beş ayda sadece kaçakçılığa göz yumma suçlamasıyla haklarında soruşturma açılmış olması insanların şüphelerini çok arttırıyor.<br />
<br />
<br />
Başbakan Erdoğan’ın, Uludere faciasının hemen arkasından Genelkurmay Başkanı’na teşekkür etmesi, sizde nasıl bir duygu yarattı?<br />
<br />
Meclis konuşmasında teşekkür cümlesini duymak tabii şok ediciydi. Sorumluların ortaya çıkarılması talebinin yükseldiği bir ortamda, sorumlu olması ve hesap vermesi gereken bir kuruma bu teşekkürün yapılması olayı örtme çabası olarak algılandı kamuoyunda. Aslında biz şunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Eğer bu olay hükümete kurulan bir tuzaksa, tuzağı kuranların bu işi sürdüreceği belli. Hükümet, kim tuzağı kurduysa bunu açığa çıkarmalı. Eğer hükümet tuzağa düştüyse, tuzağa düştüğünü açıklamalı ve bu işten kurtulmalı. Bunu yapmayıp, olayı sürdürmek, tuzağı kuranın oyununa gelmek oluyor. Nitekim şu anda tuzağı kuran başarılı oldu!<br />
<br />
<br />
Dindarlığı bu kadar öne çıkaran bir hükümet ve Başbakan neden böyle yaptı?<br />
<br />
Bu hükümet döneminde geçmişteki cinayetlerle ilgili ciddi şekilde hesap sorulurken... Artık bu ülkede faili meçhul yaşanmazken... Hatta 2009’da teslim olan iki PKK’lının infaz edilmesinden sorumlu olan Van Garnizon Komutanı bile daha yeni tutuklanmışken... Uludere’de 34 insanın göz göre göre faili meçhule kurban gitmesini anlamak çok güç! Tebrik edilmesi gereken şeyler yapan hükümetin, Uludere’de ortaya koyduğu zaaflı hâli açıklamak gerçekten çok zor! Herhalde hükümet, YAŞ’la birlikte ilk kez kendisine daha yakın ve daha uyumlu çalışabileceği bir askerî kadronun oluştuğunu düşünüyor. Askeri ve MİT’i korumak için de zikzak çiziyor ve tutarsız davranıyor. Ama sonuçta bu, hesap vermesi gerekenleri rahatlatan bir tutum oluyor. Nitekim Genelkurmay, Uludere Meclis Araştırma Komisyonu’na içi boş bir dosya gönderdi. Genelkurmay, kısmen bunu hükümetten aldığı cesaretle yaptı ve yapıyor.<br />
<br />
<br />
Türk Müslümanlara dönersek... Türk Müslümanlar, milliyetçi reflekslerle mi hareket ediyorlar?<br />
<br />
Aslında Türkiye’deki temel çatışma, “milliyetçilik ve ulusalcılık” ile “İslamcı kimlik ve ümmet” arasındadır. Ama İslami kimlik, Cumhuriyet döneminde o kadar ezildi ki, milliyetçilik bu toplumun genel kimliği oldu. Dindar kesimler önce reddettikleri milliyetçiliği, bir müddet sonra kısmen yumuşatarak belli semboller üzerinden benimsediler. Nitekim bugün ortalama dindar bir insan kendisini çok rahatlıkla Türk milliyetçisi olarak tanımlayabiliyor. Bizim İslam anlayışımız açısından bu, Türkiye’deki en temel sorundur. En temel kimlik yarılmasıdır.<br />
<br />
<br />
Yani Türk Müslümanlar milliyetçi mi?<br />
<br />
Genel olarak evet. Yaygın bir vaka bu.<br />
<br />
<br />
Müslümanlık ve milliyetçilik birarada olabilir mi?<br />
<br />
Olamaz, olmamalı.<br />
<br />
<br />
Türkiye’de Müslüman dindarlar milliyetçilikten kurtulabilir mi peki?<br />
<br />
Kurtulmaları çok zor. Ama biz kurtulduk. Dolayısıyla kurtulabilenlerin olabileceğini düşünüyorum. Bu toplumda milliyetçilik, çok derinlere işlemiş, çok güçlü bir damar. Ayrıca devletle PKK çatışmasının yaşandığı 1980’lerden itibaren bu işe kan da bulaştı. Aslında sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Batıda, Mersin’de, Trabzon’da yaşayan insanlar, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Uludere olayında ne hissedildiğini anlayamıyorlar. Doğudakiler de onların ne hissettiğini hissedemiyorlar.<br />
<br />
<br />
Başbakan Erdoğan’ın Uludere’den sonraki açıklamalarını, milliyetçiliğe mi yoksa Müslümanlığa mı daha uygun görüyorsunuz?<br />
<br />
Sürekli zikzaklar çiziliyor ve Uludere konusunda tabii ki kutsal devlet anlayışı ve milliyetçilik öne çıkıyor. İslami açıdan bunun savunulabilir bir yanı yok. Ama Erdoğan’ın ve AK Parti’nin, Kürt sorununu, milliyetçi damarı güçlü olan kesimlere benimsettiklerini de unutmamak lazım.<br />
<br />
<br />
Uludere gibi bir facia karşısında susanlar için Müslümanlığın yaklaşımı nedir? Din açısından nerede görülür böyle susanlar?<br />
<br />
Bizim açımızdan ölçü bellidir. Hazreti Peygamber’in bu konuda çok net bir sözü var. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurur. Ortada bir haksızlık ve adaletsizlik varsa ki Uludere’de çok net bir durum bu , bunun karşısında susmak, Müslüman kimliğini ciddi anlamda yaralar, zedeler. Müslüman’ım diyenlerin bu konuda koyacakları tek bir tavır var. O da bu olayı reddetmek, mahkûm etmek! Dolaylı yollarla da olsa Uludere’yi mazur göstermeye dönük söylemler, İslami kimlikle taban tabana çelişir. Kasıt var ya da yok. Uludere’de bir katliam yaşandı. Aşkale’de beş TEDAŞ işçisi sele kapılıp boğuldu. İşletme müdürü tutuklandı. Esenyurt’da işçiler çadırda yandı. 20’ye yakın kişi tutuklandı. Olması gereken budur ama Uludere’de bunlar yaşanmıyor. Ölenler geri gelmeyecek ama bu insanların değersiz görülmediği kamuoyuna kanıtlanmalı.<br />
<br />
<br />
Ahmet Altan, “Hazreti Muhammed yaşasaydı Uludere faciasında tavrı ne olurdu. Susar mıydı” diye sordu. Hazreti Peygamber ne yapardı, susar mıydı Uludere konusunda?<br />
<br />
Biz, kendi çevremiz itibarıyla Hz. Peygamber’i takip etmekle kendimizi sorumlu gören insanlarız. Biz susmadık. Biz, Hz. Peygamber’i örnek aldığımız için susmadık. Biz, Kuran’ın emirlerinin ve Hz. Peygamber’in örnekliğinin “susmamak” olduğunu düşündüğümüz için susmuyoruz. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye buyuran bir Peygamber elbette bu tür bir facia ve zulüm karşısında susmazdı! 34 insan bombalarla, savaş uçaklarıyla öldürüldü. Rabbimiz, bir insanın haksız yere öldürülmesinin bütün bir insanlığın öldürülmesi gibi olduğunu buyuruyor. Zulüm, haksızlık karşısında susmamak ve itiraz etmek anlamında Kuran’da pek çok ayet var. Hz. Peygamber’in de pek çok hadisi var. Mesela Hz. Peygamber, “En değerli cihat, zalim sultana karşı hakkı söylemektir” diye buyuruyor. Otoriteye karşı hakkı söylemek teşvik ediliyor. Zaten Müslümanlık bir anlamda adalet çağrısıdır. Bu yüzden Uludere’deki suskunluğu eleştirmeliyiz.<br />
<br />
<br />
Hazreti Muhammed’in susmayacağını, bugün susan Müslümanlar bilmiyor mu?<br />
<br />
Bugün sahip olunan İslami kimlik, temel anlamıyla Kuran’a ve Hz. Peygamber’in örnekliğine dayanmaktan ziyade geleneksel bir dindarlık olduğu için bu tür çelişkiler, tutarsızlıklar ortaya çıkıyor. Çünkü net bir Kuran anlayışı sözkonusu değil.<br />
<br />
<br />
Geleneksel Müslümanlıkla Kuran Müslümanlığı çatışıyor mu?<br />
<br />
Evet, çok temel bir çatışma bu. Geleneksel Müslümanlık, devleti kutsuyor. Devlet zarar görmesin mantığıyla davranıyor. Ermeni tehcirinden tutun köy yakmalara, faili meçhullere kadar pek çok konuda devleti koruma refleksiyle sessiz kalıyor ve hatta daha da ötesi bunları meşrulaştırma gibi tutumlara da giriyor.<br />
<br />
<br />
Peygamberin yolundan ayrılmış olmak onları hiç rahatsız etmiyor mu?<br />
<br />
Bin küsur yıldır devam eden bir devleti kutsama anlayışı ve saltanat geleneği var burada. Osmanlı’da devleti koruma mantığıyla kundaktaki bebekleri öldürme vakası var. Bir Müslüman’a “bir çocuğu öldürmek meşru mudur?” deseniz “hayır; bu kesinlikle gayrı meşru” der. “Ama sultanlar bunu devlet geleneği olarak yaptı” dediğinizde, bu davranışı ya reddederler ya da açıklama eğilimine girerler. Geleneksel Müslümanlıkta içselleştirilmiş yanlışlar vardır. Bu yanlışların en temel dayanaklarından biri de devleti kutsayan anlayıştır ve milliyetçiliktir.<br />
<br />
<br />
İktidarın son zamanlardaki milliyetçi tutumundan rahatsız mısınız?<br />
<br />
Hükümetin, Kürt sorununu savaşarak, PKK’yı ezerek bitirme söyleminin toplumda karşılık bulmasını bir tehlike olarak görüyoruz biz. Hükümetin bu söylemi öne çıkarmasından rahatsızız. Bu sorunu daha fazla kan dökerek çözmenin mümkün olmadığını aklı başında herkes görmeli ve kabul etmeli. Ama hükümeti tek taraflı suçlamak da yanlış. Son dönemde çatışmadan yana bir dilin öne çıkmasında PKK’nın rolü büyük oldu. PKK, hem provokatif çatışmayı tırmandırıyor hem de toplumda korkutucu bir baskı unsuruna dönüşüyor.<br />
<br />
<br />
Müslüman Kürt hareketinin PKK’ya karşı tekrar güçlendiği ve çatışmaların başladığı söyleniyor. Doğru mu?<br />
<br />
Bu çatışmalar, şu anda çok yaygın olmasa da kötü işaretler. Hem bölgede yaşayan dindar insanların genelini hem de İslami çaba içinde olan kesimleri çok tedirgin ediyor. PKK, alan hâkimiyetini ilan ettiği Hakkâri, Yüksekova gibi yerlerde kendisi dışında hiçbir kuruluşa izin vermiyor. 80’li ve 90’lı yıllarda devlet kadrolarının oluşturduğu korku atmosferi, aynı yoğunlukta olmasa da şimdi tersine dönmüş durumda. Şimdi PKK tarafından korku yayılıyor. Mesela şu anda Hakkâri modeli diye bir model var.<br />
<br />
<br />
Nedir o?<br />
<br />
Burada PKK’nın izin vermediği hiçbir kuruluş, dernek ya da kitapevi faaliyet yürütemiyor. AK Parti’nin Hakkâri il binasını görseniz... Kum torbalarıyla korunuyor. Bölgede yaşayan ve İslami çaba yürüten kesimler, PKK’nın dayatmaları karşısında bir sıkışmışlık içindeler. Geçen sene Mustazafder, Yüksekova’da dört kez saldırıya uğradı. Son saldırıda başkan yardımcısı öldürüldü. Arkasından binası yakıldı ve dernek orayı terk etti. Benzeri olaylar Adana’da, Diyarbakır’da da yaşandı ve PKK’ya karşılık verilmedi. Bölgede çok gergin bir ortam var. Eğer PKK “ben bedel ödedim ve Kürtleri ben yönetirim” anlayışını yaygınlaştırırsa, bölgede kaçınılmaz olarak çatışma ortamına girilir.<br />
<br />
<br />
Peki, Uludere’den sonra bölgede tam olarak ne yaşandı?<br />
<br />
Başbakan’ın kibirli ve net ifadelerle olayı reddetmesi, ister istemez akla şunu getirdi. İnsanlar, geçmişte Kürt sorunu nasıl ortaya çıktı diye sordular ve tabii şu cevabı verdiler. Bu ülkede Kürt sorunu, Kürt kimliğinin inkâr edilmesiyle ortaya çıktı. Aslında son yıllarda devletin bu inkâr politikası çok azalmıştı ve sürecin tam daha olumlu bir evreye gitmesi bekleniyordu ki, Uludere olayıyla inkârcı söylem tekrar ruh kazandı. Hükümetin Uludere’deki tutumu, Kürt sorununun çözülemeyeceğine dair inancı besledi. Kısacası, Kürt sorununun çözülebileceğine olan inanç bölgede çok azaldı.<br />
<br />
<br />
neseduzel@gmail.com<br />
<br />
TARAF<br />
4 Haziran 2012<br />
<a href="http://www.haksozhaber.net/ridvan-kaya-peygamber,-uludere-icin-susmazdi-30031h.htm">kaynak</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-81430021230382887732012-07-20T13:52:00.003-07:002012-07-20T16:27:10.440-07:00Beytullah Emrah Önce - Korkmakta Haklıymışsınız Abiler!<br />
Beytullah Emrah Önce'den önemli ikazlar<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Korkmakta Haklıymışsınız Abiler!</span></b></div>
<br />
Yaklaşık bir yıl önce,<a href="http://www.tasfiyedergisi.com/direnen-edebiyat/?p=1922"> “Korkmayın abiler, buradayız hâlâ!”</a> başlıklı bir deneme yazmıştım. Kasıtlı ve üzerinde düşünülmüş bir yazı değildi. Müslüman mahallesindeki tartışmalarda son yıllardaki düşünsel ve eylemsel arayışlarımıza yönelik geliştirilen argümanlara yönelik bir refleksti. Özünde İslamcılığı kendi tekelinde gören cemaatlerin ve grupların kendisine benzetemediklerini üstü örtük biçimde çöle sürme isteklerine tepki vardı.<br />
<br />
Tasfiye’nin bloguna girdiğim o yazıyı yazarken şöyle demiştim: “Korkmayın abiler, İslamcıyız çok şükür… Ne sağa saptık ne de sola…Derdimiz de çok, söyleyeceklerimiz de… Ve derdimizi İslamcılığın içinden söylemeye devam edeceğiz. Ne kompleksimiz var ne öykünmeciliğimiz. Çıkmazları da görüyoruz, sapmaları da… Allah’a inanıyor, tevhidi mücadele geleneğinin ilk ademden bugüne kadar getirdiği çizgiye güveniyoruz, çok şükür.”<br />
<br />
Tepkimin üzerinden geçen zaman zarfında olumlu ve olumsuz birçok geri bildirim aldım. Farklı ortamlarda yazı vesilesiyle derdimizi konuşma imkânı buldum. Nihayetinde üzerinde kafa yorduğumuz, birlikte emek verdiğimiz eğrisiyle doğrusuyla kendi hikâyemizdi. Derdimiz ise kendi gerçekliğimizle acı verse de yüzleşebilmemiz, bugüne kadar birikebilmiş tecrübenin zayi olmaması için özeleştirimizi yapabilmemiz ve dünden yarına uzanan süreçte hali hazırdaki durumumuzu doğru bir zeminde değerlendirebilmemizdi.<br />
<br />
Bugün geldiğim noktada bir hususta biraz daha farklı düşünmeye başladım.<br />
<br />
Şöyle ki; geçen yıl “Korkmayın abiler, buradayız hâlâ!” derken, o yazıda tartıştığım argümanların, İslamcılığın içindeki farklı arayışların “istikameti” kaybettirebileceği endişesi ve tedirginliğiyle ileri sürüldüğüne inanıyordum. Haliyle sergilenen tavırlarda, kardeşlik hukuku içinde bir öğüt arama iyimserliğini sürdürmekten taraftım. Fakat o günden bugüne edindiğim yeni tecrübeler ve tanıklıklar, ağır abilerimizin derdinin başka olduğunu düşündürmeye başladı.<br />
<br />
Mesele şu: Dar bir İslam(cı)lık dairesi çiziliyor, dairenin içinde kastlaşmış hiyerarşiler oluşturuluyor ve alttan gelen her dalganın önü hızlı biçimde kesilerek kurulu düzen muhafaza edilmek isteniyor. Haliyle asıl endişesi duyulan şey de iş bu düzenin bozulması. Düzen korunuyorsa başkalarına ne olduğunun pek önemi kalmıyor. Bu sebeple İslami mücadele adına kurulan düzenin tehdit altında olduğuna dönük bir tehlike algısı ne zaman oluşsa, belirli mekanizmalar devreye giriyor. “Tehdit” görülen tüm çıkışlar itibarsızlaştırılmak, karalanmak ve aslından uzaklaştırılarak dairenin dışındaymış görüntüsü verilmek isteniyor. Böylece “dış” tehdit karşısında içerideki birlik ve beraberlik duygusu pekiştirilmiş oluyor. Nasıl? Tanıdık geliyor değil mi? Belki de gerçekten “bizi severken devletten farkları yoktu”!<br />
<br />
Son söylediklerim etrafında uzun uzun tartışmamız gerekiyor ama bu bağlamda tekrar düşününce, abilerimizin korkmakta haklı(!) olduklarına inanmaya başladığımı belirtmek isterim. Çünkü bizim protestodan direnişe doğru ilerlemesini istediğimiz mücadelenin her defasında yenilme ve “karizma”yı çizdirme gibi riskleri barındıran bir tarafı bulunuyor. Oysa ne güzel kazanımlar elde ediyorken buna ne gerek var değil mi! Mükemmel iç tutarlılıkları korumak varken, ne diye risk alınsın ki? Hem de yeni iktidar sahiplerinin “biz”imle de diyalog kurduğu şu günlerde…<br />
<br />
Peki, şimdi ne olacak? Önce şu gerçekle yüzleşeceğiz: İslamcılık krizdedir. Sonra şu soru üzerinde düşüneceğiz: Krizden nasıl çıkacağız? Yani İslamcılığın krizinde kriz İslamcılığının imkânlarına eğileceğiz. Günlerin aramızda dolaşıp durduğunu unutmayacağız.<br />
<br />
Kritik bir eşikte durduğumuz kanaatindeyim. Siyasal yönetimler, yerel, ulusal ve uluslar arası ilişkiler, kapitalizmin neoliberal dönemde getirdiği sorunlar; temel çelişkilerini koruyarak yeni biçimler kazanıyor. Ekonomi ve siyasetle birlikte toplumsal ve kültürel yapılar da değişiyor. Temel sorunlar yeni maskelerle karşımıza çıkıyor…<br />
<br />
Tam bu noktada, efendilerin değiştirdiği maskelerdeki suretler bizimkine benziyor diye sahnede bize de rol ihsan edilmesine razı kalıp kalmayacağımız sorusu hayatiyet kazanıyor.<br />
<br />
Eğer İslamcılık, içine düştüğü krizden çıkacaksa bu soruya “hayır” cevabı vererek ilk adımı atmış sayılacak.<br />
<br />
Gerisi ise geçmişte ders aldığımız abilerimizden bugün alacağımız ibretle ne yapacağımız sorusuna vereceğimiz cevaplarla şekillenecek.<br />
<br />
Mümkün mü?<br />
<br />
Onurundan başka kaybedecek bir şeyi bulunmayanlar için neden olmasın?<br />
<br />
3 Temmuz 2012<br />
<a href="http://platformhaber.net/?p=15283">Kaynak</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-56512637977073390952012-07-20T13:46:00.002-07:002012-07-20T16:27:17.232-07:00Ayşe Böhürler - Gardırop Müslümanlığı'na niye itiraz etmiyoruz?Ayşe Böhürler ozon tabakamızın nasıl delindiğini anlatıyor: Tesettür'den Başörtüsüne.<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Gardırop Müslümanlığı'na niye itiraz etmiyoruz?</span></b></div>
<br />
<br />
Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş gibi aynı kuşağı temsil ettiğimiz İslamcı kesimin kadın yazarlarının son günlerdeki Çamlıca'daki camiden, kürtaja birçok noktada yoğunlaşan itirazlarını dikkatle okuyorum. Özellikle de Ramazanoğlu'nun "gardırop Müslümanlığı" tanımlamasını "Müslümanlık" anlayışımızın geldiği noktayı doğru soru ve cevaplarla tartışmak açısından önemli buluyorum. Sadece onlar değil yakın çevremdeki İslamcı kesimin aydın kadınları ile bir araya geldiğimde gördüğüm bir tablo var. O da; mücadeleye başladığımız zamanların önemli konuları ile bugün önem verilenlerin kıyaslanması sonucu ortaya çıkan büyük bir hayal kırıklığı...<br />
<br />
Biz bu konuları siyaset üzerinden konuşsak da, ben bu konuların siyasetten öte bizzat kendimiz ile alakalı olduğunu düşünüyorum.<br />
<br />
Yaşam tarzımız, değerlerimiz, önceliklerimiz, bilinçaltında beslediğimiz ve etkilerini yıllar sonra fark ettiğimiz travmalarımız, kişisel vaziyetlerimiz... gibi bir çok etkeni fark etsek de eskisi gibi olaylara net tavır alamıyoruz. Hayal kırıklıklarımızın en büyük sebebi de bu. Çünkü karşımızda kendi iç çelişkilerinin ve yüzeyselliğinin farkında olamayan bir muhafazakârlık yorumu var. Amacımız İslam'ı anlatmak iken İslam'a karşı olmakla suçlanabiliyoruz. Herkes "muhafazakârlık" tanımının sorunlarını ve ortak noktaların azlığını giderek daha çok fark ediyor. Üzerimize yığılan bir yorgunluk varken bu konudaki itirazlarını dile getiren İslamcı kadın yazarların çıkışını önemli ve kayda değer buluyorum.<br />
<br />
HANGİSİ? "HAK YOL İSLAM"MI? "HAYAT SEVİNCE GÜZEL" Mİ?<br />
<br />
Geçenlerde tamamı arkadaşlarımın başörtülü, üniversite tahsilli kızlarından oluşmuş bir koronun konserini izledim. Sadece hanım izleyiciye yapılan konser her şeyi ile çok güzeldi. Konser "hayat sevince güzel" şarkısı ile bitiyordu. Salondaki yaşlı genç hepimizin iştirak ettiği bu şarkının ardından genç kızlar "hayat sevince güzel" sloganı atınca "hak yol İslam"dan "hayat sevince güzel" e gelen güzergahı düşünmeden edemedim. Nereden nereye sorusunu paylaştığım annelerden de "her ikisi de olmalı, biz yanlış yaptık, birincisine önem verip ikincisini kaçırdık ve mutsuz olduk" sözlerini de işitince çelişkiler yumağı halimizi bir kez daha fark ettim. Kendimi bunların hiç birisinin dışında tutmuyorum. Başkasını anlamaya çalışırken kendimi de anlamaya çalışıyorum. Korodaki çocukların bir çoğunun ailelerini çok önceden tanıyorum. Hepimiz o dönem üniversiteli başörtülü bir azınlık gurubuyduk. Aramızda ailelerine rağmen örtünenler de vardı, ailelerinin isteği ile örtünenler de. Ancak hepimiz bireysel özgürlüklerimize düşkündük, başörtüsü kendi tercihimizdir vurgusunu yapıyorduk, hayatımıza dair kararları kendimiz veriyorduk. Din adına dayatılan geleneklere, Cumhuriyet'in dogmalarına, modern dünyanın dayatmalarına, tüketim kültürüne karşı direnerek "İslami bir hayat" kurmaya gayret ediyorduk.<br />
<br />
Kendi bireysel özgürlük alanımıza kimseye müdahale ettirmezdik. İnançlarımıza göre yaşarız, bize kimse karışamaz anlayışı o zamanın ruhu olarak bünyelerimize işlemişti.<br />
<br />
Epeydir düşünüyorum. O zaman verdiğimiz mücadeleyi çocuklarımız aynı argümanlarla başka bir hayat tarzı için bize karşı verselerdi ne yapardık acaba? Tıpkı bizim ailelerimize söylediğimiz gibi "hayır, ben senin inandığın biçimde inanmıyorum, senin doğrularına göre yaşamak istemiyorum" dese... ne yaparız? (Bunları yazarken kendimi Allah korusun derken buldum)<br />
<br />
Onlara "bu sizin özgürlük alanınız" diyebilir miyiz? Onlara ne kadar özgürlük alanı bırakırdık kısaca?<br />
<br />
Örtünmenin gerekçesini namusa bağlayan gelenekçi İslamcı yaklaşıma karşı mücadele eden, erkeklerin eşleri üzerindeki tahakkümünden, eşin görevlerine birçok noktada İslam'ın esasına vurgular yapan özgürlükçü dindar anneler olarak kızlarımıza aktardığımız değerlere neler oldu konusunu tartışmamız gerekiyor.<br />
<br />
Benim genç kızlığımda, sonrasında örtünmeyen de örtünen de arkadaşlarım oldu. Onları ne daha iyi ya da daha kötü, ne de ayıplama ya da onaylama duygusu ile değerlendirdim. Arkadaşımdılar o kadar. Ancak bugün muhafazakâr ailelerde gördüğüm tersi tablo kendi gençliğimize götürüyor. Bir zamanlar bize "aaa örtünmüş" diye hayret edenlere verecek çok cevabımız vardı. Peki, bugün "aaa falancanın kızı örtülü değil, ne ayıp" diyen kendi sesimize karşı verecek cevabımız var mı? Bir başka taraftan da Cumhuriyet rejiminin dogmalarına karşı çıkan ruhumuz, muhafazakârlığın dogmalarına neden boyun eğiyor. Kendimiz için savunduğumuz özgürlükleri çocuklarımız için de bir değer olarak savunduğumuz zaman belki de gardırop Müslümanlığı tanımına karşı durabiliriz. Yoksa geriye dönüp baktığımızda bıraktığımız izlerin hiç birisi İslam'ın esas değerlerine ilişkin olmayacak.<br />
<br />
ÇAMUR ATANLARA DAYANMAK ZOR<br />
<br />
Bir kez daha gördüm ki siyasete girerken siyaset yüzünden başımıza gelecekler hakkında çok da öngörülü olamamışız. İlk günden itibaren hakkımızda açılan siyasi davalardan, haksızca konu edildiğimiz gazete manşetlerine kadar çok şey yaşadık ve yaşıyoruz.<br />
<br />
17 yıldır profesyonel olarak televizyon programcılığı yapan birisiyim. Ödüller almış, uluslararası işler yapmışım. Ancak nedense birilerine bunları sürekli ispat etmem gerekiyor. Benim gibilerin mesleki hayatları nedense kör nokta gibi asla algılanmıyor. Mesleğimi gizli saklı yapmayı hiç düşünmedim. Siyaseti ise hiç meslek edinmedim. Mesleğimi profesyonel olarak herkes ile eşit koşullarda yaptım. Ne imtiyaz, ne servet ne de mal mülk sahibi oldum. Siyasete geldiğim ilk gün neredeysem bugün de aynı yerde duruyorum. Ne dürüstlüğümden ne de şeffaflığımdan hiç taviz vermedim. Hakikat böyleyken bunların bir istismar gibi sunulmasının siyasi kastın ötesinde hizmet ettiği şeylerin farkındayım. Kirli bir dünyada, kirli bir savaşın ortasında şeffaf olmak da suçmuş bunu bu vesile ile bir kez daha görmüş bulunuyorum. Ama bu yaştan sonra değişmem mümkün değil. Bu vesile ile verilmeyi gerektirecek en ufak bir hesabım olmadığını söylemek isterim. Tersini iddia edene ise hodri meydan diyorum.<br />
<br />
7 Temmuz 2012<br />
<a href="http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=07.07.2012&y=AyseBohurler">kaynak</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-87248504523376467472012-07-20T13:42:00.001-07:002012-07-20T16:28:04.057-07:00Zeki Kılıçaslan - HAS Parti'nin geleceğiZeki Kılıçaslan'ın Numan Kurtulmuş vakası üzerine tahlilleri<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">HAS Parti'nin geleceği</span></b></div>
<br />
<br />
HAS Parti’nin (Halkın Sesi Partisi) bu hafta yapılan il başkanları ve GİK toplantısı sonuçları ve genel başkanın açık tutumu, partinin bir şekilde sonlandırılıp AKP ’ye katılacağını kesinleştirmiştir. Sosyalist solda siyaset yapmaya çalışırken bu partinin kuruluşuna katılan biri olarak sürecin değerlendirmesi, benim için ‘hüzünlü’ bir sondan çok, farklı bir siyasal arayışın inşa edilişine dair sorunlar üzerine söz etmek olacaktır.<br />
<br />
AKP hükümetleri, 1980’den bu yana uygulanan liberal/kapitalist politikaların ortaya çıkardığı yeni kentsel yoksulluk biçimlerine karşı daha önce olmayan sosyal destek programları ve asker/sivil vesayetçi eski iktidar güçlerinin simgesi olan ve bir dönem darbe aradıkları toplumun geniş kesimlerince kabul edilen güçlere karşı yürüttüğü mücadeleyle geniş toplumsal destek gördü. AKP hükümetleri, geniş dindar muhafazakâr kitlelerce ilk gerçek ‘Müslüman’ hükümetler olarak algılandı. Müslüman kimliği kamusal yaşamın dışında tutmaya çalışan laikçi, otoriter, vesayetçi iktidarlar dönemi bitmiş, ‘bizimkilerin’ iktidarı başlamıştı. Fakat ‘bizimkiler’ olarak algılanan ve esas olarak Milli Görüş geleneğinden gelen bu kadrolar, daha hükümet olmadan ‘bizimkiler’ olmaktan da çıkmaya başlamıştı.<br />
Dünyadaki gelişmeler yanında, gerek Özal döneminden bu yana toplumda etkili olan ‘Yeni Liberal’ dalganın etkisi gerek Refah Partisi döneminde yaşanan yerel iktidarlar dönemi, ‘mücahitleri müteahhit’ olma yoluna çoktan sokmuş, ideallerle gerçekleşenler, alttakilerle üsttekiler arasındaki farklılık ortaya çıkmaya başlamış, ‘mahalle’ daha baştan bölünmeye yüz tutmuştu. Bu anlamıyla AKP hükümetleri dönemi, bu partinin yöneticileri tam tersine çalışsa da Türkiye ’de geleneksel olarak yaşam tarzı ve kimlikler üzerinden şekillenen siyasal taraf oluşların gerçek toplumsal sorunlar ve ortak değerler üzerinden yeniden tanımlanıp şekillenebileceği yeni bir toplumsal zemin için yeterli olmasa da gerekli şartların oluşmasını sağlamaya başlamıştı.<br />
<br />
Gelenekselliği aşmak<br />
<br />
HAS Parti kadroları esas olarak Milli Görüş partileri sürecinden geçmiş, AKP ’ye çeşitli nedenlerle katılmamış (veya katılamamış?) ama esas olarak Numan Kurtulmuş’a yakınlık duyan kesimlerden oluşmaktaydı. Bunun dışında katılanların da esas motivasyonu, Kurtulmuş isminin verdiği güvendi. Ancak Milli Görüş geleneğinden, diğer İslamcı hareket geleneklerinden ve soldan gelen azınlık bir kadro, parti kuruluş bildirgesi ve söylemi etrafında oluşmaya başlamış yeni bir siyasetin peşindeydi. Bu yeni siyasal arayış, İslami hareketten gelenlerce zaten gerçek adaleti vaat eden hak, hukuk, özgürlük ve sosyal adalet gibi İslama içkin ve ortak maruf/evrensel değerler üzerinden tanımlanmaktaydı.<br />
Benim gibi az sayıdaki sosyalist gelenekten gelenler açısından ise bu, Türkiye ’de geleneksel kimlikler temelindeki bölünmeye dayanan klasik ‘sağ’–‘sol’ siyasetin etkisizleştirdiği ve gerçekte siyasal denklemin dışına ittiği sınıfların bu değerler etrafındaki ortak mücadelesine karşılıktı. Merkez sağ/ AKP ile CHP ’nin temsil ettiği egemen blok karşısında, halk güçlerine dayalı kitlesel bir siyasetin inşası. Bu arayışın ilkeleri de baştan 12 Eylül anayasası ve temel yasalarınca tanımlanan baskı rejimine karşılık millet/halk egemenliğine dayalı, Kurucu/ Anayasa Meclis(i) marifetiyle yapılacak yeni anayasal düzen, Kürt ve Alevi sorununda eşitlik ve adalet temelli gönüllü birliğe dayanan demokratik çözüm, vahşi kapitalist politikaların tasfiyesiyle kimsenin kula kulluk etmeye zorlanmayacağı sosyal adalet ve eşitliğe dayalı ekonomik/sosyal politikalar, NATO ve benzeri vesayetlerden kurtularak bölge ve diğer mazlum uluslarla dayanışmaya dayalı yeni bir küresel düzen arayışı olarak belirlenmişti.<br />
<br />
Sürecin katı gerçekleri<br />
<br />
HAS Parti, kuruluş bildirgesi ve söylemini esas alan bir siyasal hareket üzerine yükselmedi. Program yerine konan kuruluş bildirgesindeki fikirler ve parti söylemi de kurucu kadrolarca tartışılıp içselleştirilmiş değildi. Bu durum, aşılamaz bir sorun olmasa da ciddi potansiyel bir risk taşımaktaydı. Öte yandan diğer bir sorun da programda ortaya konan iddialı radikal çerçeveye rağmen sağ parti girişimlerinin birçoğunda olduğu gibi, HAS Parti’nin siyaset tarzı da hemen bir iktidar ve başbakan çıkaracak havasında yüksek beklentili bir yaklaşıma sahipti. Programının gerektirdiği uzun ve çileli yolda yürümeye başlayan, belki mütevazı ve fakat kararlı bir hareketten çok, yakında büyük hedeflere ulaşacak, iktidara yakın bir kitle partisi havası vardı. Parti, 2012 seçimlerinde parti içinden veya dışından pek çok kişinin beklentisinden düşük bir oy aldı. Seçim sonuçları, yönetici kadrolar da dahil olmak üzere, önemli bir kesimde travma etkisi yarattı. Partinin kapatılmasını ve siyasal platforma dönüştürülmesini savunan kadroların bir kısmı partiden ayrılırken, diğerleri çok umutlu olmasa da alınan ortak kararla yürümeye çalıştı. Fakat yüzde 0.7 oy almış bu partide, seçim sonrasında bile birçok il ve ilçe örgütü yöneticisinin partiye girmeye çalışan farklı kesimlerden insanları dışarı iten yaklaşımı, bize özellikle çevre teşkilatlardaki kadroların siyaset tarzı hakkında yeterli veri sunmaktadır. Aslında seçim sonucunda ortaya çıkan durum, birçok kişinin de kabul ettiği gerçeğe işaret etmekteydi: Parti, o zamana dek yürüttüğü tarzı sürdüremezdi. Gündeme gelen bir seçenek, benim de içinde bulunduğum bazı kişilerce dile getirilen ‘fizik olarak daha küçük’, mütevazı ama daha hareketli, belirsizlikleri aşıp daha net muhalefet yürüten, programatik ilkelerimize dayalı bir toplumsal hareket oluşturma yaklaşımydı. Evet, bu tarz siyaseti yürütecek kadro yetersizliği de vardı. Ama bu sorun, belki özellikle gençler ve söylemin giderek toplumda içinde yayılmasıyla yeni katılacak kadrolarla aşılabilirdi.<br />
Parti eski tarzını sürdürdü, seçim öncesinde az da olsa var olan mali destekler kesilmişti (kış boyu merkez binada kaloriferler yanmadı), tabana dayalı finansman projeleri (cep telefonlarına dayalı toplanacak üye aidatları gibi), siyasal geleneğimizin bilinen sorunları nedeniyle başarısız oldu. Sonunda her ne kadar özveriyle çalışan birçok parti teşkilatının varlığı ve AKP içinde yaşanan ve muhtemelen 2013-2015 sürecinde artacak belirsizlikler ve hükümet uygulamalarına karşı artan hoşnutsuzluklar partiyi hafif de olsa beslemeye başlasa da parti yönetimi bu kararı verdi. Bu karar, üst yönetimin çoğunluğu için ilkeler siyasetinden ‘reel politik strateji’ye dönüş anlamını taşımaktadır. Buradaki ‘reellik’ içinde bence en tehlikeli olabilecek şey de Tayyip Erdoğan ’ın başvurduğu yeni bir cepheleşme siyasetinin güçlendirdiği ve zaten bölgesel nedenlerle giderek güçlenen kimlikler temelli siyaset ve mücadele zemininin yeni bir ivme kazanmasıdır.<br />
<br />
Halk sınıflarının siyaseti<br />
<br />
Kitlesel emek veya halk hareketleri hemen bütün ülkelerde, hele de bizim gibi gerek yaşam tarzı gerek dini/mezhebi, etnik çeşitliliğin olduğu ülkelerde, kültürel/kimlikler anlamında her zaman melez bir karakter taşımak durumundadır. Yaşam tarzı, inanç ve felsefi ideoloji dayatma ve dışlamalara dayalı anlayışlar, bir ‘örgüt’ veya kimliği esas alan siyasetler kursa da toplumsal yeniden kuruluş anlamında gerçek bir toplumsal alternatif oluşturmaz. Türkiye ’de yeni siyaset arayışının kökleri daha geçmişten izler taşısa da güncel olarak bazı İslami aydın çevrelerdeki tartışmalarda, Bekaroğlu ve arkadaşlarının 2007 seçimleri öncesi ‘Müslüman Sol’ diye basına yansıyan siyaset arayışında, HAS Parti kuruluş sürecindeki tartışmalarda, ‘Emek’ ve ‘Adalet’ gibi çevrelerde buluşan gençlerin bakışlarında, mülkiyet düzenini, sosyal adaleti İslami gözle esastan sorgulayan yeni nesil ilahiyatçılarda, 1 Mayıs ’ta ortaya çıkan yeni yürüyüş kollarında, kimlik/ideoloji temelli sözde sendikal konfederasyonlardan ayrılarak ezber bozucu yeni bir dille adalet arayan emekçilerin yürüyüşünde ve tabii ki bu gelişmeleri klişeleşmiş önyargıları yıkarak dikkate alan sınırsız özveriyle yıllarca mücadele eden sosyalist çevrelerin bakış açılarında saklı sanırım. ‘Halkın Sesi’nin susmasına razı olmayanlar, bu mücadeleyi sürdürmeye kararlı.<br />
Başbakan “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” diyordu. Bu devletin görevi değil tabii ama bu parti sürecinde bazı dindarlar gördüm ve bir sosyalist olarak Başbakan’a içimden cevap verdim: “Ah keşke!”<br />
Kurtulmuş, bir konuşmasında son yıllarda kendisini en çok heyecanlandıran sosyal olayın, ABD ’de ‘yüzde 1’e karşı yüzde 99’un işgal eylemleri olduğunu söylemişti. Bizler heyecanlı kalmaya devam edeceğiz.<br />
<br />
(ZEKİ KILIÇASLAN: İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı)<br />
<br />
18 Temmuz 2012<br />
<a href="http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1094485&CategoryID=99">Kaynak</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-83796113605143513002012-07-20T13:39:00.000-07:002012-07-20T16:27:57.145-07:00Mücahit Bilici - İslamcılığın Yakın TarihiMücahit Bilici'yi gençler pek bilmez, kendisi 90'ların önemli kalemlerindendi. Ertuğrul Özkök'ün linç kampanyasından sağ çıktı, Amerika'da doktorasının ardından hoca olarak kaldı. Önümüzdeki sene Chicago Üniversitesi Yayınları'ndan <i>Amerika'da Mekke'yi Bulmak</i> (Finding Mecca in America: How Islam is Becoming an American Religion) yayınlanacak. <br />
<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">İslamcılığın Yakın Tarihi: </span></b></div>
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">Müslüman Milliyetçiliğinden, Milliyetçi Müslümanlığa</span></b></div>
<br />
‘Muhalif ve mağdur’luktan muktedir ve muzafferliğe geçen İslamcılıktan yarına acaba elimizde ne kalacak? Tam karşılığı Müslüman-cılık olan İslamcılık esas itibariyle bir tarafgirlikten başka birşey değildi: İslam ve hatta Müslüman tarafgirliği. İslamcılık bir Müslüman milliyetçiliği idi ve her devleti ele geçiren kurtuluş savaşçısı (üçüncü dünya milliyetçiliği) gibi şimdi devlete sahiplik imtihanı ile yüzyüze gelmiş bulunuyor. Hakedilmiş ve çok intizar edilmiş zaferin coşku ve heyecan bulutu, yerini egolarla yüzleşme açıkhavasına bırakınca acaba aynada ne tür bir yüz göreceğiz? Henüz tam olarak temayüz etmemiş bu yüzün eşkalini konuşmak erken gelebilir, ama yarını beklemek de çok geç olabilir.<br />
<br />
Evet, İslamcılık, basit bir müslüman milliyetçiliği, bir İslam partizanlığıydı. Zahiren aynı yerde dursalar bile aslında İslam tarafgirliğinin ayrıştırmadığı ama birbirine çok uzak iki hareket noktası var: Milliyetçilik ve Adalet. Başka bir deyişle, “sen İslam doğru olduğu için mi tarafındasın yoksa senin tarafın olduğu için mi İslam doğrudur? Müslüman olarak kendini mi savunuyorsun yoksa hak din olarak İslamı mı?” Belli ki, önümüzdeki dönemde bir ayrışma yaşanacak: ‘Doğru’ya doğru olduğu için taraf olanlar ile ‘Doğru’ya “bizim doğrumuz” olduğu için taraf olanlar.<br />
<br />
Her tarafgir ve her milliyetçi düşmanıyla kaimdir. Düşmanın kaybolması ile birlikte derin bir varoluş krizine girer. Komünizm sonrası Türk milliyetçileri gibi. Bugün iktidar sonrası İslam tarafgirleri bir kimlik krizine girmiş bulunuyorlar. (İslamcılık etiketini şu veya bu sebeple benimsemiş iyi niyetli İslamcılar “medeniyet” gibi kavramlarla bu krizi atlatmaya çalışıyorlar ve diğer eskinin İslamcılarının ganimetçilik sarhoşluğundan dehşete düşüyorlar. Böyle bir kaç isim var ve onlar bu eleştirinin muhatabı değiller.) Fakat kriz üstü kapatılamayacak ölçekte büyümektedir. Zira İslamcılık, dünyevi hedefine ulaşmış ve düşmanını kaybetmiştir. Muhalif İslamcılık bugün itibariyle devletlenmiş bulunuyor.<br />
<br />
Karikatür halini sokak milliyetçiliğinde gördüğümüz ve kendisini “mabed bekçiliği” ifadesinde bulan bir tarz-ı siyaset vardı. Mabedden içeri girmediği halde “bizim mabedimiz” olduğu için onu sözde savunan; kendi oruç tutmadığı halde, oruç tutmayanları sağda solda döven lümpen eşhasta şemalini gördüğümüz bir yaklaşım. Bunu milliyetçilik olarak tanıyor ve kabih sayıyorduk.<br />
<br />
İslamcılığın serüveni yeni bir episoda girerken cilalar dökülmeye başlıyor. Nasıl ki çağdaşlaşma, batılılaşma masallarıyla soygun ve tahakküm düzeni kuran Kemalist diktatörlük, içerden kabaran hürriyet uyanışı ve hariçten hissedilen küreselleşme ve Avrupa Birliği gibi bağlamların katkısıyla bir anda ofsaytta kaldı. Kemalizmin yalandan bir tahakküm çiftliği kurmak isteyenlerin kendilerine sürdükleri bir modernleştiricilik cilası olduğu ortaya çıktı. Ve Kemalizm çöplüğe atıldı.<br />
Aynı şekilde İslamcılığın da bugün cilası dökülüyor. Mahrumiyet ve mağduriyet şartları izale olup yerine iktidar ve hakimiyet imkanları gelince eski İslamcıların çoğunun üzerindeki cila akmaya başladı. Eski solcular gibi, İslamcılar da şimdi reklamcı, danışman, uzman, medyacı, stratejist ve hepsinden kötüsü yalaka oldular. Amerika’ya karşı takdir ettikleri El Cezire’nin “tarafsız” üslubunu kendileri sözkonusu olunca reddediyorlar. Başkasına haram gördükleri aleme nizam verme hakkını kendilerine ait sanıyorlar. Apaçık zulümlere karşı vicdani itiraz seslerini, devletin kendilerince bile meçhul âli menfaatleri uğruna susturmaya çalışıyorlar.<br />
<br />
İslamcılığın gideceği yeri, bir tür Sultan Abdülhamid’in (İslamı, devletin bekasını temin için araçsallaştıran ve bu uğurda şeriat ve adaleti feda etmekten çekinmeyen) tarzı olduğunu söyleyebiliriz. Bugunku iktidar bir özgürlük dalgasının, bir halk ve hak hareketinin siyasi yansımasıydı. Bir cemaatin, bir toplumun başarısını karizmatik olan liderinin şahsına indirgeme eğilimleri zihinlere Abdülhamid’i davet etse de sultanın düşüşünde ortaya çıkacağı üzere sözkonusu olan güç bir çeşit İttihat Terakki’dir.<br />
<br />
Çünkü, ulus-devlet’ten ümmet-millete geçiyoruz. Devletin ulusundan şimdi milletin ümmetine geçiyoruz. Devletin ulusuna uymayanlara eskiden Kemalist mollalar bölücü ve gerici derlerdi. Şimdi milletin ümmetine uymayanlara İttihatçı mukaddesat başsavcıları kundakçı ve bölücü diyor.<br />
<br />
Bu gidişatın varacağı mahal, herkesten önce oraya giden bir şairin yeridir: İstiklal Marşı Derneği. Zira, Kuvayı-Milliyetçilik’ten İstiklal-Marşçılığı’na geçiyoruz. Daha da önemlisi ‘biz İslam için varız’dan, ‘İslam bizimle var’a doğru dümen kırmışa benziyoruz. Türkiye’de dinin hukuk ve izzetini devletin siyaset ve menfaat manevralarına karşı vikaye edecek bir teyakkuza ihtiyaç her geçen gün artıyor.<br />
<br />
Maalesef, eskinin Müslüman milliyetçileri bugün devlet cihazına hükmetmenin verdiği cevaz ile milliyetçi bir Müslümanlığa doğru evriliyor. Eskiden devletin dindarları ehlileştirmek için istimal ettiği ve büyük ölçüde başarılı olduğu “milliyetçi-mukaddesatçı” (yahut Türk-İslam sentezci) anlayış bugün yeniden hortlayabilir. Bu sefer, dindarlar devleti ehlileştirmek için bir mukaddesatçı milliyetçilik icat etmeye çalışıyorlar. İktidara müdahanecilikte birbirleriyle yarışan sütunların yükseldiği gazete sayfalarında dindar bir ittihatçılığın ayak izleri var. Tarih tekerrür ediyor. Abdülhamit’ten Kemalizme varan yolculuktan şimdi film geriye sarılıyor sanki. Kemalizm sonrasında Abdülhamit’e dönüş. Ve dini parti siyasetine alet etme görünür tehlikesinden, dini devlete alet etme görünmez tehlikesine savruluş. Bakalım bu sınavı nasıl vereceğiz.<br />
<br />
10 Temmuz 2012<br />
<a href="http://www.risalehaber.com/author_article_detail.php?id=13526">kaynak</a>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2594608712712681095.post-59018099166781474312012-07-20T13:31:00.004-07:002012-07-20T16:28:17.629-07:00Ümit Aktaş - İslamcılar yeni bir paradigma oluşturmalıÜmit Aktaş'ın TOKAD'daki konuşmasından aktaran Tasfiye ekibi<br />
<br />
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<b><span style="font-size: large;">İslamcılar yeni bir paradigma oluşturmalı</span></b></div>
<br />
Yazar Ümit Aktaş, TOKAD’da (Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği) “Yeni Paradigma İhtiyacı” başlıklı bir seminer verdi.<br />
<br />
İslamcıların oluşturduğu paradigmanın başkaları tarafından satın alındığını, artık eski paradigmanın sonuna gelindiğini, dolayısıyla yeni bir paradigma ihtiyacının ortaya çıktığını vurgulayan Aktaş, ana hatları itibariyle konuşması boyunca aşağıdaki tespitlerde bulundu:<br />
<br />
- Yer yer kendimize dönmeli, kendimizi sağaltımdan geçirmeliyiz. Bunun İslami literatürdeki karşılığı itikaftır.<br />
<br />
- Kardeşlik ve yalnızlık bizim kargaşa içinde ne olduğumuzu anlamamızı sağlayan iklimlerdir. Cemaat olmanın, ümmet olmanın bilinciyle hareket etmek durumundayız.<br />
<br />
- Her şeyin kötüye gittiğine dair söylemler bütün zamanlarda mevcuttu. Kendi yaşadığımız çağın tanığı olduğumuz için bu tanıklığın dolayımlarıyla konuşuyoruz.<br />
<br />
İslamcılar yeni bir paradigma oluşturmalı<br />
<br />
- Artık İslamcılar olarak bizi buraya getiren paradigmanın kıyısına, bir uçurumun kenarına geldik. Yeni dünyayı eski dünyadan ayırt etmeye; bildiğimiz, aşina topraklardan bilinmez meskunlara doğru adım atmaya cehd etmeliyiz.<br />
<br />
- Modernlik değil bizi sıkıştıran, kapitalizm. Kapitalizm modernliğin kendisi olduğunu ileriye sürüyor. Modernlik çağını yaşamaktır, bugünü idrak ve inşa etmek demektir. Batılılaşmakla, kapitalistleşmeyi modernlikle bir tutmamalıyız. Modernlik kelimesini ilk kendilerinin eskilerin dünyasını yaşamadığını belirten Hritiyanlar tarafından kullanıldı. Tabi kelimenin bu değişik kullanımlarını önemsemenin pek gerekli olmadığı söylenebilir. Ama dilimiz bizim için bir varlık zeminidir, kelimelerle var oluruz; bunu önemsemek gerekiyor.<br />
<br />
- Kafka’nın bir kısa öyküsü vardır. İki kişinin konuştuğu ama kullandıkları kelimelerin hiçbir iletişim değeri içermediği, bir diyalog vardır; konuşmayan bir konuşma. Dikkat edilirse hayatımızın önemli bir bölümünde sadece kendimiz konuşuruz.<br />
<br />
- Kur’an o günkü Arap toplumunda konuşulan kelimelere yeni anlamlar yüklemiş ve bambaşka bir semantik zemin oluşturmuştur. Paradigmatik bir kopuştur bu, anlamsızlaşan kelimelerin yenilenmesi. Kuhn ve Bachelard’ın paradigmatik yahut epistemolojik kopuş olarak tanımladıkları şey.<br />
<br />
- İslamcılar olarak bizi buraya kadar getiren paradigmadan ayrılmamız, bir tür kopuş gerçekleştirmemiz gerekiyor. 50’lerin 60’ların Müslüman aydınlarının oluşturmuş oldukları söylemi eleştirel bir gözle yeniden okumalıyız.<br />
<br />
- 60’ların İslamcılık paradigması tepkiseldir. A. Şeriati, S. Kutup, Garaudy gibi isimlerin hepsi bir çeşit hümanizmayı savundular. Müslüman yücedir, anlayışı. Sartre nasıl bir Marksist hümanizmi savunduysa, Hristiyanlar teolojik bir hümanizmin savunuculuğunu yaptılarsa onlar da bir Müslüman olarak İnsan’ı yücelttiler: Allah’ın halifesi olan insanı. Böyle bir şey yok, insan bu kadar yüce bir varlık değil. 60’ların düşüncesi böyle bir insan tipolojisi üretti. Bugün arza hâkim olan bir kutsal insanın yol açtığı felaketler ve kendisini içinde bulduğu kriz ortadadır.<br />
<br />
Yaşayan ölü olmakla hayat arasında tercih yapılmalı<br />
<br />
- İnsan yüceltilmesi gereken “Allah’ın halifesi” veya seküler şekliyle “Tanrılaşan insan” anlayışıyla yaklaşılması gereken bir varlık değil. Seyyid Kutup ve Ali Şeriati bunu söylediler. Bir istisna var: Aliya İzzetbegoviç. “Doğu ve Batı Arasındaki İslam” kitabı defalarca okunması gereken bir kitap. Bu kitaptakiler anlaşılmayı bekleyen, paradigmatik kopuş ihtiyacını kavramış erken sözler. İslam ne Doğulu ne Batılı, ikisinin arasında olan ama her ikisini de aşan bir topolojiyi inşa etmelidir.<br />
<br />
- İncil’de, Hz. İsa’nın arkasına takılmak isteyen bir genç babasının cenazesini gömmesi gerektiğini söyleyince Hz. İsa “Bırak ölüler ölülerini gömsünler.” der. Ne kadar hikmetli bir söz! Sen hayata devam et, bizimle eş-mekânla olan ama eş-zamanlı olmayan, fiili olarak aramızda bulunan ama hakiki anlamda ölü olanlar o cenazeyi gömsünler. Yani sen ölü olmayı mı tercih ediyorsun yoksa yaşamayı mı seçeceksin? Biri olup gömülmek mi istiyorsun, dirilmek mi istiyorsun? Hz. İsa’nın çağrısı bir paradigmatik kopuştur.<br />
<br />
- İslamcılığımız piyasa tarafından satın alınıyor. Acilen bir paradigmatik tercih yaparak bu gidişatı sorgulamamız gerekiyor. “Yolların Ayrılış Noktasında İslam” diyor, M. Esed. O da Aliya gibi söz konusu kopuşun farkına varan ve sözlerini geleceğe gönderen biri.<br />
<br />
- Yeni paradigmayı üretmek, işte bu filizlerden hareket etmekten geçiyor. M. Esed’in, Aliya’nın ipuçlarından yararlanarak dönüşümümüzü gerçekleştirmeliyiz.<br />
<br />
Allah’ın halifesi olma iddiası yeni iktidar alanları oluşturmayı hedeflemiştir<br />
<br />
- Biz Allah’ın değil Nebilerin ve nebevi misyonu yeryüzünde temsil edenlerin halifesi olabiliriz. Bunu ilk kez kullanan belki de Muaviye’dir. Bütün meallerde böyle geçer. Kendi egemenliğini, davranışını Allah’a nispet etmek suretiyle kurmak istedi Muaviye; “Ben Allah’ın yeryüzündeki halifesiyim.” dedi. Ebuzer ona karşı çıktı: “Hayır sen yalan söylüyorsun!” Dine karşı din! Dini söylemin iktidar için, efendinin söylemi için araçsallaştırılmasıdır bu. Hakikatin farkında olan kişi Ebuzer, Muaviye’nin elindeki hazinenin Allah’ın değil, ümmetin hazinesidir, der. İkinci olarak kullanan da, velayet meselesinde bunu kullanan İbn Arabi’de veliliğin nübüvvetle eşleştirilmeye çalışılması. Yeni halifelik meselesi, Allah’ın iktidarına rağmen oluşturulmuş iki iktidar kurma söyleminin. Yani siyasi ve manevi muktedirlik isteminin araçsallaştırdığı bir meseledir. Bu hümanizmayı karşılamak üzere Allah’ın halifesi kavramsallaştırılmasının yapıldığını görürüsünüz. Bu insanın sonsuz ve mutlak iktidarını sağlayan günümüz anlayışlarının da paylaştığı ölümcül bir yaklaşımdır. Bu söylem, insana atfedilen bir kudret söylemi tersyüz edilerek insanın sorumluluğu öne çıkarılmalıdır. “Biz emaneti dağlara yükledik kabul etmedi, insana yükledik kabul etti. Çünkü insan zalim ve cahildir.” Bu ayet bu şekilde hep yanlış okundu. İnsan kendisine tevdi edilen emaneti üstlenmeyerek zalim ve cahil olur. Okuduğumuz kelimeleri anlayalım. Allah niye bir zalime ve cahile emanet yüklesin? Tercümeyle alakalı bir şey değil bu; Araplar da böyle anlıyor. Tek bir kişi de buna dair bir bilinç söz konusudur. Muhammed Bakır es-Sadr’da. İnsan cahil ve zalim değildir, emaneti üstlenmeyerek zalim ve cahil oldu. Mutlaka okuduğumuz şeyler üzerinde tahkik edici bir yaklaşım sahibi olmalıyız.<br />
<br />
<a href="http://www.tasfiyedergisi.com/direnen-edebiyat/?p=3489">Haber: Emre Karaca - tokad.org</a>Unknownnoreply@blogger.com0