Wednesday, October 10, 2012

1 Mart 2003'ten beri değişen ne oldu?



1 Mart 2003'ten beri değişen ne oldu? Sahi 2003'teki 1 Mart Tezkeresi görüşmelerinin gizliliği 4-5 ay sonra kalkacak ve bildik medya karartmalarına kurban gitmezse kim ne demiş göreceğiz.

1 Mart Tezkeresi'nden önce İslâmcı, sol hatta milliyetçi kesimler güçlü bir muhalefet gösterdi. İslâmcı-sol ortak eylem ittifaklarına girişildi; Fatih postahanesinden kanlı gömlek gönderildi; AKP milletvekillerinin vicdanlarına seslenildi ve Beyfendi'nin kesin emirlerine rağmen CHP'nin de karşı oyları ve AKP'nin direnen bazı milletvekilleriyle tezkere reddedildi. Türkiye de o direnen ve redçi milletvekilleri sayesinde cumhuriyet tarihinde benzeri az görülmüş uluslararası bir saygınlığa erişti.

Peki 1 Mart'tan beri neler değişti? Beyfendi'nin "İslamcılık yaptık da ne oldu?" diyerek kurduğu AKP, ideolojik olarak kendini İslâmcı kesimin onyıllarca uğraşıp zor bela aştığı arkaik sağ-muhafazakârlıkta konumlandırdığı için İslamcıların çoğu o yıllarda -28 Şubat restorasyonuna karşı AKP’ye oy vermiş olsalar da- partiye kuşkulu ve mesafeli davranıyorlardı. Ancak ilerleyen yıllarda İslâmcı bağımsız muhalefetin bütün unsurları birer birer içerildi. Makam, mansıp, cazip devlet pozisyonları ve devlet imkânlarının bu kadrolara verilmesi iktidarı onların velinimeti; onları iktidara bağımlı yaptı. Beyfendi'nin de planı zaten buydu. Hele askerî vesayet de onun cesur çıkışları ve akıllı stratejileriyle alt edilince, sosyal adaleti hayata geçirdiği düşünülen sağlık, eğitim ve konut projeleri gözalıcı sonuçlar verdikçe, görkemli camiler, sonsuz kaynaklar sunulan dinî merkezler ve dinî faaliyetlerle hamiyet-i diniye kabartıldıkça kabartılınca 2010'a kadar birer birer içerilmeyen kesim nerdeyse kalmamış oldu. Üstelik Beyfendi Kürt açılımı başlatıp Filistin konusunda da mücahidlik yapmaktan da geri durmadığı için "İslamcılığa AKP'den artan ne kaldı" gibi bir soru haklı gibi göründü. Alttan alta başarılan ‘Sessiz Devrim’le 40 yılın İslâmcı birikimi artık devletleşmiş, AKP handiyse Türkiye İslâmî hareketinin telos’u olmuştu.

O arada aslında Kemalist eski düzenden (ancien régime) daha ‘ileri demokrasi’ olunduğunun ispatı için yapılan açılımların ve reformların, yeni bir statüko oluşturduğu anda, yani yeni bir AKP statükosu tahkim olunduğu noktada durdurulduğu pek fark edilmedi. Hatta 1 Mart'ta tezkereye hayır deme cesareti gösterebilmiş AKP'lilerin 2007’de tasfiye edilmiş olması, Beyfendi'nin giderek biat kültünü ve tek adamlığını pekiştirmesi, rant-yolsuzluk şebekelerinin artık önceki merhaleleri aşıp mafyalaşma evresine geçmesi bile öteki başarılarla kamaşmış gözlere pek batmadı. Stadyumlara insanlar doldurularak Führer alıştırmaları yapılması, 45 sayfalık metinlerle becerilememiş olsa da Nutuk denemelerine girişilmesi ve Reis diye ortalıkta dolaşan milyonlar nihayetinde iktidar coşkusunu ve güç tutkusunu, büyük bir kesimin libido dominandi’sini yeterince besliyordu.

2012'ye gelindiğinde en son Anadolu Ajansı operasyonlarıyla en radikal kesimler AKP'nin hegemonik koalisyonuna kadrolar ve gündem yapma imkânları karşılığında içerilince artık Beyfendi'ye herhangi bir konuda hayır diyebilecek pek bir sivil güç kalmadı. Bazı muhalif isimlerin Has Parti’ye yapmaya çalıştığı sosyal adaletçi aşı da Milli Görüşçüler üstünde tutmayınca son içerilme operasyonuyla AKP’ye kalkan son Milli Görüş trenine öncekileri kaçırmış olanlar binip gittiler. Velhasıl biatsız hemen hemen hiçbir İslâmcı veya dinî görüşlü kalmadı. Geriye ancak Beyfendi'nin 10 yılda ince ince işleyerek yükselttiği "din-medya-bürokrasi-sanayi kompleksi" (religious-media-bureaucracy-industrial complex) tarafından hakları gaspedilen mağdur ve mazlumlar, biatı reddeden ve bombalanan Kürtler, dürüstlükleri ve onurlarından dolayı içerilmeye karşı duranlar, Roboski’ye, İNŞ'ye, tecavüz ve katil zanlılarının bürokrasi terfilerine, sağ-faşist derin devlet tahkimine, NATO-Katar-Suud ittifakına girmeye hayır diyenler, anti-kapitalistler, kâr-zarar cetvellerine hayatları feda edilen işçilerin ölümleriyle dertlenen, yolsuzluklara ve ahlâksızlıklara tavır alabilen bir avuç insan; kısaca din adına olsa bile ‘iktidar ve güç’ değil; ‘ahlâk ve adalet’ diyenler kaldı.

Selam olsun o biatsizlere, icazetsizlere, vesayetsizlere. Selam içerilmeye karşı duranlara, sonuna kadar barış ve adalet emeli taşıyanlara ve Türk Emperyalizmi’ne hayır diyenlere.
 Halil İbrahim Yenigün-10 Ekim 2012

1 comment:

  1. kalemine sağlık, hikayeyi kısa bir yazıda çok güzel özetlemişsin, buradaki can alıcı soru bence şu: neden içerilmeye bu kadar meyyal bir İslami (İslamcı) hareket çıktı ortaya Türkiye'de? İçerme operasyonunu yapan gücün elindeki sihirli değnek, sadece birkaç mansıp mıydı, yoksa islami hareketin aslında yapmak istediği ilk fırsatta başa gelip toplumu baştan ayağı düzenleme özlemi miydi? Sanki ikinci güdü beyfendinin içerme operasyonuna başlamasını ve kendisini de o güruhun lideri olarak görmesini getirdi beraberinde. Baştan ayağı düzenleme iddiası da tüm herkesi muhatap aldı, düzenleyemediklerini biatsiz, icazetsiz diye tanımlamak mümkün tabii, ama bu durumun ne kadar sürebileceği de bir muamma. Yani Türk emperyalizminin en iddialı tarafı herkesi ikna edebilme yeteneği bence, ki 80 öncesinin vatanı kurtarma taleplerinin toplumu karşı karşıya getirdiği, ya da toplumun hareketli kesimlerinin kolayca birbirlerini boğazlayabilecek duruma getirttiğini düşündüğümüzde, karşısında muhalefet bulmayan 80 öncesi dönemde gençliklerini yaşamış bu kadronun, ellerine geçen fırsatta yine vatan, millet, din, diyanet adına herkesi hizaya getirme çabası aslında kendi çizgilerini ele aldığımızda çok da tutarsız değil. Lakin neden hizaya geliyor, beyfendinin sihri nerede? Kendinden öncekilerin hizaya getirmeyi beceremediği birçok güruh, grup geldi hizaya. Dediğin gibi selamının muhatabı ancak bir avuç insan kaldı şimdilik hizaya gelmeyen. Umarım bu bir avuç insanın varlığı sürekli olur ve en azından iktidarın her zaman her zerreye kadar sızamayacağını gösterir bu ekibe.

    ReplyDelete